2015 Sinemada Sürprizlerin Yılı Oldu

2015 Sinemada Sürprizlerin Yılı Oldu
2015 yılı sinema dili ve tekniği açısından dünyada değişik estetik gelişmelerin kendini gösterdiği ve hatta pekiştirdiği bir yıl oldu. Aynı manada Mustang filminin Oscar’a en iyi yabancı film dalında aday oluşu ile Türkiye sinemasına da pay çıkarılan bir yıldı. Yerli sinemada seçimler ve bozulan ekonomi ile siyasal ortamın belirsizliği gişede hasılat kaybına neden oldu. Bu yazıda 2015 yılında sinemasal olarak öne çıkan bazı yerli ve yabancı filmlerin kısa incelemesini yapacağız.

OSCARLAR

Amerikan Sineması ve Küresel Hollywood

Amerikan sinemasına sadece bir ülkenin ulusal sineması olarak bakmamak gerekiyor. Zira filmlerin türleri, seçilen konulan, yıldızların seçimi ve filmin bütçesi kadar olan pazarlama bütçesi ve teknikleri Hollywood sinemasını hem küresel olarak çekici kılıyor hem de aynı zamanda tekelci uygumalar ile onu yerli sinemanın rakibi, çoğu zamanda bir numaralı düşmanı yapıyor. Hem eğlence hem ticaret olan Amerikan sinema sanayisinin bu altyapı yatırım ve birikimin üzerine bir de göçmen olan yetenekliler ve teknik ekip de eklenince karşı konulmaz cazibede bir formül ortaya çıkıyor. İşte bu yıl da Oscar adaylarından gördüğümüz bu eşsiz sihirli sinema formülü şu filmleri öne çıkardı:

The Revenant (Diriliş)

Alejandro Gonzâlez Inarritu geçen yılda Birdman (Kuşadam) ile hem en iyi film, hem de en iyi ödüllerine ulaşmıştı. Meksika kökenli Inârritu’nun uluslararası sinema camiasında fark edilmesi Amorres Perros (Paramparça Aşklar Köpekler) filmi ile oldu. Inarritu filmlerinde gerçek hayattan öyküler alıyor, insan dramım evrensel duygularla yoğuruyor. Filmlerinde aşk acısı, ölümden sonra tutulan yas gibi kuvvetli duygularla hızlı ve diyalektik bir kurgu ile anlatırken oyunculardan en güçlü performansları almayı amaçlıyor. 21 Gram ile Sean Penn, Naomi Watts ve Benicio Del Toro ile, Babel filminde Brad Pitt, Cate Blanchett ile ve Biutiful filminde Javier Bardem gibi oyuncularla çalıştı. Bu filmlerde ise kaza, kader, aşk, ölüm ve ilişkilerin çıkmazlığı gibi modem çağın endemik sorunlarını anlattı. The Revenant filminde de benzer bir dünya görüşü ve felsefi açmaz var. Filmin sonunda karakterler sorunları ile yüzleşiyorlar ve sorunları asla çözülmüyor, belki acılar paylaşarak da az hissedilir oluyor. The Revenant Leonardo Dicaprio’nun bir ava olarak intikam almak üzere uzun bir yol kat ettiği film 1820’ler Kuzey Amerikası’nda yerliler, kürk avcıları ve acımasız doğa arasındaki vahşi mücadeleyi anlatıyor. Teknik olarak Birdman ile gelişen kesintisiz ve akan çerçeve anlatımı devam ediyor. Bu teknikte herhangi yeni bir çerçeveye kesmeden uzun süre aynı planda kalıp karakterleri ve objeleri yeniden çerçevelemek gerekiyor. Bu mizansen ve koreografı olarak güç; ama ilginç ve şaşırtıcı sonuçlar veren bir teknik. Bu tekniği en iyi uygulayan daha önceki filmlerinde Alfonso Cuaron ve Terrence Malick ile de çalışan görüntü Emmanuel Lubezki (keçi anlamında takma adı var: Chivo). Lubezki daha önce Cuaron’un yönettiği Gravity (Yerçekimi) ve Inarritu’nun Birdman’ı ile art arda iki defa en iyi görüntü Oscarını kazanmıştı. Bu durum onun bu ödülü üçüncü defo alması oldu. Artık 22 yıldır altına defo erkek oyuncu dalında Oscar’a aday olan Leonardo DiCaprio bu gecede Oscar ödülünü tattı.


