Aradan o kadar zaman geçmesine rağmen Afa yayınlarından çıkmış pembe kapaklı roman gözümün önünden gitmiyor. Muhtemelen 1987 yılıydı, henüz 10 yaşında bir ilkokul öğrencisiydim. Önce ablamın hararetli bir biçimde romandan anneme bahsetmesiyle haberdar olduğumu hatırlıyorum. Kısa bir süre sonra aynı romanı bu kez ben gizli gizli okuyacaktım. Ne yalan söyleyeyim, Kadının Adı Yok’u büyük bir iştahla okumamda sanırım çocukluktan genç kızlığa yavaş yavaş adım atarken zihnimde kimselere soramadığım bazı sorulara yanıt vermesi ve elbette yeni sorular sordurması etkili olmuştu. Nedense ablamdan bile gizli okuduğumu hatırlıyorum. Yaşımı erken bulup elimden romanı almasınlar diyedir büyük ihtimalle!
Duygu Asena’nın 1986 yılının Aralık ayında yayımladığı ve özellikle kadınlar arasında kulaktan kulağa yayılarak kısa sürede çok sayıda baskı yapan Kadının Adı Yok, şimdi anılardan öğrendiğimize göre herkes için öncelikle bir şok etkisi yaratmış. Asena her ne kadar gazete yazılarında konu edindiği meseleleri romanında kaleme aldıysa da, aslında meslektaşlarından hiçbiri böyle bir roman yazmasını beklemiyormuş ve Asena’nın romanı herkes için sürpriz olmuş.
Yazarın yakın çalışma arkadaşlarından olan gazeteci-yazar İpek Çalışlar, Asena ile Gelişim Yayınları’nda çalıştığı yıllarda bir gün Ercan Arıklı’nın elinde pembe kapaklı kitapla geldiğini ve “Kıskanacaksınız, Duygu ilk kitabım yazdı ve bu kitap çok satacak.” dediğini aktarıyor. Gerçekten de hepsinin büyük bir şaşkınlık geçirdiğini, hatta Hilmi Yavuz’un kapaktaki Duygu Asena ismi ‘sahte mi’ diye tırnağıyla kazıma denemesine bile giriştiğini anlatıyor.
Gerçekten tam da Arıklı’nın dediği gibi olur; roman çok satar. Bir yıl içinde rekor bir satışla kırk baskı yapar. Ancak 1988 yılı Nisan ayında “Başbakanlık Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu” kitabı küçüklere zararlı yayın ilan eder ve romanın poşette satılmasına karar verilir. Duygu Asena karara itiraz eder ve dava açar. Nihayet 1991 yılında dava sonuçlanır ve kitabın yayınına yeniden izin verilir. Roman, Almanya, Hollanda ve Yunanistan’da da çevrilerek yayımlanır. Kadın özgürlüğünün ve cinselliğinin bir manifestosuna dönüşen roman, 1988’de Atıf Yılmaz tarafından filme alınır.
DANSÖZDEN GAZETECİYE ROMANA TEPKİLER
Yazıldığı yıllarda çok okunmuş ve belki de birçok kadının feminizmle, kadın hakları mücadelesiyle tanışmasının miladı olan romanın yayımlandığı dönem yeterince kıymetinin bilinmediği, hatta ağır eleştirilerle karşılaştığı söylenebilir. Milliyet gazetesi arşivinde kısa bir gezinti bu türden eleştirileri su yüzüne çıkarıyor. Örneğin yazar Tomris Uyar kendisine sorulan bir soru üzerine kitabın bir edebiyat kitabı olmadığını, kitapta anlatıların genç kızların yüzde 70’inin yaşadığım ve bilinen şeyler olduğunu ve “sahte bir feminizm” getirdiğini belirtmiş (Milliyet, 19 Aralık 1987). Romanın edebi değeri, Türkçe edebiyata yazınsal anlamda katkı yapıp yapmadığı vb. sorular akla gelebilir ancak Tomris Uyar nedense, herkes tarafından bilinen şeylerin ilk kez bu açıklıkla kaleme alındığını es geçmiş. Yılbaşı gecesi ekranlara dansöz olarak çıkacak Nilüfer Öz’e Metih Aşık köşesinde sormuş: “Duygu