2008’den 2016’ya: Trump’ın Ayak Sesleri

2008’den 2016’ya: Trump’ın Ayak Sesleri

2016 Amerika Başkanlık Seçimleri, günümüzde sıklıkla gördüğümüz net popülist dersler içermektedir. Medya ve akademi bu dersleri uzun uzadıya ele alıyor. Şimdi önemli olan 2008 Barak Obama seçimlerinden başlayarak 2016 seçim sonuçlarına yol açan yörüngenin gözden geçirilmesi. Bu seçim 1990'larda Amerikalıların bir bölümü tarafından güvenlik anlamında nihai bir kopuşu ifade etmektedir. Bu güvenlik eksikliği algısı 9/11 sonrasında fiziksel güvenlikle başladı; Normak Rockvvell imgeleri tarafından yakalanan Amerikan Rüyasını yaralayan bu kopuş, 2000'li yılların sonunda finansal güvenlikle tavan yaptı ve 2008'de bir Afro-Amerikalının Amerikan başkan, seçilmesiyle tamamlanmaya yaklaştı.

Birçok biçimde kendini gösteren kopuş, ifadesini Chicago Exchange'den CNBC muhabiri Rick Sentelli'nin çağrısında buldu. Sentelli, kısmen 2008 yılı John McCain başkanlık kampanyasında Sarah Palin'in Başkan Yardımcılığı adaylığından neşet eden ve sonradan Çay Partisi hareketine dönüşecek olan popülist öfkeyi ifade etmekteydi. Sentelli, Obama yönetiminin "suyu içenleri" değil, "suyu taşıyanları" koruması gerektiğini belirterek, yönetimi kaynaklan adaletsiz biçimde dağıtmakla suçladı. "Suyu içenler" ve "suyu taşıyanlar" fikri Amerika'nın siyasi kültüründe merkezi bir yere sahiptir ve Amerikan siyasi hesaplarına yön verir. Çay Partisi'nin söylemi, bu fikri daha da ileri götürdü ve politik dağılımlar hakkında hükümetin yanlış yorumlamalarını ve bu dağılımlardan menfaat sağlayanlar hakkındaki aynştıncı dilini de bu suçlamaya ekledi.

Çay Partisi Hareketinin İki Hedefi: Finansal Kriz ve Obamacare

Çay Partisi hareketi tarafından ifade edilen bu korku ve öfke, Obama'nın şahsını ve Obama yönetiminin iki politikasını hedef alıyordu: Finansal krize verilen cevap (kurtarma paketleri) ve Obamacare olarak da bilinen Sağlık Hizmetleri Yasası.

Kurtarma planı hakkında Timothy Geithner, Amerikan finansal sisteminin orta ve uzun vadede istikrarını öneren seçeneklerin yerine, kolay popülizme başvuracak bir yanıt seçilmesine karşı yönetimi uyarmıştı. Yönetim, mantıklı siyasi seçenek olarak tanımladığı fayda-maliyet hesaplarına dayanan bir seçeneği tercih etti. Büyük finansal kurumlan kurtaran bu kararlar, 2008 öncesi düzenleyici çerçeveyi oluşturan Clinton ve W. Bush yönetimleriyle ilişkili, aralarında Goldman Sachs'ın da olduğu şirketlerle bağlantılı uzmanların rehberliğinde verildi.

Amerikalılar korkmuşlardı ve 2008 seçimlerinden henüz çıktıkları için kızgındılar. Bir yönetici mantıklı bir siyasi seçeneği uygular. Mantıklı bir siyasi seçenek; kazanan ve kaybedenlerin dağılımı ile seçilen ihtiyaçların tanımlarına, hâkim kanunlara, siyasi kültüre, sosyal anlaşmaya, siyasi dil ile bürokratik süreçler arasındaki ilişkiye ve kamu yönetiminin mevcut doğasına dayalı kazananları ve kaybedenleri dikkatli bir şekilde hesaplamayı içerir. Mantıklı bir siyasi seçenek 2008 seçimlerinden sonra Amerikan kamuoyuna uyacak bir durum değildi ve yönetim uygun halkla ilişkileri kullanmada başansız oldu. Radyo konuşmaları ve diğer alternatif medya kaynaklarından beslenen sağ görüşten birçok farklı ses boşluğu doldurdu ve o boşlukta büyüdü.

İkinci konu Obamacare'di. İlginçtir, bu iki siyasi hat birbirinden çok farklı çekimler yarattı, fakat yine de aynı hareketin hedeflenmiş organizasyonlanna hizmet etti.

