Yazar Hakan Günday’ın son romanı ‘Az’, ismini ‘A’ ve ‘Z’ harfinin birbirlerine bir kelimede kavuşmasından alıyor. “Garip”, diye yorumlayanlara şunu söylemek gerekir: Romanın isminin yarattığı bu garipliğin belki de çok daha fazlası ‘Az’ın kendisinde saklı.
Bir önceki romanı ‘Ziyan’da askerliği bir hayli sert biçimde sorgulayarak anlatan yazar, Hakan Günday, Az’da da yine sert ve kötülükle bezeli bir hikayeyi işliyor. Bu hikayede neler yok ki? Şeyhler, tarikat liderleri ve üyeleri, tecavüzler, tacizler, sonu tuhaf biten cinayetler, mazoşist ilişkiler ve kadınların toplum içinde sadece nefes alan varlıklar olarak kabulü... Ve herkes kötü, masum sayılanlar da bir şekilde başkalarının kötülükleriyle kötülüğe bulaşmış durumda.
Evet, ‘Az’, tüm kahramanların rastlantılarla birbirine kavuşmasını sağlayan, aslında rastlantının da bir ‘kahraman’ olarak ele alınabileceği bir roman. Rastlantının, hep kötülükle kesişen yollarda var olması da okuyucu için irkiltici bir unsur.
DERDA’NIN LONDRA KABUSU
Az’ın hikayesine gelince; roman kahramanı Derda, Güneydoğu’da okuyan fakir bir ailenin küçük yaştaki bir kızı. Hikaye okulda başına gelen sarsıcı bir olay nedeniyle annesinin hava değişimi için küçük kızı okuldan almasıyla başlar. Annesi evlenmesi için küçük kızın eniştesi ile konuşup, onu iyi bir başlık parasına satmasını ister. Eniştenin yoğun çabalan sonucunda güçlü bir tarikata başlık parasına satılır Derda.
Fakat kiminle evlendiğinin bile farkında olmayan kızcağız, kendini kocasının yaşadığı kentte, Londra’da bulur. Burada yaşadığı süre boyunca evinden bir gün bile dışan çıkmaz, şiddete ve cinsel istismara maruz kalır. Böylece aradan beş yıl geçer.
Derda, kapı komşusu Stanley’e kurtarıcısı olduğunu düşünerek yakınlaşır, evden kaçma planlan yapmaya başlar. Stanley’in peşinden giderek, bir anlamda da denize düşmemek için yılana sarılır. Çünkü Stanley ve arkadaşları uyuşturucu bağımlısıdır ve her türlü karanlık olayın içindedir.
Derda’nın hikayesi izlenmesi zorlu bir süreçle devam eder. Derda’yı bekleyen mutlu son ise uyuşturucu tedavisi gördüğü klinikte bir İngiliz kadının onu evlat edinmesiyle gerçekleşir.
ERKEK DERDA KARŞIMIZDA
Romanın ikinci yansında ise bu kez erkek Derda okuyucuyu karşılıyor. Bu bölümde ilk bölümün başına dönüyoruz: Erkek Derda’nın hikayesi yıllar önce ilk bölümün kahramanı Derda ile mezarlık başında karşılaşmasıyla başlıyor. İki Derda da, hayattan hep darbe almış ve hayatın kötücül tüm yanlarıyla hesaplaşarak yaşamaya çalışmış iki karakter.
Fakat erkek Derda, hayata Oğuz Atay’ın ‘Tutunamayanlar’ı ile tutunuyor. Bu kitapla hayatın anlamının ne olduğunu çözen Derda ile romanın ilk bölümündeki Derda’nın yollan kesişiyor.
“ATAY TÜRK EDEBİYATIDIR”
Hakan Günday; Oğuz Atay’ı, kendini yazıya adamış bir bilim adamı olarak gördüğünü söylüyor ve kendisi için ne ifade ettiğini şöyle anlatıyor: “Türk edebiyatı denince, cümlesindeki ‘Türk edebiyatı’ diyen sesin sahibi daima Oğuz Atay. En azından benim için böyle. Atay, kelimelerle deneyler yapmış biri. Türkçe’yi bir laboratuvar olarak kullanmış ve cümleler icat etmiş. Üstelik laboratuvarını dış dünyanın etkilerinden ve her türlü mikroptan tamamen korumuş. Kendini yazıya adamış bir bilim adamı. Dolayısıyla, belki de gerçek bilim kurgu, onun yazdıkları.”
