Balat'tan Cihangir'e Vintage'in Öyküsü

Balat'tan Cihangir'e Vintage'in Öyküsü

Geçmişin izlerini İpek Sevda SÖĞÜT taşımak isteyenlerin, anneannesinin aksesuarlarından vazgeçemeyenlerin, bir döneme damgasını vurmuş kombinleri keşfedenlerin, yaşanmışlıkların izini sürenlerin, geçmişe, hatıralara yolculuktan keyif alanların tutkusu vintage... 

Lise yıllarından beri tam bir vintage aşığı olan Özge Tan Özbek, İstanbul Üniversitesi Orman Endüstrisi Mühendisliği’ni bitirdikten sonra Marmara Üniversitesi Global Pazarlama yüksek lisansını tamamladı. Bahçeşehir Üniversitesi’nde “dijital pazarlama” eğitimi alarak kurumsal hayatta marka müdürlüğü yaptıktan sonra şimdilerde tüm enerjisini vintage kıyafet, takı ve aksesuar toplamaya ayırmış durumda. Uzun yılların birikimiyle edindiği vintage parçalarıyla Balat’taki Ayan Caddesi’nde bulunan küçük ve sevimli bir dükkanda başlayarak, Cihangir’deki mekânında devam eden, İstanbul Sarıyerli Özbek, “Vintage İstanbul” adı ile harikulade bir marka yaratmış. Özge Tan Özbek’in Vintage İstanbul’unun hikâyesini ve vintage ile ilgili merak edilenleri keyifli bir sohbet eşliğinde kendisinden dinleyelim.

Çok klasik ancak temel bir soru ile başlayalım: Vintage nedir?

En az 25 yıllık bir ömre sahip, var olduğu dönemlerde güçlü bir etki yaratmış, moda olmuş, ikonlaşmış eşya, aksesuar ve kıyafetler için bu kelimeyi kullanıyoruz. Vintage’ın Türkçedeki karşılığı da zaten “dönem” demek.

25 yıldan daha yeni ürünleri vintage olarak nitelendirmemiz mümkün değil o halde?

Buna tam olarak ben cevap verebilir miyim bilmiyorum ama belki şu anlamda olabilir de; 1998 yılını düşünün, 20 yıl oluyor ancak teknoloji o kadar hızlı ilerliyor ki, sanki zaman daha çabuk geçiyor ve daha çok şeyi daha hızlı tüketiyoruz, yani bu 20 yılda eski zamanlara göre çok daha fazla şey oluyor, çok daha fazla şey görüyoruz. 1998’de etki yaratmış bir ürün de bizim için artık vintage gibi oluyor.

Peki vintage’ın antika veya retro ile farkı nedir?

Aslına bakarsan vintage ve antika arasında ciddi bir fark var. Öncelikle tabii ki zaman farkı var. Antika aslında 50 yıl ve üzerinde bir zaman sürecini geçirmiş (hatta bazı kaynaklar 100 yıl olarak kabul ediyor) ve günümüze kadar gelmiş, maddi ve manevi (tarz, biçim vb.) anlamda değerli olan eşyalar diyebiliriz. Vintage ise yukarıda belirttiğimiz üzere en az 25 yıllık olan, antika kadar özellikle maddi anlamda değerli olmasına da gerek olmayan parçalardır. Bir de tabii ulaşılabilirlik söz konusu. Antika parçalar vintage parçalar kadar kolay ulaşılabilen parçalar değildir. Aslında vintage bir bakıma yıllanmış demek. Zaten ilk olarak şaraplar için kullanılmış, daha sonra eşya, kıyafet vb. için de kullanılmaya başlanmış. Retro ise kelime anlamı bir çoğumuzun bildiği üzere geriye dönüş demek, o her geri gittiğinde hayatımızı altüst eden “Merkür Retro”su mesela. 2000’li yılların da retrosu 1950-70 arası yıllar. Bu kelimeyi daha çok tarz olarak kullanabiliyoruz aslında. Örneğin bazı mobilya mağazaları ürettikleri bir sandalyeye/koltuğa retro diyebiliyor, bu ne demek, geçtiğimiz yıllardaki bir sandalyeyi retro olarak kopyalıyor, yani eski gibi gösteriyor demek.