Mad Max Fury Road (öfke Yolu)

AvustralyalI George Millerim 1979’da yarattığı Max Rockatansky karakteri kıyamet sonrası dünyada kaosun olduğu ve petrolün tek geçerli nimet olduğu bir dünya tasvirinin beyazperdeye en son yansıması. Max rolüyle Mel Gibson’u Hollywood’a kazandıran serinin dördüncü filmi, 2000’li yılların başında Afrika’da çekimler başlamışken çekimi güvenlik ve diğer sebeplerden dolayı durdurulmuştu. Bu defo tam 15 yıl sonra Tom Hardy bu kahramanı yeniden beyazperdeye taşıdı. Mad Max serisinin kendine özgün anlatım biçimi ve içerik özellikleri yine bu filmde de mevcut.

Geçmişe oranla çok daha fazla dijital efektlerin kullanılması doğal karşılanabilir. Ancak ilk yaratılışından tam 35 yıl sonra bütün ihtişamı, benzersizliği ve cüretiyle bu film bu yıl yapılan diğer tüm filmlerden farklı. Öncelikle son 10 yılın trendi olan dijital teknolojinin en üst düzeyi kullanıldı filmde, Afrika’nın güneşinin dik vurmasıyla ortaya çıkan harika renkleri muhteşem görseller sağlıyor. Bunun yanında aksiyon sahnelerinin gerçekten dublörlerini tehlikeye sokarak yapılmış olması filme ayrı bir gerçeklik hissi katıyor. Deformasyona uğramış, uyuşturucu bağımlısı ve düşünme yetisini yitirmiş askerlerin makyajları, ses miksi ve görüntü kurgusunun dinamizmi bir konsept film olarak Max Max’i bu yılın en farklı filmi yapıyor. Charlize Theron’un da Furiosa rolündeki başarısı da gözden kaçmamak. Bu yılın Oscar ödüllerinde teknik dallarda tüm ödülleri alarak farkını da gösterdi.

Trumbo

Dalton Trumbo; 1940’larda Hollyvvood’da en çok kazanan yaratıcı bir senarist iken Amerika’da Soğuk Savaşın paranoyak hışmına uğrayarak kendini yeniden var etmek zorunda olan bir adamın gerçek hikâyesi. Yakın zamanda 2007 tarihli Trumbo üzerine bir belgesel film de yapılmıştı. Bu defa dramatik olarak bu karakteri daha önceden TV dizisi Breaking Bad ile tanıdığımız beyazperdeye Bryan Cranston taşıyor. Filmde gerçek hayatta var olan Hollyvvood’un altın çağma ait John Wayne, Gary Cooper ve Edvvaıd G. Robinson gibi sağcı oyuncular, Elia Kazan işbirlikçiler de karakter olarak temsil ediliyor. Bu dönemde yandaş dedikodu gazeteciliği ile McCarthycilik etkisi stüdyo sahiplerini korkuttuğu için zamanında ikinci Dünya Savaşı’nda ABD’nin müttefiki olan Sovyetler Birliği’ni destekleyen komünist parti üyesi sinema çalışanlarına karşı bir cadı avı başlatılır. Sonunda senatoya ifade vermeyi reddedenler Trumbo dahil olmak üzere hapis yatarlar. Bunun yanında kariyerleri de sona erdiğinden işsiz kalırlar. İçlerinde Trumbo sahte isimlerle defalarca senaryo yazıyor ve iki kez de bu başka isimler altında Oscar kazanıyor (Roman Holiday ve The Brave One filmler ile). Trumbo’nun adıyla sinema sektöründe tekrar çalışabilmesine neden olan iki kişidir: Oyuncu Kirk Douglas ve Otto Preminger. Her iki adam da tehditlere kulak asmayıp Trumbo’nun ismini jenerikte senarist olarak yer verince bu bağnaz dönemin köhnemiş uygulaması da ortadan kalkıyor. Trumbo filmini özellikle Cranston’un oyunculuğu sürüklüyor. Tarihte derneklere üye olanlar bildirilere imza attıkları için hain ilan edilenlerin daha sonra yüceltildikleri ve onları bu duruma sokanların yıllarca lanet ile anıldığım da tarihe bir not olarak düşmeli. Dalton Trumbo’nun yazıp yönettiği savaş karşıtı Johnny Got His Gun filmi de Metallica’nin One isimli parçasının klibinde bolca gösterilir.

