Antik Gelecek ya da Teknolojinin Nefesi

Antik Gelecek ya da Teknolojinin Nefesi

Antikite geçmiş demek. Ama biraz daha sorgulanınca “saygın olan” anlamını da taşıyor, “devam eden, süren” anlamlarını da. Daha da önemlisi, antikitenin sadece gördüğümüz bir gerçeklik olmaması. Geçmişten gelen, klasik değeri taşıyan her şey aynı zamanda bizim bilinç dışımıza yerleşir, orada yaşar. Görmesek de, bilmesek de, fark etmesek de, edip eylediklerimize, beğenilerimize, seçimlerimize etki eder, hatta onları belirler. Klasik/antik olan bizdedir. Benliğimizdedir. Hatta benliğimizdir.

Bir şey benliğimizin bir parçası olması için önce belleğimizin bir parçası olur. Antik olan önce belleğimize sızar, onun en derin katmanlarına yerleşir, oradan bize nüfuz eder.

Bu bilinçli bir seçim değildir. Kültürle edinilen, sağlanan bir sonuçtur. Ama kültür sadece sistemli olarak edinilmiş kültür diye düşünülmemelidir, insan yaşıyorsa kültürün içinde soluk alıp verir, o yoldan da aslında antik olanı içselleştirir.

O zaman, bu durumda, antik olan güncelin içindedir. Güncel olan her şey geleceğe ağar. Antik olan da geleceğe ağmaktadır. Gelecek de o büyük antikitenin içindedir. Arada bir fark var. Geçmiş ve antik olan biliniyorsa gelecek ve gelecekte olacak bilinmiyor.

Onu Genco Gülan’ın yapıtları biliyor.

“Antik Gelecek” iki olguyu üst üste çakıştırıyor. Bize geçmişin bugün de hâkim olan değerlerini taşırken ve eskil Tanrıların karşısında bir kere daha ürpermemizi sağlarken onları “kişilikleştiriyor”. Buna “insanlaştırıyor” demek de mümkün.

Şaşacak bir şey yok. Antik Yunan’ın ve Roma’nın Tanrıları da bizlerden biriydi. Biz ne yapıyorsak onlar da aynını yapıyordu. Sadece iktidarları vardı. Hükmediyorlardı. Hissetmekten hükmetmeye giden bir yoldu bu.

Genco Gülan şimdi onları kişileştirirken önce en büyük iktidarın sanata ait olduğunu vurguluyor. Çünkü sanat yapıtının bağlamına girdiğinde Tanrıların iktidarı çözülebiliyor. Onları edimleri içinde dönüştürüp Gülan “ironik” bir düzeye taşıyabilir. Bu, Tanrılara da hükmeden sanattır.

İkincisi, sanatın o ironiden taşan “ludic” boyutuna değiniyor: oyun. Tanrılar oyun oynuyorlardı kendi katlarında, o oyunları içinde kızıyorlar, öfkeleniyorlar, seviyorlar ve “yaşıyorlar”dı. Şimdi birer taştan heykel olarak sanat ve sanatçı onlarla oynuyor. Bu Tanrılar “selfie” çekiyor, denize dalıyor, Vader’la özdeşleşiyor. Oyun onların gerçeğine dönüşüyor, gerçeklikleri de bir oyuna.

Üstelik kişilikleştirme, Tanrıları bedensel bir olguya dönüştürmek demek. Vücutlarının olması ve o vücudun organlarıyla eylemeleri demek. Vücut ve organ ise teknolojidir. Sadece teknik anlamda şimdi ‘organlaştırma’ dediğimiz bağlamda değil, vücudumuzun işleyişi düzeyinde de teknolojidir beden: teknik bir organizmadır insan bedeni.

Bu gelişmenin çekirdeği “insan-hayvan”dır, Donna Haraway’in bize açımladığı şekilde söylersek. Ama dil böyle bir şey işte: “animal” nefes demek. Animal nefes alan demek, insan da, kutsal kitapların lafzına göre içine nefes üflenmiş varlıktır.

Öte yandan insanız ve teknolojinin araçlarıyla yaşıyoruz hepimiz, yeri geldiğinde. Ya da şimdi Genco Gülan’ın heykellerinde görüldüğü üzere “estetik operasyonlar” geçiriyoruz ve kendimizden başkalıklar, başka kimlikler türetiyoruz, insanlığımızı geleceğe, teknolojiye emanet ediyoruz. Ama ondan sonra hangimiz biziz, bilmiyoruz.

Bilinmez, öyle, gelecek demek. Gelecek, teknolojiyle kuruluyor. Artık bir zaman olgusu değil gelecek, bir teknoloji değişkeni.

Ve Genco Gülan Tanrılara kendi nefesini üflüyor.