Asena’nın kitabını okudunuz mu?” Cevap: “Okudum ama beğenmedim. Kadın Adı Yok biçiminde bir ad çok ters bence. Her kadının adı da var yeri de. Üstelik Türkiye’de kadına Avrupa’dan daha çok değer veriliyor bence... Hakları da çok.” {Milliyet, 26 Aralık 1987). Feministlerin ise eleştirdikleri temel noktalardan biri Asena’nın kadın örgütlülüğünü vurgulamayıp daha çok kadının bireysel kurtuluşunu öne çıkarması. Örneğin Milliyet muhabirinin romanla ilgili sorusuna Feminist dergisi yazarlarından biri şöyle cevap veriyor: “Ben asıl kadınları suçlamasını sevmedim. Sanki “siz böyle davrandığınız için başımıza bunlar geliyor” demeye getiriyor. Ayrıca kitapta kadınlarla dayanışmacı değil.” {Milliyet, 25 Ekim 1987). “Bireycilik” vurgusu, sıklıkla dile getirilmiş olacak ki, Bianet’te yayınlanan röportajında Fitiz Koçati de Asena’ya aynı konuyla ilgili bir soru yöneltiyor (bianet.org, Nisan 2003). Asena bu soruya şu yanıtı veriyor: “Bireysel özgürlüğe değinmemiz şarttı çünkü o dönemde (hala da öyle saydır) çok fazla örgüt yoktu... Olsa bile seslendiğimiz kadınlar örgütsel faaliyetlere katılabilecek güçte değillerdi, hiç olmazsa kendini kurtarsınlar diye düşünüyorduk. Mesela dayak yememeyi öğrenmek, tepki göstermek, kendi bedenlerinin hakimi olmaları... (...) Zor iş hala örgütlenmek. O zaman hiç olmazsa bireylerin gözleri açılsın diye düşünüyorum.”
Romanı sinemaya uyarlayan Atıf Yılmaz da romandaki kadın karakterin bir erkek toplumunda var olma savaşı verirken erkek metotları ve silahlarını kullandığını” düşünüyor (Milliyet, 16 Ocak 1988). Bu roman bağlamında yeterince tartışılmamış önemli bir nokta bence ama filmi çeken Atıf Yılmaz da eleştirilerden payını alıyor (Milliyet, 18 Şubat 1988). Erdal Çetin sadece best seller olduğu için ve ticari kaygılarla bir romanı apar topar filme uyarladığı için kızıyor yönetmene ama asıl dert sanırım başka! Çetin’in yazısından bazı satır başlan şöyle: “Kadının Adı Yok’ta yanlışlar diz boyu... Bir kadın ki, dünyanın her yerinde geçerli olan moral değerlere hepten aykırı gidecek... Kocasının yanlış davranışlarına tepki gibi gösteriliyor olsa bile haklı gösterilemeyecek ilişkiler içine girecek (...) kocasına ‘yemeği sen yap” ültimatonunu verirken basit aile içi iş bölümü kurallarına karşı çıkacak.. Filmleştirilen kitap çok tartışılmış, ne mesaj verdiği sorusunun içinden bir türlü çıkılamamıştı”. Bence Erdal Çetin romanla ne mesaj verildiğini gayet iyi anlamış, öfkesi bu yüzden!
Son örnek Haşan Pulur’dan. Pulur, kadını zinayla suçladığı bir boşanma davasını konu ettiği köşe yazısını şöyle bitiriyor: “Ey feministler, ey kadın hakları savunucuları, ve dahi Duygu Asena’nın “Kadının Adı Yok” tarikatının müritleri! Bu koca ne yapsın?”
Yayınlanalı sadece bir sene olmuş Kadının Adı Yok’un ne denli okunduğunu ve ilgi gördüğünü neredeyse romanın başlığının deyimleştiğini ve kültleştiğini gösteriyor bize bu haberler. Asena’nın ne derece hırpalandığının, ötelendiğinin, küçük görüldüğünün de ifadeleri.
Asena’nın ölümünün ardından düzenlenen törende Şirin Tekeli’nin, Kadının Adı Yok için “feminizmin manifestosu” değerlendirmesini yapması bütün bu eleştirilere verilen bir cevap olarak düşünülebilir.
