İstanbul. 30 yıl önce. Bir baba ve bir oğul. Batı’nın ve Doğu’nun iki temel efsanesi. Babayı öldürmek, oğulu öldürmek. Baba çok otoriter, oğul ise özgür bir birey olmaya çalışıyor. Kitapta onlar hikâye edilirken, sahneye tarih ve eski hikâyeler anlatan bir kadın giriyor; böylece kitap masal ve efsaneler içinde aşka bulanıyor.
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk, Kafamda Bir Tuhaflık adlı romanından sonra arayı çok açmadan, renklerle ilgili olan takıntısını, başlığından da anlayabileceğimiz üzere Kırmızı Saçlı Kadm romanıyla okurlarına gösterdi. Bu kez romanda ana kahramanımız, ustasıyla beraber su bulma amacıyla kuyu açan Gem. Cem ve ustası Mahmut, 80’li yılların Istanbulu’nda aslında çok da sağlıklı olmadığını hissettiğimiz bir baba oğul ilişkisi kuruyorlar. Böyle hissediyoruz, çünkü Cem’in biyolojik babasıyla olan ilişkisi de sorunlu. Cem, babasında eksikliğini hissettiklerini Mahmut Usta’da bulmaya çalışırken usta ile arasında bir gerilimin ortaya çıkmasına ve ustaya içerlemesine sebep oluyor.
Bu kez Pamuk, kitabında okurunun anne kucağından çıkıp bir yetişkin olma sürecine giden evrelerini incelemiş. Bunu yaparken İran’ın kadim hikâyelerinden de, Kral Oidipius’dan da, Freud’dan da, Sophokles’den de faydalanıyor. Kitapta gülümseten ve Türkiye’deki yaşantımıza dair tespitlerde bulunulan yerler de var.
“.. .Sen de kendine başka bir baba bul. Herkesin babası çoktur bu ülkede. Devlet baba, Allah baba, paşa baba, mafya babası. Burada kimse babasız yaşayamaz.”
Pamuk; baba oğul İkilisinin gerilimli iktidar ilişkisi bağlamında bütün bir ülkenin halet-i ruhiyesine uzanmaya çalışıyor. İstanbul’un inşaat furyasıyla nasıl yağmalandığının yazar olarak farkında olduğunu eleştirel bir gözle okuruna hissettiriyor. Pamuk bunu okuruna hissettirirken maziye duyduğu özlemi duygusallığa çok kapılmadan yapmaya çalışmış.
Pamuk’un sanat tarihine ve Doğu’nun masajlarına olan merakıyla oluşturduğu bu kitap, aslında insan hayatının en temel merkezine uzanıyor yani insanın anne babasıyla olan ilişkisine. Kitabı okurken bu ilişkinin hiçbir zaman mükemmel olmayacağı zihninize net bir şekilde işleniyor ve hayatımızın seyrini de aslında bu ilişkinin temellendirdiğini anlıyorsunuz. Pamuk, İran edebiyatına ve kadim öykülerine olan merakının ilk ipuçlarını aslında Benim Adım Kırmızı’da vermişti. Bu kez, İran edebiyatından ve kadim öykülerinden alıyor hikâye gücünü ve tartışma konusu olan sorular, aslında birbirini besliyor.
“Var olabilmek için baba mı oğlunu yok etmelidir, yoksa oğul mu babayı öldür melidir?”
Bu temelde işlenen konu, kendisini çok geçmeden baba ile oğul arasında paylaşılamayan bir kadının varlığına ve ardından da yasak aşka götürüyor. Baba ile oğul arasında bir gerginlik unsuru olmaya devam ediyor roman boyunca. Ancak bu noktada, bu gerginliğin sebebi biraz daha örtülü bir biçimde anlatılsaymış, kitapta ‘merak ve gizem5 unsurları korunabilirmiş. Bu kadar açık ve net bir biçimde anlatılması, okuru tahmin etme imkânından mahrum bırakmış. Oysa ki, merak ve gizem unsurları bir okur için roman okuma sürecinde tansiyonu yüksek tutan bir hissiyat olarak önem kazanır.
Pamuk’la ilgili olarak takdir edilebilecek bir husus; kitabını, kahramanlarını ve dahi kahramanlarının mesleklerini kurgularken ve yazarken dersine iyi çalışması. Kitap çıktıktan sonra verdiği röportajlardan da, kitabın öyküsünün ve saha çalışmasının 28 yıl geriye, 1988 yılma dayandığını öğreniyoruz.
Pamuk, Heybeliada’da sayfiye evinde yaşarken, kuyu açan bir usta ile çırağına rastlıyor ve onlarla röportaj yapıyor. Bu röportaj sonrasında, ustayla çırağının üzerinde düşünmeye başlayan Pamuk’un romamnı yazma süreci, 2015 yılında gerçekleşmiş. Kuyu kazıcılığı dışında, başka eski ve kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerden de bahsediyor romanında.