Az’, kötülüğün tüm hallerinin yıkım getirdiğini gözler önüne seriyor. “Kötülüğün nesnesi mi öznesi miyiz?”, sorusu ise zihnimizi en çok kurcalayan soruların başında geliyor. Bu zor sorunun tam olarak yanıtı yok belki ama, kötülüğün toplum içindeki mekanizmasının nasıl işlediğini ve sonuçlarını bilmek her birey için küçük bir ipucu olabilir...
Bazı kitaplar insanın hayatına tam vaktinde girer. Benim için de Selçuk Altun’un son romanı ‘Bizans Sultam’ öyle oldu.
Romanı okumaya İstanbul’un en tarihi yerlerinden birinde, Haliç’deki Kadir Has Üniversitesi’nde çalışmaya başladıktan kısa bir süre sonra okudum. İstanbul hakkında bilmediğim birçok şeyi bu kitap sayesinde öğrendim.
Bizans İmparatorluğu’nu anlatan sıra dışı ve hayal gücünün sınırlanın zorlayan roman, yazarın da dediği gibi, gezegene modem yaşamın tohumlarını atan Bizans uygarlığına bir saygı buketi özelliği taşıyor. Roman, Galata’da yaşayan varlıklı bir ailenin çocuğu olan kahramanın yaşam öyküsü ile başlıyor. Kitabın başlarında roman kahramanının çocukluk ve okul hayatının izlerini sürerken, Galata’yı ve orada yaşayan farklı milletlerin oluşturduğu kültür mozaiğini tanıyoruz. Kahramanın hayatı ise Bizans imparatoru olma teklifiyle almasıyla birdenbire değişiyor.
SEFERİS’DEN BRODSKY’YE UZANAN BİR KÖPRÜ
“Bizans Sultam’ nasıl bir romandır?”, sorusu bir çırpıda yanıtlanabilecek bir soru değil. Kitap, tam bir yol ve yolculuk romanı; aynı zamanda polisiyeye yaklaşan üslubuyla oldukça da gizemli bir roman. Ayrıca, içinde Seferis, Bedri Rahmi, Karacaoğlan, Joseph Brodsky, Kavafis, Montale, Henrik Nordbrandt ve Girit doğumlu Yunan Odyseus Elytis’in de yer aldığı bir şairler geçiti adeta.
Romanın geçtiği mekanlar da birbirinden çok farklı. Türkiye’de Kapadokya, İznik, Trabzon, Antakya; yurtdışında ise Londra, Stockholm, New York, Venedik, Atina-Peleponez, Los Angeles ve Rodos.
Roman bu yanıyla da, dünyanın pek çok yerindeki okur için ilgi çekici hale gelmiş. Romanın konusu Bizans tarihi olunca zihinsel yolculuk çok boyutlu ve keyifli bir hal alıyor.
AVRUPA’YA TEESSÜF MESAJI
Altun, bir vefa kitabı olduğunu söylediği ‘Bizans Sultan’nın, Bizans’a nankörlük, tarihe ikiyüzlülük yapan Avrupa’ya da bir teessüf mesajı olduğunu belirtiyor ve Bizans’ın tarihsel süreçteki önemini şu cümlelerle anlatıyor:
“Avrupa yoksul ve dağınık bir konumdayken doğudan gelen ordulara Bizans, Avrupa’ya geçit vermedi. Yoksa bugün çok değişik harita gerçekleri söz konusu olurdu. Bizans Avrupa’ya yönetim, yaşam ve kültür alanlarında örnek ve öncü de oldu. Bunlara karşılık dar zamanında, başta Papalık makamı olmak üzere dindaş krallıklar onu hep oyaladı ama desteklemedi.”
ROMAN KAHRAMANI KHAS’DA DERS VERİYOR
Romanın bir özelliği de roman kahramanının Kadir Has Üniversitesi’nde ders veren bir öğretim üyesi olması ve üniversiteye giderken tarihin izinde dolaşmanın mutluluğunu yaşaması. Kadir Has Üniversitesi ile ilgili bir diğer özelliği ise, kitabı İngilizce’ye çevirecek isimlerin üniversitenin Amerikan Dili Edebiyatı öğretim üyelerinden Yrd. Doç. Dr. Selhan Endres ve eşi Prof. Dr. Cliff Endres olması.
‘Bizans Sultanı’nı bitirdiğinizde, aldığınız yazınsal hazzın yanı sıra İstanbul’da ayak bastığınız her yerin tarihsel dokusunu bilmenin ne kadar önemli olduğunun bir kez daha farkına varıyorsunuz.