ABD doğumlu bir yazar olarak Edith Wharton (1862-1937), 75 yıllık yaşamı boyunca gerek kendi ülkesinde gerekse diğer ülkelerde emsali görülmemiş sosyal, ekonomik ve politik değişimlere tanık olmuştur. Aralarında Henry James, F. Scott Fitzgerald, Jean Cocteau, Ernest Hemingway ve Theodore Roosevelt'in bulunduğu, çağının önemli ve etkili entelektüelleriyle de arkadaşlık etmiştir. Gününün sorunlarıyla yakından ilgili bir birey olarak Wharton eserlerinde, bu değişimin kentsel ve kırsal toplumun -hem kendisinin de ait olduğu New York yüksek sınıfı hem de kırsal New England kasabaları olmak üzere- farklı kesimleri üzerindeki etkisini ele alır. Wharton eserlerinde özellikle toplumsal kural ve değerlerin kadın hayatlarını nasıl kısıtlayıp onları biçilmiş rollere hapsettiklerini gerçekçi bir şekilde yansıtır ve aynı zamanda da, söz konusu romanlarını mutsuz ve çarpıcı bir sonla bitirerek, yaşamın beklenmedik trajedileri ve güvenilmez taraflarına dikkat çeker.
Ethan Frome (1911): Kadere ve Topluma Karşı Olmak
Starkfield kasabasına iş için gelen bir mühendisin anlatıcı rolünü üstlendiği Ethan Frome (1911) isimli kısa romanı görünüşte bembeyaz karlarla kaplı, uçsuz bucaksız tarlaların ortasında geçen hüzünlü bir aşk hikâyesidir. Annesi ve babasının erken ölümü üzerine, gidecek hiçbir yeri olmayan Mattie Silver uzaktan kuzeni olan Zeena Frome’a ev işlerinde yardımcı olmak üzere Frome çiftliğine gelir ve bir anda başkahraman Ethan Frome’un tüm dünyası değişir. Ethan yumuşak başlılığı ve güzelliğiyle ön plana çıkan bu genç kıza âşık olur. Mattie de sürekli kendisini koruyup kollayan, yetiştiremediği ev işlerine dahi yardımcı olan Ethan’a karşı kayıtsız değildir. İkisi arasındaki yakınlaşmayı hisseden Zeena bir gün Mattie’yi gönderip yerine ücretli bir kadın çalıştırma kararını açıklar. Romanda bir dönüm noktası yaratan bu karardan sonra ya Ethan ve Mattie her tür ekonomik zorluğa rağmen Zeena’yı bırakıp birlikte yeni bir hayata başlayacaklardır ya da birbirlerinden ebediyen ayrılacaklardır.
Ne beraber kaçmayı ne de ayrılmayı göze alabilen çift çözümü kızakla büyük bir ağaca doğru kayarak intihar etmekte bulur ancak bu başarısız intihar girişiminin sonucunda ciddi biçimde yaralanıp (Ethan’ın bir bacağı aksamaktadır, Mattie ise felçlidir) Zeena’yla Frome çiftliğinde yaşamaya mahkum olurlar. Zeena Frome ve Mattie Silver anlatıda söz sahibi olmayan, ataerkil kültürü yansıtır biçimde birbirlerine rakip olacak şekilde okuyucuya tanıtılan kadınlardır. Gilbert ve Gubar’ın kavramsallaştırmasına göre, Zeena bir canavar, cadı ve hatta deli bir kadındır: Mattie ise bir melek. Oysa her ikisi de eşit derecede geleneksel rollere hapsolmuş ve ekonomik olarak tek bir erkeğe, Ethan Frome karakterine bağımlı kalmışlardır. Özellikle romanın sonu bireylerin kaderlerine ve toplumun katı kurallarına karşı çıkma çabalarının olası sonuçlarım gösterir gibidir.
Yaz Bitince (Summer, 1917): Toplumsalın Getirdiği Çaresizlik
Wharton’ın kırsal kesim toplumunu ele aldığı bir diğer eseriyse Yaz Bitince (Summer, 1917) isimli kısa romanıdır. Bu romanda okuyucu, North Dormer kasabasında yaşayan Charity Royall isimli genç bir kızın bir yaz dönemi boyunca başından geçen olayları takip eder. Charity hem North Dormer gibi küçük bir kasabaya hapsolduğu için hem de üvey babasına ekonomik olarak bağımlı olduğu için mutsuz bir genç kızdır ancak birbirinden farksız geçen günleri, kasabaya genç, kültürlü ve yakışıklı bir adamın gelmesiyle birlikte ansızın değişir. Mimar Lucius Harney, eski, ilginç yapılar hakkında araştırma yapmak üzere geldiği bu küçük kasabada ve civarında dolaşırken Charity de ona gönüllü rehberlik eder. Kısa sürede genç adamın şehirli büyüsüne kapılan Charity’nin gözü ondan başkasını görmez olur. Nitekim yakın civardaki Nettleton şehrine yaptıkları gizli saklı bir geziden sonra yasak bir aşk yaşamaya başlarlar ancak üvey babası avukat Royall bir gün beklenmedik şekilde bu yasak aşka müdahale eder. Lucius genç kızı evlilik vaadiyle bırakıp gittiğindeyse Charity kendini bir anda karnındaki çocuğuyla terkedilmiş bulur. Tek çaresi üvey babasıyla evlenmektir. İlk bakışta sonu hüzünle biten tipik bir aşk hikayesi gibi görünse de, Yaz Bitince asi ruhlu bir genç kızın toplumsal koşullar ve kısıtlamalar karşısında çaresizliğini anlatır. Nitekim pek çok feminist eleştirmenin de belirttiği gibi, romanı okuyucuyu şoke ederek yan ensest bir evlilikle sonlandırması, Wharton’un 19. yüzyıl Amerikan toplumunda kadınların erkeklere hizmet etmek üzere yetiştirildiği ve yaşamlarım bir dizi kısıtlamalar ve beklentiler çerçevesinde geçirmek zorunda oluşlarını yönelttiği eleştirisidir.
