İnsanlar nasıl, ne zaman ya da ne tür bir sakat olacaklarına kendileri karar vermiyorlar. Genellikle kendiliğinden oluveriyor. Doğumla, hastalıkla ya da kaza ile. Ondan sonra hayat onlar ve yakınları için adeta başka bir gezegende yaşamaya benziyor. Bir gün önce engel olmayan kapı eşiği ya da merdiven ertesi gün başa çıkılması gereken bir soruna dönüşüyor.
Kendinizi bir yolculuğa çıkmaya hazırlanırken düşünün. Sevdiğiniz bir arkadaşınızla birlikte, Ege kıyılarını takip ederek, küçük kasabaların taş döşeli sokaklarında dolaşıp, sevimli pansiyonlarda konaklayarak, eski çarşıları keşfederek, merak ettiğiniz ören yerlerini gezerek, eski dostlarınızı arayıp yenileri ile tanışacağınız, canınızın istediği gibi hareket edeceğiniz bir yolculuk.
Yalnız bu seferlik şöyle olsun. İçinizden birisi ya da ikinizin ayaklan olmasın. Ya da olsun ama hareket ettiremeyin. İsterseniz gözleriniz görmüyor olsun. Zihinsel olarak normal sayılmayan birisi de olabilirsiniz. Yeniden hazırlanın bu yolculuğa. Biraz düşündükten sonra bu sevdadan vazgeçmediyseniz ya başınıza gelecekleri bilmiyorsunuz ya da gerçekten çok cesursunuz.
Sakat, özürlü ya da engelli, hangi kavramı kullanırsanız kullanın, kastettiğiniz kişinin sizden farkı, günlük yaşamınızda hareket etmeniz için önemi olmayan şeylerin onlar için engel oluşturduğudur.
Engel, kişinin kendisinde var olan bir kavram değildir. İçinde yaşanılan mekanların düzenlenişinden, günlük hayatın eksik veya yanlış organizasyonundan kaynaklanır ve bu düzenlemeleri yapanların kendilerinden farklı fiziksel ihtiyaçları olan insanları görmezden gelmelerinden doğar.
İnsanlar nasıl, ne zaman ya da ne tür bir sakat olacaklarına kendileri karar vermiyorlar. Genellikle kendiliğinden oluveriyor. Doğumla, hastalıkla ya da kaza ile. Ondan sonra hayat onlar ve yakınları için adeta başka bir gezegende yaşamaya benziyor. Bir gün önce engel olmayan kapı eşiği ya da merdiven ertesi gün başa çıkılması gereken bir soruna dönüşüyor.
Neden günlük hayat organize edilirken ‘insana özgü bu durum’ dikkate alınmıyor? Plansız, onaysız hiçbir girişime izin verilmeyen -ya da öyle olduğuna inanılan- şehir yaşamında yeni bir bina yapılırken, yeni bir yol açılırken ya da bir taşıt aracı tasarlanırken her şey belirli bir otorite ya da ortak akıl tarafından bilerek, isteyerek ve düşünülerek yapılıyor. Bir binayı yapmak için alman izinlerin ve verilen onayların haddi hesabı yok. Tuvaletteki fayansın desenine kadar ayrıntılar düşünülüyor ama o tuvalette oturmaya, kalkmaya yardımcı olacak bir destek - ki bu destek sadece sakatlara değil hamile ya da yaşlılara da yarar sağlayabilir- koymak kimsenin akima gelmiyor. Anlaşılıyor ki bütün bu kadar ‘tasarım’a rağmen çoğu zaman düşünmeyi unuttuğumuz şeyler kalıyor. Sonra da bunu düzeltmek için kampanyalar, eylem planlan, kanunlar, yönetmelikler v.s...
Gelelim filme.
‘800 Kilometre Engelli’ filmi fiziksel engelli iki arkadaşın bir motosiklet ve ona takılı yolcu sepeti ile İstanbul'dan Muğla’ya yaptıkları yolculuğu anlatıyor.