Creed (Ya da Rocky 7 J)

1976 yık yapımı orijinal Rocky filminden neredeyse 40 yıl sonra Sylvester StaUone sinemanın bu en tanınan boksörünü yerinden canlandırmak için geri döndü. Fruitvale İstasyonu filmi ile tanıdığımız Ryan Coogler ve onun beraber çalışmayı sevdiği oyuncusu Michael B. Jordan, Apollo Greed’in gayrimeşru oğlu olarak karşımıza çıkıyor. Film; tam bir sevgi işi gönülden gelen bir şevk ile yapılmış çalışma. Hayran olduğu Rocky serisine dayanarak senaryo yazıyor. Sylvester Stallone’u ikna ediyor ve hikâye hayat buluyor. Anti kahraman olarak Rocky yaşh ve kanser hastası çalıştırıcı olarak Apollo’nun oğluna son bir katkıda bulunmak için onun yanında yine epik bir boks müsabakasına hazırlanıyor. Ryan Coogler senaryoyu gerçekçi tonda yazmış. Seçtiği çerçeveler kompozisyonun akıcılığı, uzun süren sekanslar filmi bir şiir gibi belleklerde kalıcı kılıyor. Aynı zamanda orijinal Bili Conti müziği ile günümüz R&B/Hip-hop müziğinin sentezi olarak oldukça başarılı. “Olmaz, olmaz” demeyin belki bir Rocky 8 de olur 10 yıla kadar.

The Martian (Marsh)

Çok sevdiği kardeşi Tony Scott’u yakın zamanda kaybeden İngiliz Ridley Scott son iki filmi ile hayal kırıklığı yaratmıştı. Ancak bu film ile 78 yaşında olan Scott her defasından daha enerjik biçimde sinema yapmaya devam edeceğini gösteriyor. Marsh filmi kaza ile Mars’ta arkada bırakılan bir astronotun bir yılı bulan var olma mücadelesini anlatıyor. Film aslında geçen yılki Christopher Nolan’m Interstellar ve daha önceki yılın Gravity filmlerinde olduğu gibi uzayda geçen görsel efektleri ile öne çıkan bir film. Ve hatta Interstellar’dan iki oyuncuyu da beraberinde taşımış (Jessica Chastain ve Matt Damon). Ancak Robinson Cruosoe gibi Mars’ta tek başına hayatta kalmaya çalışan astronotun hikâyesi dramatik olarak o kadar güzel yazılmış bir senaryo ile işliyor ki her bir adım sürpriz ile dolu de filmin inandırıcılık açısından hakkım veriyor. Film büyük ekrana ait bir film, televizyon izlerken biraz hayal kırıldığına uğrayabilirsiniz. Esprili yaklaşımı filme Altın Küre ödüllerinde en iyi komedi film ödülünü getirdi. Ancak Marsh çok ciddi yapılmış, çok teknik ve sanatsal emeği içeren bir film. Matt Damon’un da Ridley Scott’ın da çabalan bu yıl da Oscarlarda takdir edilmedi.

ÖNE ÇIKAN DİĞER AMERİKAN FİLMLERİ

45 Years, Amy, Bridge of Spies, Brooklyn, Carol, Ex Machina, inside Out, Joy, Room, Sicario, Spotiight, Star Wars The Force Avvakens, Steve Jobs, Straight Outta Gompton, The Big Short, The Danish Girl, The Hateful Eight, Love, 50 Shades of Grey, Macbeth, Suffragate, Anomalisa, Tangerine, Beasts of No Nation, Listen to Me Marlon, It Follows ve What Happened, Miss Simone.

2016 OSCAR TÖRENİ

Bu yıl Oscar ödüllerinde siyah aday olmaması protestolara neden oldu. Başım Jaden Pinket Smith’in çektiği bir grup oyuncu törene katılmadı. Törenin sunucusu Chris Rock, bu konuyu hicivle güzel olarak ekrana taşıdı. Törenin sürprizi, rahiplerin çocuk tacizini ortaya çıkaran gazetecileri anlatan Spotlight’in en iyi film Oscarı alması oldu. DanimarkalI oyuncu Alicia Vikander, en iyi yardımcı kadın oyuncu oldu. Vikander, iki yıl içinde birbiri ardına çok farklı filmlerde üst düzey bir oyunculuk performansı verdi. Törene gene Oscar adayı sevgilisi Michael Fassbender ile gelen Vikander ödül konuşması yaparken Fassbenderi unuttu. Herkesin beklediği gibi Brie Larson Room filminde gösterdiği oyunculuk ile en iyi kadın oyuncu Oscarı’nı kazandı.

DÜNYA SİNEMASI

Mustang, Son of Saul, The Assassin ve Victoria

Bu yılın en şaşırtıcı sinema olayı Türkiye kökenli Fransız Deniz Gamze Ergüven’in Türkiye’de geçen ve Türkçe çekilen filmi ile Fransa’yı Oscarlarda en iyi yabancı filme aday olarak temsil etmesi oldu. Filmin teknik ekibi ve finansmanı Fransız olduğundan o ülkeden Oscar’a aday gösterilmesi mümkün. Tabii burada bizim konumuz ve yeteneğimiz var ise “Bizden neden Oscar adayı çıkmıyor?” diye de sormaya hakkımız var. Maalesef Mustang feminist bir film olmaya çakşırken yaptığı toplumsal temsil yanlışları ile bu konuda sınıfta kalıyor. Muadili olan Araf, Mavi Dalga ve Köksüz gibi filmler Türkiye sinemasında kadının durumu anlatmakta katbekat daha başarılı.