Keyif Evi (The House of Mirth, 1905): Hem Güzel Hem Zeki Olmak
Wharton ataerkil kültürü ve ataerkilliğin ilk bakışta fark edilemeyen uygulamalarını New York yüksek sınıfında da yakından gözlemler ve kent romanlarında özellikle New York toplumunun sahte ve yozlaşmış değerlerine dikkat çeker. Örnek olarak zenginlik ve güzelliğe verilen aşırı önem bireylerin, özellikle de kadınların yaşamlarını derinden etkileyip şekillendirdiği önemli bir kent romanı Keyif Evi’nden (The House of Mirth, 1905) bahsedilebilir. 1890'larda, New York’un geleneklere ve göreneklere sıkı sıkıya bağlı yüksek sınıf toplumunda yer alan olaylar, romanın başkahramanı, genç ve güzel Lily Bart'ın çevresinde döner. Muhteşem bir baloyla sosyeteye tanıtılan Lily Bart’ın bütün dünyası önce babasının, sonra da annesinin ölümüyle alt üst olur. Halasının yanına sığınan ve dar geliriyle geçinmeye çalışan Lily’nin elinde benzersiz güzelliğinden başka bir şey kalmamıştır.
Arzuladığı lükse ve toplumsal konuma ancak zengin bir kocayla sahip olacağını bilen Lily, bu yönde yıllar boyunca beyhude çabalar çünkü her seferinde zengin koca adayını bir şekilde ya kendinden uzaklaştırır ya da elinden bilerek kaçırır. Roman karakterlerinden Bayan Fisher’ın bir diğer karakter Lawrence Selden’a söylediği gibi “Lily hep böyledir: toprağı sürmek ve tohumları ekmek için bir köle gibi çalışır ama hasatı kaldırma günü geldiğinde ya uyuyakalır ya da pikniğe gider.” Tüm evlilik planlanın adeta sabote eden Lily, toplumun kendisine biçtiği “güzel obje”, bir diğer deyişle, “süs bebek” rolüne isyan eder gibidir. Çünkü Lily aslında sadece çekici değil, çok da zeki bir kadındır. Gizliden gizliye kendisine uygun bulduğu tek aday yakışıklı, zeki ama beş parasız Selden’dır ancak onun ulaşmak istediği idealleri yerine getirmekten çok uzak olduğunu da bilir. Yüksek sınıf içindeki konumunu korumak ve 29 yaşını bitirmeden iyi bir evlilik yapma fırsatı elde etmek için büyük bir borca giren Lily yanlış kararları sonucu beklenmedik bir sona doğru sürüklenir. Keyif Evi’nin güzeller güzeli ancak bir o kadar da şanssız başkahramanı Lily Bart yalnız başına hayatta kalma mücadelesinde başarısız olur. Romanın sonunda okuyucuyu yine şoke ederek aşırı dozdan ölür.