Bu maziye bakışını ve özlemini fazla duygusal anlatması, okuru gülümsetiyor ve hemen ardından da İstanbul’un geçmişi hakkında düşünmeye yönlendiriyor. Pamuk bu tutumuyla, -yazımın başında İstanbul’un inşaat furyasıyla nasıl yağmalandığını örnek olarak verdiğim gibi- ülkesinde olan bitenlerden haberdar olduğunu da okuruna hissettiriyor. Belki de, kendisine sık sık duyarsız olduğu yönünde yöneltilen eleştirileri karşılıksız bırakmak istemedi ve böyle bir yönteme başvurdu.
Romanını okurken, en azından çocukluğunu ve ilk gençliğini geçirdiği İstanbul’a duyduğu özlemi net bir şekilde hissedebiliyoruz. Pamuk’un, İstanbul ve kendi gençliği ile kurduğu dünyasını yazdığı her romana yedirmesi de artık yazarlığının belirgin, karakteristik özelliklerinden biri haline gelmiş durumda. Rastgele bir sayfayı açıp okusak dahi, romanın gidişatından ve de kahramanlarının iç dünyalarına dair ipuçlarından kitabın Pamuk tarafından yazıldığını anlayabiliriz. Okurda farkındalık yaratması ve üslubundan fark edilmesi, yazarın kariyerini değerli kılan mihenk taşlarından bir diğeri olarak not edilebilir. Pamuk, Nobel ödülünü aldıktan sonra yazdığı kitaplarda, kendi kültürüne ve dünyasına çekildi. Kafamda Bir Tuhaflıktan sonra yazdığı Kırmızı Saçlı Kadırihi da bunu yeniden kanıtlıyor. Öte yandan, Benim Adım Kırmızı’dan sonra yazdığı bir başka kitapla da, renk duygusunu ve tutkusunu ortaya koyuyor. Burada, yazarın gençken ressam olma isteğini, romanlarında yer yer renk duygusuna yer vermesiyle anlıyoruz.
Pamuk’un kendisini ve duygu dünyasını okura açtığı, içtenlikle sunduğu kitaplar bana değerli ve sahici geliyor. Nobel ödüllü bir yazarı ana dilinde okumak da ayrı bir keyif. Kendimizi Cem’in, babasının, ustasının ve kırmızı saçlı kadınının dünyasına bırakabiliriz o halde.
Ressam olmak istedi, yazar oldu
Orhan Pamuk 1952 yılında İstanbul’da doğdu. Kalabalık bir aileden gelen Pamuk, 22 yaşına kadar hayatını yoğun bir şekilde resim yaparak ve ileride ressam olacağını düşleyerek geçirdi. İstanbul Robert Koleji’nden mezun olduktan sonra İstanbul Teknik Üniversitesi’nde üç yıl mimarlık okudu. Fakat mimar ve ressam olamayacağını anladıktan sonra okulu yarıda bırakıp İstanbul Üniversitesi gazetecilik bölümüne başladı ve oradan mezun oldu. Mezun olduktan sonra romancı olmaya karar verdi ve kendini eve kapatarak yazmaya başladı. İlk kitabı Cevdet Bey ve Oğulları 1982 yılında yayınlandı ve Orhan Kemal Roman Ödülü’ne layık görüldü. Pamuk, 2006 yılında kazandığı Nobel Edebiyat Ödülü ile Nobel Ödülü kazanan ilk Türk vatandaşı olarak tarihe geçmiştir.
34 yıldır yazıyor
Cevdet Bey ve Oğulları (1982), Sessiz Ev (1983), Beyaz
/Ca/e (1985), Kara Kitap (1990), Yeni Hayat {mA),
Benim Adım Kırmızı (1998), Öteki Renkler (1999), Kar
(2002), İstanbul-Hatıralar ve Şehir (2003), Masumiyet
Müzesi (2008), Kafamda Bir Tuhaflık (2^ A), Kırmızı
Saçlı Kadın (2016)
Kitap Aslı’ya atfedilmiş
“Babasını öldüren, annesiyle yatan, Sphinks'in kördüğümünü çözen Oidipus! Bu üçlü yazgının anlamı nedir? İranlIlar arasında yaygın eski bir inanca göre, yüce bir bilge fücurla peydahlanmalıdır.”
Nietzsche, Tragedya'nın Doğuşu
“Oidipus: Çok eskiden işlenmiş bir suçun izlerini nasıl bulabiliriz?”
Sophokles, Kral Oidipus
“Tıpkı babasız bir oğul gibi, oğulsuz bir babayı da kimse basmaz bağrına.”
Firdevsi, Şehname