Son of Saul: Macaristan’ın Nazi işgali altında yaşadıklarının ekrana yansıdığı bu tarihi film, yabancı film Oscar’ının en güçlü adayıydı ve ödülü aldı.

The Assassin: Çin dünya sinemasına uzun süredir art arda estetik ve içerik açısından kuvvetli filmler yolluyor. Sight & Sound delgisine göre yılın en iyi filmi dövüş s anadan filmi Assasin (Suikastçı).

Victoria: Bu yıl Berlin Film Festivali’nde sürpriz filmdi. Tüm öykü tek bir plan ile çekilmiş, Berlin’de İspanyol bir kız öğrencinin bir gece soyguna karışması ve ölüm dahil her türlü tehlikeyi yaşamasını anlatan Victoria. Senaryo ve çekim estetiği ile Berlinale’de en şaşırtıcı çıkışı yapan filmi oldu.


The Lobster: Yorgos Lanthimos’un yaptığı İngilizce çekilen filmi çok farklı bir fikir ile tasarlanmış. Aşkı bulamayan bekârların devlet eliyle hayvana dönüştürüldüğü bu filmi izlemek çok ayrı bir deneyim.

Dünya sinemasında diğer önemli filmler: Theeb, Taksi Tahran, kısa filmlerde; Sah, Orman, The Patriot, Ave Maria.

ZİRVEDEN DÜŞEN TÜRKİYE SİNEMASI

Bu yıl gişe hasılatında az ilerleyen Türkiye sineması, toplam seyirci sayısında düşüşe uğradı. 136 yerli film gösterime girdi, bu geçen yılın 112 filmine göre ciddi bir artış. Festivallerde gösterilen sanatsal filmler gişede seyirci bulmazken gene festival sansürleri ile anıldı. Altın Portakal riskli konularda eleştirilerin sesini kısmak adına belgesel ve kısa film yarışmalarını seçki adı altında farklı bir sisteme dönüştürdü. Seçilen filmlerin gösterimine devlet müdahalesini protesto amacıyla Altın Lale Ulusal ve Uluslararası Yarışmaları ile Ulusal Belgesel Yarışması ve Kapanış Töreni iptal edildi. Barış Atay Mengüllüoğlu’nun Eksik filmi 12 Eylül ile hesaplaşma temasıyla ve güçlü oyunculuklarıyla farklı bir yapım olarak sinema tarihimize geçti. Gelecek kuşaklara gururla bırakılabilecek sanatsal miras olan şu filmler şu yönetmenlerle ortaya çıktı.

*    Eksik (Barış Atay Mengüllüoğlu)

*    Abluka (Emin Alper)

*    Sarmaşık (Tolga Karaçelik)

*    Rüzgarın Hatıraları (Özcan Alper)

*    Kar Korsanları (Faruk Hacıhafizoğlu)

*    Çekmeceler (M. Caner Alper, Mehmet Binay)

*    Yeni Dünya (Ganer Erzincan)

*    Ana Yurdu (Senem Tüzen)

*    Yarım (Çağıl Nurhak Aydoğdu)

*    Nefesim Kesilene Kadar (Emine Emel Balcı)

*    Kasap Havası (Çiğdem Sezgin)

*    Çırak (Emre Konuk)

*    Kalandar Soğuğu (Mustafa Kara)

*    Takım: Mahalle Aşkına (Emre Şahin)

*    Bulantı (Zeki Demirkubuz)

Kayıplarımız:

Türkiye: Zeki Alasya, Levent Kırca, Memduh Ün, Çetin Altan, Yılmaz Koksal, Basar Sabuncu, Müzeyyen Senar, Yaşar Kemal, Kayahan, Erol Büyükburç, Behiye Aksoy, Sümer Tilmaç, Hakkı Kıvanç, Tomris İncer.

Dünya: Star Trek dizi ve filmlerinden Spock rolüyle tanıdığımız Leonard Nimoy, Yüzüklerin Efendisindeki Saruman karakteriyle hafızalarda yer eden Sir Christopher Lee, ‘Arabistanlı Lawrence’ ve ‘Dr. Jivago’ gibi filmleriyle bilinen Mısırlı oyuncu Ömer Şerif, oyuncu Anita Ekberg, Wes Craven, G hantal Akerman görüntüleri Vilmos Zsigmond, Haskell Wexler belgeselci Albert Maysles, Die Hard ve Harry Potter serisinden tanıdığımız Alan Rickman, şarkıcı ve oyuncu David Bowie, Ettero Scala ve oyuncu Maureen Ohara.