O halde, komşu semtimiz Balat’ta tanıştığım Vintage İstanbul’un, Balat’tan şimdiki showroom’unun bulunduğu Cihangir’e uzanan hikâyesini senden dinleyelim..

Evet, enteresan bir hikâyemiz var. Vintage İstanbul tam bir boşlukta olduğum dönemde ortaya çıktı. 2014 Nisan ayında pazarlama iletişimi müdürü olarak görev yaptığım özel bir şirketten bir anda istifa etmiştim. Bu arada üniversite yıllarımdan beri, kendim için vintage ürünleri toplarım, yani kazandığım para ya seyahate ya da vintage kıyafet, aksesuar ve takılara giderdi. İstifa edince toplama takıntım aksadı. Galata’da bir arkadaşımın küçük bir dükkanı vardı. Onun dükkanında haftada iki üç gün boşta kalmayayım, en azından toplamak için para kazanayım diye çalışmaya başladım. Kararlıydım, kurumsal hayata dönmeyecektim, “limon satarım daha iyi” dediklerinden.

O sıralarda Galata Anglikan Kilisesi’nde (Kırım Kilisesi) bir pazar olduğunu duydum. O zamana kadar topladığım parçaları satmayı hiç düşünmüyordum. Ancak sürekli vintage parçaları toplayabilmem için, maddi olarak daha fazla kazanç sağlamam gerekiyordu. Kilise’deki pazarda bir stant açıp topladığım vintage parçalarını satmaya karar verdim. Çok güzel bir eşarp koleksiyonum, çantalar ve aksesuarlar vardı. O gün oraya gelen herkes bu parçalara bayıldı ve hepsi satıldı. Vintage İstanbul online olarak bu pazardan sonra başladı. İlk iş Instagram’da bir hesap ve web’te bir dükkan açmak oldu.

İnternet üzerinden Vintage İstanbul devam ediyordu ancak topladığım parçalarla evim tamamen dolmuştu. Bir gün yakın arkadaşlarımdan biri ile, Eminönü’nde bir kahve dükkanına gitmiştik, kahvelerine bayılmıştık. Profesyonel iş hayatımızı bırakıp, Balat’ta o kahvecinin franchise’ını açıp açamayacağımızın hayallerini kuruyorduk. Balat’ın tarihî dokusunu çok seviyordum. Firma ile görüşmeye gittik ve firma bize Balat’ın bu iş için uygun bir yer olmadığını söyledi ama ben hala Balat’ta dükkan ilanlarına bakıyordum. Ayan Caddesi’nde çok sevimli bir dükkan buldum. Unesco’nun restore ettiği tarihî bir binanın giriş katı.

Kahveci açmak üzere dükkan arayışımız ile Balat’ta bulduğum o küçük sevimli dükkanı tutma kararı aldım. Ama kahveci değil, Vintage İstanbul için depo olarak. Bu konuda bir arkadaşım da bana destek oldu. Önceleri evime sığmayan topladığım vintage parçaları koyabileceğim bir depo olarak düşündüğümüz dükkanı sonraları her hafta sonu gelip açmaya ve satışlarımın bir kısmını da orada yapmaya başladığım bir mekâna dönüştürdük.

Özge, İstanbullu bir ailenin kızısın ve çocukluğun Sarıyer’de geçmiş. Ben vintage’a dair ilginin, eskiye duyulan özlemle ilgisi olduğunu düşünüyorum. Aslında belirli bir kültürel birikimin sonucu gibi geliyor bana, sence de öyle mi?

Şimdi şaşıracaksın belki ama vintage kıyafetleri en çok öğrenciler giyer biliyor musun? Çünkü hem ucuz, hem de farklıdır. Çünkü böylece, az para ödeyerek farklı görünebilirsin, kendine ait bir tarz yaratabilirsin. Vintage İstanbul’un popülerliği öğrencilerin keşfi ile başladı diyebiliriz. Çünkü benim zamanımda şu anki tekstil pazarında yer alan yerli - yabancı “fast-fashion” markaların çoğu yoktu. Güzel ve uygun fiyatlı kıyafetler için butiklere gitmek zorundaydık. Atlas pasajındaki dükkanlara giderdik ve oralarda vintage kıyafetleri keşfettik. Ama bu arada tabii ki belli bir kültür de gerekiyor dediğin gibi, mesela ben teyzemin elinde, Yeşilçam filmleri ile, babamın Fatih Reşat Nuri Sahnesi’ndeki kafesinde, tiyatroda büyüdüm. Küçükken sinemadan çok tiyatro izledim. Okuldan eve geldiğimde, kapı açıldığında annemin radyodan gelen Türk sanat müziği sesleri, teyzemin Gypsy Kings kasetleri ile büyüdüm. Eminim bunlar da bir tarzın oluşması konusunda etkili oluyordur.

