Yazar Selim İleri’nin yalın anlatımlı kalemiyle yaş dönemlerinin insan hayatındaki yerini anlatan, naif ve bir o kadar da sarsıcı öykülerden oluşan Yağmur Akşamları adlı kitabında aşksızlığa ait öyküler de bulunuyor. Kitap aynı zamanda edebiyat dünyasında yaşanan zorlukların anlatıldığı otobiyografik bir özellik de taşıyor.
Her kitap, bizi nasıl etkilediğiyle hayatımızda yer bulur ve zihnimizdeki yerini alır. Selim Ileri’nin son kitabı ‘Yağmur Akşamlan’ da benim için öyle oldu. Kitabı okumaya, İstanbul dışında, dost meclisinde ‘zaman’ kavramı üzerine yoğun biçimde tartışırken başladım.
Pink Floyd’un ‘Time’ şarkısı da fondaydı ve acaba yaşanılanları özlemek mi anımsamak mı lazım, sorusuna yanıt bulmaya çalışırken bize eşlik ediyordu. Şarkının son cümlesi ise en çok üzerinde durduğumuz cümleydi: “Vakit geçti, bitti şarkı, söyleyeceklerim bitmedi ama.”
Söylenenlerin bitmemesi üzerinde düşünürken, bunun nostaljiyi sevmekle ilintili olup olmadığını konuşuyorduk. Tüm bunlardan söz ederken, nostalji kelimesini sevmediğimi, hatta yaşanılanlara garip bir ‘mesafe’ koyduğunu düşündüğümü tekrarlıyordum.
İstanbul’a döndük; ‘Yağmur Akşamlan’ ile olan serüvenim burada da sürdü. Kitaptan ayrılmamak için bitirmeme isteğim, kitap bittikten sonra bazı sayfalanın ara ara karıştırma ile devam etti. Çünkü kitap, yalın anlatımı ve Selim İleri’nin benzersiz üslubuyla -ki bir Selim İleri kitabı okuduğunuzu hemen anlarsınız- yaş dönemlerinin insan hayatındaki yerini anlatan, naif ve bir o kadar da sarsıcı öykülerden oluşuyor.
“AŞK GELMEYECEK”
Aşksızlığa, geri gelmeyecek yıllara karşı duyulan özlemin anlatıldığı öyküleri okurken, en çok aşkın belli bir yaş döneminden sonra insanın karşısına çıkmadığına üzülüyorsunuz. Yazarın da dediği gibi “Aşk gelmeyecek.” Bir dönem kapanmıştır, artık o döneme geri dönüş olamayacağı için aşk da yoktur; belki de yazarın dediği gibi bu kapanan dönemin en acı yanı, bir daha aynı coşkunun yaşanmayacak olmasıdır.
Kitap aynı zamanda edebiyat dünyasında yaşanan zorlukların anlatıldığı otobiyografik bir özellik de taşıyor. Yazar, ‘Son Sayı’ isimli öyküde edebiyat dergiciliğinin en iç burkan durumlarından biri olan dergi kapanmalarını şu cümlelerle anlatıyor:
“Hiçbir yerde yanılmadın, diyorum, dergiler göçüyor, edebiyat göçüyor, birbirinin gözünü oyan insanlar, kimin umurunda öykü, sesim yükselsin istiyorum.” Edebiyatın artık dönülmez bir yola girdiğini ve insanların ilgisini çekmediğini düşünen îleri, bundan dolayı acı çektiğini de vurguluyor.
ÖLÜMDEN KAÇIŞ YOK
Kitaptaki öykülerden ‘Nerval Diye Biri’nde ise ‘yazamama’ sorununu ele alıyor; yaşanılanlarla yazılanlar arasındaki bağı şu şekilde anlatıyor: “Yaşadıklarınızı yazarak geçmişi diriltemiyorsunuz. Ama yazıda yaşatmaya çabaladıklarınız, sonra, bazen, yaşanıyor. Sonra yeniden yazmak zorunda kalıyorsunuz.” Yazarın belleğinde önemli bir yeri de ölüm korkusu tutuyor. Geçen yıllan değerlendiren İleri, aradan 25 yılın daha geçtiğini ve ölümün geleceğinin farkında. Aşk nasıl gelmeyecekse ölüm gelecek; kaçış yok!