Obamacare, Amerikan sağlık sistemindeki noksanlıklara verilen orijinal bir siyasi yanıt değildi. Öncülleri, özellikle de temel mükellef meselesinde, kısmen önceki Massachusetts Cumhuriyetçi Valisi'nin planından (Rorrmeycare) ve o zamanki First Lady olan Hillary Rodham Clinton tarafından yürütülen sağlık hizmetlerine yönelik Clinton yönetiminin kendi stratejisine karşr 1990'larda Cumhuriyetçi Parti tarafindan desteklenen temel öneriden gelmekteydi. Richard Nixon'ın da aralarında bulunduğu başkanlar da sağlık hizmeti reformu istemişlerdi fakat Amerikan siyasi kültürünün bunu kabul etmeyeceğini biliyorlardı. Obama yönetimi bu değişikliği yapabilmesine rağmen, Amerikan kültürü ve politikasının giriftliği nedeneyle geri tepmesinden kaçamadı. Obamacare, Amerikan siyasi kültürünü ele alan istikrarlı bir halkla ilişkiler kampanyası gerektiriyordu. Fakat politika siyasi destek görmedi. Bunun yerine, Çay Partisi bu politikayı hem hükümet paylaşımlannı hem de müdahalelerini eleştirmek için kullandt. Bu eleştiriler, kürtaj tartışmaları gibi özgürlükler hakkındaki Çay Partisi'nin diğer söylemleriyle çelişiyordu. Aynı zamanda kurtarma paketine uygulanan söylemlerle de zıtlık teşkil ediyordu.

Gözden Kaçan Bir Durak: 2010 Ara Seçimleri

Çay Partisi hareketinin bu iki politikayı eleştirmesi 2010 ara seçimlerinin seyrini belirledi. Gözlemciler sıklıkla bu seçimleri önemlerine rağmen unutuyorlar. Ama bu seçim, 2016 başkanlık seçiminin sonucunu belirleyen önemli olaylardan biri olan John F. Kennedy'nin kardeşi Demokrat Ted Kennedy'in. Senato koltuğuna Cumhuriyetçi Scott Brown'un oturmasıydı. Ek olarak Obama, yönetimi tarafındaki her siyasi harekete tam itiraz uygulayarak geleneksel Cumhuriyetçi Parti'nin bir kısmının ayrıştıncı trendleri harekete geçirdi. Obama yönetiminin titizlikle ölçülmüş, kimi zaman teknik dili de bu stratejiyi kolaylaştırdı. Bu dil, Amerikan kamuoyunun korku ve öfkesine ya da Amerikan ayrıştırıcılığının stratejik artışma değil, görece geniş bir temsil sunmaya çalışan merkezci (centrist) bir hukukçuya uygundu. Donald Trump bu iletişim ve iletişimsizlik katmanlarında kolayca kullanabileceği bir fırsat alanı yakaladı.

2016 Seçimlerinin sonucunu belirleyen bir başka unsur, tüm bu siyasi yörüngeyle eş zamanlı olarak, Amerikan oy sisteminde gerçekleşen sessiz değişimdi. Bu iki katmanlıydı. Birincisi, birçok Amerikan eyaletinde Cumhuriyetçi Parti tarafindan yoğun biçimde uygulanan seçim bölgelerinin yeniden çizilmesiydi. Seçim bölgelerinin yeniden çizilmesi oy bölgelerinde oy verenlerin yoğunluğunu ve parti dağılımını değiştirdi. İkincisi ise seçmenlerin seçmen kütüğünden çıkarılması ve seçim sandıklanna gidenler için getirilen kimlik kartı zorunluluğu gibi kuralların arttınlmasıydı. Bu tarz değişikleri meşrulaştırmak veya bu değişikliklerden insanlann dikkatlerini başka tarafa çekmek için Cumhuriyetçi Parti ve diğer çıkar grupları artan yasadışı seçim katılımları fikrini ya da mitini yarattılar. Yasadışı seçmen katılımına ilişkin ithamlarla, sıklıkla birden çok eyalette seçmen kaydı olanların sayısının yükselmesi kastediliyordu. Aslında Amerikan hareketliliği göz önünde bulundurulduğunda 40 yaş altındaki genç seçmenler arasında, birden fazla eyalette seçmen kütüğüne kaydolma ve yeni bir eyalete taşındığında diğer eyaletteki seçmen kütüğünden ismini sildirmeme oldukça yaygın bir eğilim. Sistemi anlayan yeterli sayıda vatandaşın olmaması ve Demokrat Parti'nin daha büyük sistem meselelerini korumak ya da değiştirmek için Obama bağlantılarını harekete geçirememesi, bu konuda ciddi bir güvensizliğe yol açtı.