Bu mağazadaki parçaları, kıyafetleri, takı ve aksesuarları nereden temin ediyorsun? Esasen “temin etme” beni de rahatsız etti söyler söylemez, fark ettim ama söyledim bir kere. Çünkü biliyorum ki, vintage’a gönül verenler ve profesyonel anlamda bu parçaların satışını yapanlar, ilgi, beğeni ve tarzlarını konuşturarak ve esasen bir “iş” olarak görmedikleri, vintage parçaları toplama tutkuları ile yaşıyorlar. Dolayısı ile cebinde parası olan herkesin yapabileceği bir ticari faaliyet olmadığını düşünüyorum.

Tam da dediğin gibi, hem alıcı olarak hem de bu parçaları toplayan ve satışa çıkartanların, zevk sahibi olmaları gerekiyor. Hatta tam ifadesi ile insanın bu konuda “gözünün olması” gerekiyor. Seçici, belli bir zevke sahip, farklı bir göz. Herkes kendinde bunun doğal olarak olduğunu düşünüyor ve dolayısı ile çok fazla vintage butik açıldı. Aslında birçok vintage butik açılması oldukça iyi, hem pazar büyür hem de geri dönüşüme katkı olur. Ama Türkiye’de vintage adı altında açılan butikler (hali hazırda yıllardır var olanlardan bahsetmiyorum) bence bu işin sadece çekiciliğine kapılıyorlar. Ama tabii zamanla iyiler kalacak, diğerleri gidecek. Bu son tüketici açısından da sıkıntılı, artık kime güvenip kimden alışveriş yapacağını şaşırmış durumda.

Müşteri kitleni nasıl oluşturdun? Daha doğrusu Vintage İstanbul’un bilinirliğinin sağlanmasında sosyal medyanın rolü ne kadar?

Tam anlamı ile sosyal medyayı iyi kullandım ve çok şanslıydım, blogger’lar Vintage İstanbul’u sevdi, Vintage İstanbul da onları. Blogger’ların Vintage İstanbul’un tanıtımında rolü çok büyük. Balat’ın popülerliği de var tabii. Bu popülarite blogger’ları çekti, Balat’a gelen blogger’lar da beni keşfetti diyebiliriz. Genelde insanlar tüm bu blogger’lara hediye gönderdiğimi düşünüyor, o şekilde keşfedildiğimi sanıyor. Ama hayır. 2018 yılı başına kadar hiçbir blogger’a hediye vs. göndermedim, sadece bu yılbaşında Vintage İstanbul’dan alışveriş yapan blogger’lara, teşekkür mahiyetinde bir yeni yıl hediyesi gönderdim, her biri için özenle seçtim, tamamen içimden geldiği için. Yani her şey organik büyüdü, bunda sanırım iyi iletişimin de rolü büyük.

Yurt dışına gittiğimizde görüyoruz ki, yerleşmiş bir kültür olarak vintage alışverişi sokak pazarlarında herkesin erişimine açık şekilde, bazen tarihî mekânları da kullanarak, antika pazarları ile bir arada yer alıyor ve Kara Avrupası’nda bu çok yaygın. Bizde bu kadar yaygın olmamasının sebebi sence nedir?