Masumiyet Çağı (The Age of Innocence, 1920): Pulitzer’e Götüren Roman
Kendisinin de bir parçası olduğu New York Yüksek sınıf toplumunu çarpıcı bir dille gözler önüne seren Wharton’ın önemli bir diğer kent romanıysa en fazla tanınan eseri, Masumiyet Çağı (The Age of Innocence, 1920). Wharton’a 1921 yılında Pulitzer Ödülü’nü kazanan ilk kadın olma ayrıcalığını tanıyan bu roman bir süre Avrupa’da yaşayan güzel Kontes Olenska’nın, muhafazakar ve katı adetlerin hüküm sürdüğü New York’a geri dönüşüyle başlar. Olenska’nın kocasını terk ediş öyküsü, entelektüel ruhu, özgürlüğe düşkünlüğü ve herkesten farklı olan duruşu o dönem Amerikan sosyetesinde büyük yankı uyandırır. Toplumda iyi bir konuma sahip genç avukat Newland Archer’la güzeller güzeli May Welland nişanlandıkları gece ortaya çıktığında, Olenska kuzeni May’in yaklaşmakta olan evliliği ve mutluluğu için bir tehdit haline dönüşür. Çünkü egzotik ve ulaşılmaz tavırlarıyla Archer’ı derinden etkilemiş, adeta aklını başından almıştır. Okuyucu yukarıda bahsedilen diğer romanlarda da olduğu gibi hiçbir şeyin gizli kalmadığı, yozlaşmış ve ikiyüzlü bir toplumda yine gizli bir aşk hikâyesini takip eder. Wharton’un romanlarına özgü bireylerin, özellikle de kadınların, kaderlerine ve toplumun katı kurallarına karşı çıkma beyhude çabalan yine okuyucunun dikkatinden kaçmaz. Nitekim güzel olduğu kadar akıllı da olan Wharton’un diğer kadın karakterleri gibi Olenska da Archer’la yeni bir hayata başlamanın imkânsız olduğunu çok iyi bilir ve romanın sonunda kurtuluşu tıpkı yazarın kendisinin de yaptığı gibi ülkeyi terk edip Paris’e yerleşmekte bulur.
“Gölgeli Alanlar” ya da Retorik Stratejiler
Wharton’un retorik stratejileri de ataerkil 19. yüzyıl Amerikan toplumuna yönelttiği eleştirisini destekler biçimdedir. Örneğin, yazarın çoğu eserinde roman anlatıcısı bilerek boşluklar bırakır, böylelikle, Wharton söylenenler ve söylenmeyenler aracılığıyla okuru metne dâhil eder. Bu noktada, roman sanatı ve retorik stratejileri üzerine Wayne C. Booth’un söylediklerinden bahsetmek gerekebilir. Booth, yazarın kullandığı bir takım teknik stratejilerle okuru yönlendirdiğini, okurun karakterleri ve olan olayları farklı açılardan değerlendirmesini sağladığını ve böylece okurun edindiği bazı izlenimlerin aslında taraflı olabileceğini öne sürer. Booth’a göre ünlü İngiliz yazar Jane Austen’ın retorik stratejisi de böyledir. Dikkatli bir okuyucu, Austen’ın Emma romanında kullandığı retorik stratejilerin okuyucunun olayları kahramanın gözünden görmesine olanak tanıdığım fark edebilir. Booth’ın sözleriyle, “Jane Austen öykünün büyük bir kısmını Emma’nın gözünden aktararak, onunla birlikte bir yolculuğa çıkmamızı sağlar” (The Rhetoric of Fiction, 245). Böyle bir teknikle, Booth’un da dediği gibi, “Emma’nın göründüğü gibi olmayabileceğini de bize hiç unutturmaz” (247) ve tüm bu söylenenler Wharton’un pek çok romanında gözlemlenebilir.
Wharton’un okuyucuya aktif bir rol yüklediği romanları göründüğünden daha karmaşık ve kafa karıştırıcıdır. Wharton’un eserlerinde yazarken tam olarak hangi anlamı aktarmak istediğini tahmin etmek oldukça güçtür ancak metinlerinde yer alan gölgeli alanlar olarak tanımlanabilecek sessizlikler, bir başka deyişle, kasıtlı olarak söylenmeyenler Pierre Macherey’in A Theory of Literary Production’da (1978) ele aldığı anlamda okuru kışkırtır ve boşlukları doldurmaya davet eder. Bu sessiz alanlar ya da boşluklar, Macherey’in kuramsallaştırdığı bağlamda yazarın ideolojik olarak söyleyemediklerini örtmek ya da saklamak amacı gütmezler. Daha ziyade, hem kırsal -Ethan Frome ve Yaz Bitince gibi- hem de kentsel -Masumiyet Çağ ile Keyif Evi gibi- romanlarında da olduğu gibi, 19. yüzyıl Amerikan toplumunda kadınların erkeklere hizmet etmek üzere yetiştirildiği ve yaşamlarını bir dizi kısıtlamalar ve beklentiler çerçevesinde geçirmek zorunda oluşlarına dikkat çekerler. Wharton aynı zamanda yarattığı boşluklar ve sessizlikler aracılığıyla eserlerinin mutsuz ve şoke edici sonlarının yorumunu hem çağdaşı hem de gelecekteki okuyucuya bırakır gibidir. Bu bakımlardan, Wharton’un zamanın çok ötesinde eserler veren bir yazar olduğunu söylemek mümkündür. Öte yandan, günümüz okurunun sorması gereken soru şudur: Wharton’un eserleri neden Amerikan gerçekçi edebiyatın ustalarından biri sayılan Henry James’le aynı düzeyde görülmemiştir? Bu sorunun yanıtı ya da yanıtları edebi alanda değil, Amerikan toplumunun entelektüel çevreler de dahil olmak üzere, kadın bakış açısına -kadın yazara- karşı duyduğu şüpheci ve taraflı yaklaşımında yatmaktadır.