Emekli gazeteci Hüseyin Eroğlu (48), çocukluğundan beri iki ayağını kullanamıyor. Yıllardan beri ressam arkadaşı Aydın Erkuş (52)’un motorsikletiyle birlikte çıkmayı hayal ettiği yolculuğu gerçekleştiriıken, çoğu engelli gibi bir yerden bir yere ‘götürülen’ değil ‘giden’ olma fırsatını yakalıyor. İki arkadaş yolculukları boyunca bir yandan merak ettikleri yerleri görmeye çalışırken diğer yandan engellilerin yaşamlarına, sorunlarına toplum olarak ne derece kafa yorduğumuzu, tutum ve davranışlarımızın onları nasıl etkilediğini düşünmemizi sağlamaya çalışıyorlar.
Bu yolculuk engelli olmayanların yapageldikleri alışılmış bir yolculuğa ‘mani’ olmayan şeylerin engelliler için nasıl ‘engele dönüştüğünü’ ve bu yolculuğun da engellerin üstesinden gelmeye çalışan iki engelli taralında yapıldığında nasıl farklı bir yolculuğa dönüştüğünü anlatıyor. Böylelikle filmi izleyenlerde engelli haklatma bakışırım değişmesini, toplumda engelli haklan ile ilgili farkmdahğı ve duyarlılığı artırmayı, engellileri cesaretlendirme ve günlük hayata katılıma özendirmeyi, yerel yönetimlerin, kuruluşların engellilerin hayata katılımı konusunda daha fazla çaba göstermeye yöneltilmesini amaçlıyor.
Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın mütevazi parasal desteği dışında tümüyle gönüllü bir ekibin ve yönetmen Yeşim Ustağolu'nun da aralarında olduğu destekçilerin katkıları ile gerçekleştirilen belgeseli yönettim. Yolculuğu ikinci bir motosikletten filme çektim, filmin kurgusunu da yaptım. Fotoğraf sanatçısı Altan Bal, yönetmen yardımcılığım yaptı. Filmin özgün müziğini
Ezginin Günlüğü grubundan Cafer işleyen hazırladı. Yapımcılığım Ayşe Özver’in yaptığı projenin prodüksiyonunu Ala Film Yapım üstlendi. Çekim motosikletini kullanan Ömer Beni an ve ekip karavanım kullanan Metin Türesin ekibin diğer üyeleriydi. İstanbul’da Büyükada’dan başlayan yolculuk Keşan, Gelibolu, Çanakkale, Behramkale, Ayvalık, Yeni Foça, İzmir, Didim üzerinden Muğla-Yatağan’daki Stratonikeia antik kentinde noktalandı.
Bu yolculuğun çekim tarzı; belgeselin içerik ve biçimini oldukça fazla etkiledi. Motosikletle yapılan bu yolculuk başka bir motosikletten ve karavanın içinden çekildi. Her şey hızla hareket ediyor, hızla gerçekleşiyordu. Çekimler tekrar ya da düzeltmeye olanak vermiyordu. Bir yolculuk motosiklet üzerinde nasıl yaşanıyorsa, gürültüyle ve hızla giderken görülenler ne kadar görülebiliyorsa -ya da görülemiyorsa-aynı duygular izleyici için de geçerli oluyordu. Aynı zamanda filmin kahramanlarının olaylada ve diğer kişilerle karşılaşmaları sırasında yaşadıkları da bir o kadar öngörülmez ve sahici oluyordu.
Engellerle ilgili sorunların genelde nerelerde karşısına çıkacağım ekip az çok tahmin edebiliyordu. Fakat bu karşılaşmanın doğuracağı sonuçlan kimse tahmin edemiyordu, öncelikle bir engellinin kamera karşısına çıkıp engelliliğinin sergilenmesiyle topluma mesaj vermeye çalışılması tehlikesinin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Bu çok ince bir çizgiydi ve her seferinde biz çekenler, yolculuğu yapanlar ve karşılaşılan kişiler arasında dikkatli adımlar atılmasını gerektiriyordu. Bu bizim için de içsel bir yolculuk oldu ve bulduğumuz yol bize yaşama sevinci ile gezme ve macera yaşama duygusunu elden bırakmadan, sakatlık meselesini hayatin içinde yaşayarak ince ince anlatmaya, eleştiri yapmaya, daha önce görülmemiş şeyleri göstermeye bazen de ironi ile yaklaşmaya olanak tanıyan bir yol hikayesi anlatmaya olanak sağladı.