Önemli Bir Eşik: Seçmen Hakları Yasası'nda Değişiklik

Bu süreç Amerikan seçmeninin çehresini değiştiren bir süreçti. Bunun devam etmesine izin verilmesi, tarihi Seçmen Hakları Yasası'nın (Voter Rights Act) sonunu getirdi. 2013'te Obama yönetimi Yasa'nın tamamı değilse de, temel ilkesine ilişkin bir davayı Yüksek Mahkeme'de kaybetti. Bu değişim, Çay Partisi ve diğer çıkar gruplarına seçim sistemi için açık bir kapı bıraktı. Bu nedenle Seçmen Hakları Yasası'ndaki karan takiben bu gruplar iki kat arttı. Bu başan, Başkan Obama'nın bu özel meseleyi neden 20 Ocak'ta görevden aynlmasmdan sonra bir öncelik haline getirdiğini ve başkanlığının ikinci döneminde Eric Holder'ı bu meseleyi ele almak için görevlendirdiğini açıklıyor. 2016 seçimleri için bu yanıtlar artık çok geç. Çay Partisi tarafından oluşturulan hareket, Demokrat kanatta Sanders'in başkanlık adaylığına kadar uygun bir karşılık bulamadı. Bu karşı hareket çok geç geldi ve Hilary Clinton'ı 2016 oylamasına getiren Demokrat Parti'nin kurumsal normlarını yıkamadı. Mobilizasyonun yetersiz olduğu durumlardan biri de Obama yönetiminin seçim ağını siyasi bir harekete dönüştürmedeki başarsızkğıydı. Aynı zamanda bir beklentinin sonuçlarıydılar; çünkü Obama yönetiminin umut ve değişim mesajlarına çok fazla bel bağlanmıştı. Yönetim Obama'mn siyasete ve politikaya yaklaşımım karakterize eden merkezi (centrist) teknik bir konuma doğru kaymıştı. Obama bu nedenle sağ cenahta ırkçı korkuyu ve öfkeyi palazlandırdı, fakat bunu sol cenahta sürdürülebilir pozitif tepkici bir umut hareketine dönüştüremedi.

Üçüncü bir parti için belirgin, uygun bir emniyet sübabı yoktu. İkili parti sistemi ve her partinin resmi kurumları Trump ve Sanders gibi sesler vasıtası ile partilerin içten fethedilmesi olanağı yarattı. 2010 ve 2012 seçimleri bu fetihe doğru küçük değişimlere sahne oldu. Trump 2016 seçimlerini kazandı, çünkü şartları okuyabiliyordu ve kullanmaya gönüllüydü.

Ve Trump İş Başında!

Amerika şu an Trump yönetiminde. Trump yönetiminin siyasal dili ve kullanılan politikaları nasıl birleştireceği önemli. Bu birleşmenin en azından yeni bir yönetimde öncelikli göstergesi Kabine'nin seçimi ve diğer bürokratik atamalar. Şu ana kadar Trump'ın tercihleri Çay Partisi'ni ve Alternatif sağ hareketi hem kabul etmeyi hem de onlardan sapmayı işaret ediyor. Bu tercihler, sağcı muhafazakar Cumhuriyetçilerin -bazıları aşırı sağa olduklarını söylüyor-, Alternatif sağcı Breitbart üyelerinin, özel sektörün küçük bir bölümünden gelen siyaset dışı aktörlerin -bazılan milyarder darbesi değilse de şirket darbesi olarak niteliyor- emsalsiz bir birlikteliğini içeriyor. Atama tercihleri Trump'ın liderlik özellikleri dahilinde bir bağlama oturtulmalı. Bu yönetim, yukanda bahsedilen hareketle ilgili seçmen kitlesiyle büyük ölçüde doğrudan iletişim üzerine bağlı olduğunu gösterdi. Bu hareket, etkileşimi yeterli seviyede tutmak ve doğasını korumak için sürekli olarak ayrıştırıcı uyaranlara ihtiyaç duyuyor. Keza siyasal sistemin temel teknik bilgilerini bilmediğinden bu durum sistemin etrafından dolaşmayı kolaylaştınyor. Aynı zamanda bu yönetim siyasi gelişim teknikleri ve uzun dönem siyasi uygulamaların ayrıntılı yönetimiyle ilgilenmezken kararlar üzerinde mutlak liderlik yapmak istiyor. Bütün bunlar, diğer şeylerle birlikte, politika yapımının, uygulamasının ve revizyonunun safha ve süreçlerini değiştirecek "siyasi yönetim branşı" ve "bürokratik yönetim branşı" arasındaki belli bir ilişkiyi gösteriyor.

2020 ara seçimlerinde Amerikan nüfusu, siyaset-politika ilişkilerinin bazı dinamiklerini değiştirme şansı yakalayacak. Bu seçimlerde seçmen hareketliliği ve Amerikan seçim sistemi önemli olacak. Bu sistem, daha önce atıfta bulunulan, Amerikan seçmeninin hızlanmış bir yeniden şekillenme sürecinden geçiyor.

Birçok ulusal ve uluslararası gözlemci için yönetimi kaygılandırıcı olsa da Trump, ortak bir karşı hareketin ortaya ön ayak oldu. Karşı hareket, Bernie Sanders'in yönetiminde organize olmaya başladı fakat tam olarak orada başlamadı. Bu hareketin üyeleri Ferguson Black Iives Matter hareketinden, kürtaj hakları ve kadın sağlığı haklan savunucularının oluşturduğu the Dreamers'dan, The Occupy hareketinden, Standing Rock ve diğer birçok hareketten neşet etti. Sanders'in adaylığı, bu hareketlere Obama seçim kampanyaları tarafından kurulan ağları yeniden canlandırmak ve genişletmek için müşterek bir Demokrat Parti temsili ve Demokrat Parti'nin kısıtlayıcı kurumsal normlarını kırma imkânı sağladı. Trump yönetimini, açık hedeflerde hızlı ve işbirlikçi eyleme zorlamak için bu hareketler şimdi ortak bir aciliyet hissi veriyor.