KADINCA, KİM, NEGATİF VE DİĞERLERİ
Kadının Adı Yok romanı elbette, Duygu Asena’yı geniş kitlelere tanıtan ve büyük yankı uyandıran onun en önemli eserlerinden biriydi ama ilk yazısı 1972’de Hürriyet'in Kelebek ekinde çıkan Asena, 1978 yılından itibaren yayınladığı tüm dergilerde ve gazete yazılarında başta kadın meselesi olmak üzere Türkiye’nin derin yaralarına ilişkin düşüncelerini kaleme aldı. Kadınca (1978), Onyedi, Ev Kadını, Bella, Kim ve Negatif (1992) dergilerini yöneten Asena, 80’li yıllardan itibaren yaptığı yayınlarla ve çıkardığı dergilerle kadın özgürlüğü meselesinin kamu oyunda geniş yer bulmasına ve tartışılmasına öncülük etti. Bekâret sorunu, çokeşlilik, toplumsal ve aile içi sözel, duygusal, fiziksel ve cinsel şiddet, namus cinayetleri, ataerkil aile düzeni, zorla ve küçük yaşta evlendirilme vb. toplumsal sorunları yazılarıyla sürekli ülke gündeminde tuttu; çalışan kadınların sorunları, boşanmanın kolaylaştırılması, cinsel sorunların dillendirilebilmesi, sorunlu kadın-erkek ilişkileri, kadının kürtaj hakkı, Türk Ceza Kanunu ve Medeni Kanun’un cinsiyetçi maddelerden arındırılması gibi toplumsal olarak kadının aleyhinde işleyen bütün kuramlara ve kurallara karşı çıktı, sorunlu kadınlık ve erkeklik hallerini eleştirdi ve onları dönüştürmek için kamuoyu oluşturulmasında aktif olarak rol aldı.
80’li yılların sonunda bizim evimize de yine ablam aracılığıyla Kadınca dergisi girmeye başladı. O derginin de hayatlarımızda o zaman farkında olmadığımız ölçülerde önemli bir yer edindiğini söyleyebilirim. Babam çok muhafazakar bir insan değildi ama nedense bu dergileri çok da sempatiyle karşılamadığım hatırlıyorum.
Ne de olsa ilk kez orada her türlü cinsel tabuya dair yazılar okuyor, farkındalık kazanıyor ve deyiş yerindeyse henüz hayatlarımızda olmasa da bilincimizde sessiz sedasız bir devrim yaşıyorduk. Şimdi arşivden Kadınca’nın kapaklarında yer alan manşetlere bakıyorum da o dönem için hatta şimdi için bile ne kadar da cesur olduklarım görüyorum: “Evlilikte ve Flörtte Seks”, “Medeni Kanun Medenileşiyor”, “Çocuklarımıza Kim Nasıl Bakacak?” “Kocanız Sevişmek İstemiyorsa”, ‘Anayasal Bir Suç Bekâret Kontrolü”, “Dört Bin Yıllık Hayal: Benim Evliliğim Başka Olacak”, “Kimselere Soramayacağımız Cinsel Sorular ve Yanıtlan”, “Orgazm Olamıyoruz”, “Cinsel Tabular Yıkılıyor!” Cinsel soranlardan, kadın- erkek ilişkilerine, çalışan kadının soranlarından güzellik ve modaya dair yazılara uzanan çok geniş bir yelpazeyi içeren Kadınca’nın popüler bir dille alttan alta çok önemli meseleleri gündeme getirdiği anlaşılıyor.
Kadının Adı Yok’un etkisiyle yıllar sonra TÜYAP Kitap Fuan’nda Asena’nın diğer kitaplarını alıp imzalattığımda sene 1993’tü. Aslında Aşk da Yok romanını başlığına rağmen “Sevgili Şehnaz’a.. .Büyük çok büyük bir aşk diliyorum...” diyerek imzalamıştı bana. Gerçekten de röportajlarına bakıldığında en büyük arzusunun samimi ve gerçek bir aşk olduğunu anlıyor insan. Evliliğin, bir arada yıllarca yaşamanın, özverinin nasıl da bir tarafın tahakkümüne dönüşebileceğini; özlemi, heyecanı, coşkuyu, aşkı nasıl da öldüreceğini düşünmüş hep. Belki de bugün çokça konuştuğumuz taciz, çocuk istismarı, şiddet, namus cinayetleri gibi birçoğu cinsel kaynaklı sorunları önlemede Asena’nın 35 yıllık yazarlık hayatında durmadan yinelediği bu tahakkümsüz ve birbirini özgürleştirerek var olan ilişki ağlan yol gösterebilir bize.