Yolculuğun amacı önceden az çok belirlenmiş bir rotayı izlemek ve varış noktasına ulaşmaktı. Bunun ne kadar süreceğine ve nerede ne kadar zaman geçirileceğine ekip karar verecekti. Bu bize kendiliğinden gerçekleşen birçok olaya katılmak ve umulmadık özellikte kişilerle karşılaşma olanağı sağladı. Evreşe’de motosikletin gevşeyen vidalarını sıktırırken Hüseyin’in İstanbul’dan dostu İsmet Ağabey’in oralarda yerleştiğini öğrenmek ve ona konuk olmak, son gününe yetiştiğimiz Ayvalık Özürlüler şenliğinde tanıştığımız ve izleyen herkesin gözünü yaşartacak kadar hayata bağlı iki zihinsel engelli sakat olan Emir Sonuşen ve Elif Döğen ile konuşmak, Behramkale’de adını bile öğrenmeye fırsat kalmayacak sürede iki sakat gezgine çorap satma başarısını gösteren yaşlı yörük kadınına rastlamak bunlardan sadece birkaçı idi. Ergen yaştaki oğlunu, kucaklayıp yolcu otobüsünün basamaklarından çıkarmaya çalışan anne ile ilgili sahne, hayatım boyunca çekerken en çok etkilendiğim sahne oldu.
‘800 Kilometre Engelli’ 2012 başında tamamlandı ve galası büyük bir davetli topluluğunun katılımı ile Kadir Has Üniversitesi'nde, örnek bir şekilde ‘engelsiz olarak’ yapıldı.
Film, festivallerde ilgi ile karşılandı. İstanbul Film Festivali, 1001 Belgesel Film Festivali ve Documentarist 2012’ye davet edildi. TRT Belgesel Yarışması'nda Kültür Bakanlığı Özel Ödülü kazandı. Bu yarışmanın önemi, filmin TRT Belgesel Kanalı’nda iki yıl boyunca gösterilecek olmasıydı. Böylece daha çok izleyiciye ulaşacak ve İzmir'de karşılaştığımız ‘görme engelli’ Levent
Özerdim’in dediği gibi: “sağlıklı insanların fikirlerini değiştirebildiysek ne mutlu bize” diyebilecektik.
Kaderin cilvesine bakın H, bu belgesel televizyonda yayınlanmaya başladığı günlerde 5378 sayılı yasanın tanıdığı 7 yıllık süreyi üç yıl daha uzatmak için TBMM’de yeni bir kanun teklifi verildi. 7 yılda düzelmeyenler sanki 3 yılda düzelecekmiş gibi.
Bu ülkede derdini belgesel yaparak anlatmaya çalışmak herhangi bir sivil toplum kuruluşunda gönüllü çalışmaktan pek farklı değildir. Yaptığınız işin sonunda hayatınızın bir dönemini nasıl bir şeye harcadığınızı düşünüp eskiye göre daha mutlu ya da daha karamsar olabilirsiniz.
Filmimize konu olan yolculuğu yapan ve kendini engelli olarak tanımlamayan bu İki ‘cesur’ arkadaş başından beri bu yolculuğu sadece gezmek ve özgürce hareket edebilmek için yaptılar. Ancak biri gazeteciliğini, diğeri sanatçılığını elden bırakmadı ya da bırakamadı. Birçok kez, ‘gidenler’ olarak ‘götürülenler’ ile karşılaştılar. Herhalde, söylenecek sözlerin çoğunu hem söylediler hem de dinlediler.
Burada okuduklarınız ‘800 Kilometre Engelli’ belgeseli yönetmeninin bu filmi yapmadan önce düşündükleri ile yaptıktan sonra farkettiklerinin bir özetidir.
Yıllar önce ile ‘Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü’ filminin kamera arkasını çekerken, yönetmen Ezel Akay, çelimlerin sonuna doğru, harcanan bütün bu sinemasal emeğin neye değdiğini anlamamı sağlayan şu sözleri etmişti:
“Bir yönetmen olarak başarı ölçütüm, bu filmden önceki Ezel ile şimdiki Ezel arasındaki olumlu fark!”