Bence biz toplum olarak, hatta ta Osmanlı’dan gelen bir kültürle, gösterişi, şaşaayı ve yeni şeyleri seviyoruz. Pazardan alışveriş yapmayı, bir başkasının kullandığı eşyayı almayı, kıyafeti giymeyi pek sevmiyoruz. Bu toplumda insanların giyim tarzı aynı zamanda sosyal statülerini de belirliyor. Neyse ki son 5 yıldır antika/bit pazarları oluşumu bizde de başladı. Kadınlar akıllı modaya önem verir oldu, birçok ikinci el ürününüzü satabileceğiniz web sitesi, mobil uygulama ortaya çıktı. Bunların hepsi çok iyi gelişmeler. İnsanların kıyafetlerini bir yere bağışlaması ya da satması, geri dönüşümün farkında olup katkıda bulunması çok önemli. Ancak tabii bir kesim hâlâ ikinci el kıyafeti, vintage dahi olsa, kötü enerjili, eski ve kirli olarak görüyor. Halbuki bu butikte gördüğün tüm kıyafetler kuru temizleme yapıldıktan sonra burada sergileniyor. Enerji kısmına hiç girmiyorum, eğer enerjiye takıksak hiçbir fastfashion markayı giymememiz gerekiyor, üretildiği koşulları ve üreten işçileri düşünürsek… Vintage ürünlerde, bir kıyafette belli bir oranda deformasyon olması veya kondisyonunun düşüklüğü ya da bir aksesuarın kararması, esasen çok normal bir durum olmakla birlikte, bizim toplumumuzda halen kabul görmüyor ve müşteriler bu tür ürünleri satın almak istemeyebiliyor.

Son dönemde vintage’a olan ilginin artması ile insanların eskiye duyduğu özlem arasında bir bağlantı olduğunu düşünüyor musun? Aslında her konuda eskiye duyulan özlem bu ilgiyi besliyor diyebilir miyiz?

Özellikle son dönemde, sanırım ülkenin durumu sebebi ile de, her konuda “eski”ye duyduğumuz özlem, evet, bu ilgiyi perçinliyor. Vintage butikleri, eskicileri, antikacıları gezdiğimizde geçmişimizden parçalar görmek insanı mutlu ediyor. “Ne varsa eskilerde var” diye boşuna dememişler.

Geçen yaz, Roma Hukuku Yaz Okulu münasebeti ile Napoli’de bulunduğum sırada, Ferzan Özpetek’in son filmi olan Napoli Velata’nın çekimlerine rastladım. Çekimlerde kostümlerinin kullanıldığı Retrophilia Vintage’ın sahibesi ile tanışma ve sohbet etme imkânım oldu. Gerçekten her bir parça çok etkileyiciydi. Aklım hâlâ, satın almakta zafiyet gösterdiğim vintage güneş gözlüğünde diyebilirim...Vintage İstanbul’un ürünlerinin de, böyle bir film projesinde veya bir tiyatro oyununun kostümleri olarak yer almasına dair bir teklif var mı ya da senin bu yönde bir düşüncen var mı?

En son bir film için teklif geldi ancak kabul etmedim. Ama söz konusu Ferzan Özpetek gibi bir yönetmen olursa ve kıyafet tasarımcısı benden kıyafet ya da aksesuar talebinde bulunsa tabii ki seve seve kabul ederim. Bu çok güzel olurdu. Ancak bizim işimiz çok butik ve ben daha çok günlük kullanıma uygun vintage parçaları topluyorum. Belirli bir döneme ait ama bugün de kullanılabilen ürünleri tercih ediyorum. Bu arada özellikle belirtmek isterim ki, eski kalıplarla yeni üretim yapılan hiç bir şey vintage değildir ve butiğimde bu tarz ürünlere yer vermiyorum.

Son olarak, 2018’de Vintage İstanbul’un içinde yer alacağı bir projen var mı, varsa biraz bahsedebilir misin?

Yeni yıla girmeden, benim çok sevdiğim bir tasarımcı olan Der Liebling ile ortak projeye imza attık. Bunun için çok heyecanlıyım. Der Liebling’in yaratıcısı Banu Kent ile dükkanda tanıştık. Benden balık şeklinde bir kolye ucu satın almıştı ve bunu Der Liebling bir kolye ile kombinleyip, sosyal medya hesabında paylaştı ve sonrasında herkes bu kolye ucunu sormaya başlamış. Bunun sonrasında beraber bir koleksiyon hazırlamaya karar verdik. Benim her sene gittiğim bir vintage fuarı var. O fuardan topladığım değişik kolye uçları ile bu on parçalık mini koleksiyonu oluşturduk. Koleksiyonu paylaştığımız gün tükendi. Bu tarz iş birlikleri devam edecek. Müşterilerime ayrıcalıklar sağlayacak çalışmalar yapmak var planımda. Yine atölyeler ve etkinlikler olacak.

PANORAMA Khas adına, bize vakit ayırdığın için ve gerçekleştirdiğimiz bu keyifli sohbet için, sana çok teşekkür ederim.