DUYGU ASENA İLE DÜŞÜNMEK
Duygu Asena’nın doğumgünü olan 19 Nisan 2016’da Kadir Has Üniversitesi’nde Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Araştırmaları Merkezi ve İletişim Fakültesi işbirliğiyle (Friedrich Ebert Stiftung Derneği ve Bianet’in destekleriyle) “Duygu Asena ile Düşünmek” etkinliği gerçekleştirildi. Ana konuşmacının Fatmagül Berktay olduğu etkinlikte Duygu Asena yazarlığını biçimlendiren temel meseleler üç ana başlık etrafında konuşuldu. Hukuk, siyaset, gazetecilik ve beden konularında Asena’nın yakın arkadaşları ve akademisyenler yazarın düşünce dünyasını şekillendiren meseleleri üç oturumda ele aldılar. Toplantıda yapılan konuşmalardan bazı satırbaşları şöyle:
Fatmagül Berktay: “80 ve 90’larda feminist taleplerin gerçekleşmesinde Duygu Asena’nın Kim ve Kadınca dergileri büyük rol oynadı. Bu dergilerin feminizme olan yakınlıkları sayesinde farklı kadın öznellikleri ve kimlikleri kendine yer buldu.(...) Duygu tam da sınırları aşan, haddini bilmez bir kadındı. Üstelik bunları başka kadınlarla paylaşıp onları da baştan çıkardığı için erkek iktidarın baskılarına, saldırılarına maruz kaldı. O kadınların ve toplumun özgürleşme mücadelesine katkıda bulunarak bu dünyada bir fark yaratmaya çalıştı ve bunu başardı.”
Filiz Koçali: “Duygu Asena her konuyu, her gördüğünü, her duyduğunu mutlaka kadınlar açısından değerlendirirdi. Onunla birlikte çalışmaya demeyeyim de, yürümeye başladığımızda en çok duyduğum, yazılarında en çok kullandığı söz ‘neden’di. ‘Erkekler yapıyor, neden kadınlar yapmıyor’, ‘erkekler şöyle, neden kadınlar böyle’”.
İnci Asena: “Duygu’yla bir ortak noktamız da hep horlanmamızdı. Duygu’yu sosyalistler horladı, feministler horladı... Hatta bir gazeteciye ‘Çok okunduğum, sattığım için özür dilerim’ demişti.”
Meriç Eyüboğlu: “[Martı isimli feminist dergiyi çıkarırken onunla yaptığımız röportajda] popüler feminizmle ilgili sivri cümlelerimizi sakin bir şekilde cevapladı. Onun sakinliğini, bizim gibi genç ve sivri feministlere zaman ayırıp, tüm sorularımızı sabırla yanıtlamasını hiç unutmayacağım.”
Oral Çalışlar: “[Cumhuriyet’te] Duygu Asena dışında herkese bir köşe verildi. Sonra İpek (Çalışlar), Cumhuriyet dergide ona haftada bir yazı yazabileceği bir yer verdi. Gazetede erkekler arasında ‘Niye Duygu yazıyor’ fikri hakimdi. Zamanla fark ettik ki, erkek egemen kültür en modern yerlerde bile karşımıza çıkıyor. Gerçekten kadın erkek eşitliğinin en önemli ayaklarından biri erkeklerin değişmesi ve bunu başaranlar da yine kadınlar."
Sevda Alankuş: “10 yıl önce kaybettik ve çok özledik. Feminizmi olabildiğince çok kadınla buluşturmayı başardı. Onun yazdığı konuları tartışmaya devam ediyoruz. Kadınlığı ve toplumsal cinsiyeti kendi bildiği kalıplar içinde tutmaya çalışan ataerkili eleştiriyordu. Bunları herkese ulaşabilecek bir üslup ve devrimcilikle yazmıştı.”