Kitaba ismini veren ‘Yağmur Akşamları’nda ise yazarın kendi edebi üslubunu başka edebiyatçıların yorumlarından yola çıkarak değerlendirdiği bir sürece dahil oluyorsunuz. Gençliğin gidişiyle coşkusunu yitirdiğini söyleyen yazar, yazdıklarına Salah Birsel’in özgün bir anlatımı var derken, Vedat Günyol’un hiçbir zaman beğenmemesi karşısındaki durumunu şu ifadeyle anlatıyor: “Ne korkunç bir şey yazarın beğenilmek tutkusu! Dinmez ağrı!”
Aynı öyküde Lale Dilek isimli bir edebiyatçıyı da anlatan yazar, başka bir yazarın yazın yaşamındaki gelgitlerini, isteklerini ve var olma hikayesini anlatıyor. Kitabı bitirdikten sonra, Lale Dilek’in ‘Eskimek’ kitabına ismini veren Metin Alüok’un ‘Eskiyip Gitmek’in dizeleri kalıyor geriye:
“.. .Tek bildiğim kendimdir. Ve kendim, belki hiç bilmediğim. Nasıl da eskimiştir.” Kendimizle ilgili bildiklerimizin eskidiği gün, geçmişle değil, önce kendimizle olan ilişkimizi tekrar gözden geçirmeliyiz; belki de nostaljiye ihtiyaç duymadan yaşamanın tek yolu bu...
2011 YAZINDA EN COK BU KİTAPLAR OKUNDU
Her yaz olduğu gibi bu yaz da bazı kitaplar diğerlerinin önüne geçti. Tatilde, sahil yörelerinde, gezilerde pek çok insana bu kitaplar eşlik etti. Peki,
2011 yazında en çok hangi kitaplar okundu? İşte bu kitaplar ve hikâyeleri...
ELİF ŞAFAK
İskender-Elif Şafak-Roman
Elif Şafak’ın yeni romanında bir ailenin, Toprak Ailesi’nin yaşamı anlatılıyor. Onların hayal kırıklıklarında ve umutlarında hem ilginç ve sıradışı, hem de tamdık ve bizden bir hikâyenin izdüşümlerini buluyoruz. Bir Kürt köyünde başlıyor sürprizlerle dolu bu serüven. Oradan İstanbul’a, Londra’ya ve Abu Dabi’ye uzanıyor. Gidenler ve kalanlar, sevenler ve sevmeyi bilmeyenler üzerine kurulan romanda; değişmek, değişebilmek ana temalar arasında yer alıyor. 1970’lerde Anadolu’dan Londra’ya göçmüş Toprak ailesinin hüzünlü, heyecanlı ve bir o kadar da umut dolu hikâyesi İskender’.
Serenad-Zülfü Livaneli-Roman
Livaneli, ‘Serenad’da, İstanbul Üniversitesi Halkla ilişkiler bölümünde görevli 36 yaşındaki Maya Duran ile üniversitenin davetlisi olarak Türkiye’ye gelen 87 yaşındaki Alman asıllı Amerikalı profesör Maximillian Wagner arasında geçen olayları anlatıyor. 60 yıllık aşkının izini sürmek için profesörün İstanbul’a gelmesi, hem kendi hem de Maya’nın aile sırlarım ortaya çıkarmakla kalmıyor, 2. Dünya Savaşı’ndaki Yahudi soykırımı, Ermeni ve Kürt sorununun yanı sıra Struma ve Mavi Alay facialarında hayatını kaybedenlerin hikâyelerini de gözler önüne seriyor.
İsim Şehir Hayvan-Yılmaz Özdil-Deneme
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı Yılmaz Özdil, özellikle AKP Hükümeti’nin temel politika ve uygulamalarına karşı çıkan muhalif makaleleriyle son dönemde geniş ilgi görüyor. Kısa, özlü, tadı bir üslubun egemen olduğu sert vurgularıyla, yer yer alaycı, yer yer hüzün verici diliyle tanınan Yılmaz Özdil, bu kitabında Hürriyet Gazetesi’nde yayımlanan makalelerini, ‘İsim-Şehir-Hayvan’ oyunu kurgusuyla bir araya getirdi. Türkiye siyasi yaşamının belli başlı aktörleri, Avrupa Birliği ülkeleri ve ABD, futbol takımları, Türk Silahlı Kuvvetleri ya da türban meselesi kitapta yer alan konulardan sadece bazıları.