Bazen Hayat Seni Öyle Zorlar ki Yeğenim! Yolun Başında Kimdin, Unutursun

Bazen Hayat Seni Öyle Zorlar ki Yeğenim! Yolun Başında Kimdin, Unutursun
Televizyon kanalı Atv’de yayınlanan Ezel dizisindeki Ramiz Dayı karakteri ile çok konuşulan tiyatro ve sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz 77 yaşında yaşama veda etti; üstelik henüz perde kapanmadan, o, selamını veremeden...

27 Eylül cuma sabahı ajanslara hiç beklenmedik, vahim bir haber düştü. Haber, ünlü tiyatro ve sinema oyuncusu Tuncel Kurtiz evinde düşüp yaşamını yitirdi diyordu. Kurtiz o sabah, hiç aksatmadığı sporundan evine dönmüş, sevgili eşinin hazırlayıp bıraktığı masaya belliki güne sıkı bir kahvaltıyla başlamak için oturmuştu. Menend Hanım eve geldiğinde Kurtiz’i yerde baygın bulmuş; ne yaptı ne ettiyse de yetmemiş, sevgili eşini uyandıramamıştı. Daha çok uzun yıllar yaşamayı kafasına koyduğunu, hayata olan sarsılmaz inancıyla ve dipdiri varlığıyla sık sık söyleyen Tuncel Kurtiz, 77 yaşında hayata veda etmiş, ailesinden, dostlarından, seyircilerinden ayrılmıştı. Üstelik henüz perde kapanmadan; o, selamını veremeden.

Tuncel Kurtiz’in ölüm haberi tüm Türkiye’de derin bir yasa neden oldu. Sosyal medya nevi şahsına münhasır duygusallığıyla, Kurtiz’in ardından matem, üzüntü ve pişmanlık dışavurumlarının mecrası haline geldi. Çok sayıda twitter ve facebook kullanıcısı profil fotoğraflarını Kurtiz’in fotoğraflarıyla yeniledi. Cenaze törenini takip eden günlerde matemin ruh hah sosyal medya versiyonuyla devam etti. Hayali cemaatin mensupları ortaklaşan hüzünlerini; Kurtiz’in şiir okuduğu videoları, oynadığı dizilerden sahneleri, replikleri paylaşarak ifade ettiler. Sayısız klavyenin üzerinde gezinen binlerce parmak, ustanın yokluğunun hüznünde bir araya geldi, birleşti.

Son zamanlarda içinde bulunduğumuz toplumsal ruh halinin, hüznümüzde dahi ortaklaşabilmeyi zor kıldığını düşünürsek; Tuncel Kurtiz’in ölüm haberinin ortaya çıkardığı duygu durumunun ne kadar özel olduğunu görmemek elde değil. Siyaseti bir kenara bırakacak olursak; sporun, sanatın ve popüler kültürün dahi ancak kutuplar üzerinden anlamlandırılabildiği ve kültürel üretimlerin ikili karşıtlıkların mengenesine sıkışmaya zorlandığı böylesi bir zaman diliminde, Tuncel Kurtiz’in kaybının tetiklediği bu kolektif duygulanımın anlamı neydi? Sayısız kere komünist olduğunu söyleyen ve komünizmi insanlığın varabileceği ideal nokta olarak gördüğünü en doğal haliyle tekrar eden Kurtiz, üstelik yıllar önce bir İsrail filminde oynadığı için faşist olmakla itham edilmişti. Kutuplar arasına sıkışmayı reddedenlerin, toplumsal anlamlar dünyasından dışlandığı bir şimdide, kaybıyla onca ruha acıyla dokunan, karşıtlıkları unutturan Tuncel Kurtiz’i özel kılan neydi? Asıl sevdası tiyatronun yanında sinemayı sanattaki üvey aşkı olarak gören, aslında sahneden ulaşmayı arzuladığı seyircisine bir parça dokunmak için popüler kültür kanallarından başka çaresi olmayan Kurtiz’i, onun ardından klavye tuşlarına yaslarım dökenler nasıl ve ne kadar tanıyor? Bu sorunun belki de imkânsız cevabı arka planda, Tuncel Kurtiz’in kutuplaşmaların sığlığını reddeden yaşam ve sanat öyküsüne kısaca bakalım.

Sıradışı Bir Yaşam Öyküsü...

Kariyerinin ilerleyen safhalarında vah olan nahiye müdürü bir baba ve Osmanlı bürokrasisinde etkin Boşnak bir ailenin kızı olan bir annenin çocuğu olarak, 1 Şubat 1936’da İzmit’te dünyaya gelen Tuncel Kurtiz’in çocukluğu Kırıkkale, Reşadiye, Posof, Ayvalık ve Kandıra’da hareketli ve kalabalık bir geniş aile içinde geçmiş. Babası Amerika Birleşik Devletleri’ne gitmeye karar verince ailenin de yolu önce Ann Arbor’a sonra Detroit’e düşmüş. Tuncel için ikili karşıtlıkların mengenesinden özgürleşme süreci, belki de Detroit’te farklı ırk ve kültürlerden çocukların gönderildiği okula gittiğinde başlamış.

O yıllardan zihninde asılı kalan bir anıyı, kitaplarda okuduğumuz güçlü ama ayrıştırıcı anlatıların yaşamda eriyip gittiğine adeta bir kanıt olarak anlatıyor sanatçı: “Okulda benimle ‘turkey turkey glu glu’ diye alay ediyorlardı. Birgün bir kavga çıktı ve iki üç kişi birden üzerime geldi. Kavgada Çinli bir çocuk bana yardım etti. Sonrasında yarım yamalak İngilizcemle Çinli çocuğa “sen benim düşmanım olduğun halde bana yardım ettin. Düşmanımsın, çünkü sen Çinlisin” dedim... O sıralarda (Nihal Atsız’ın) Bozkurtlanrı Ölümü'nü henüz okumuştum.”

Diğer taraftan, Amerika dönüşü ilk ergenliğinde okuduğu kitapları büyük bir iştahla anlatan Kurtiz, hayatı “çok okumak-çok gezmek” de dâhil olmak üzere hiçbir ikili karşıtlığın arasına sıkışmayacak kadar büyük bir aşkla yaşadığının işaretini veriyor: “Babamın vah muavini olduğu nahiyede halkevleri kütüphaneleri kapatılmıştı. Ama anahtar babamdaydı. Anahtarı ondan alır, gizlice kütüphaneye giderdim, Emil Zolalan, Nazım Hikmetleri orada okudum. Varlık yayınlarım okudum. Aziz Nesin ve Sabahattin Ali'nin dergisi Marko Paşa’yı hep okurdum. Belki de adı hoşuma gittiğinden... Çok okurdum.”

Yılmaz Güney Filmleri ve Sürgünde Tiyatro...

Üniversite hayatım salınımlarla geçiren Kurtiz, önce babasının zoruyla hukuk fakültesine kaydolmuş, sonra felsefe ve filoloji okumuş fakat hiç birinden mezun olmamış. Tiyatro ile uğraşmaya başladığı yıllarda, o dönem iktisat fakültesinde okuyan Yılmaz Güney üe tanışmış. Tiyatronun koşulsuz olarak tek aşkı olduğunu her fırsatta dile getiren Kurtiz’i, Güney ile arkadaşlığı sinema oyunculuğuna ikna etmiş.

Bir sinema dehası olarak tanımladığı Yılmaz Güney ile birlikte oynadığı Umut, Kurtiz’in sürgün yıllarının miladı olmuş. Film Türkiye’de yasaklanınca, Umufn Cannes Film Festivali’nde seyirciyle buluşturmak Kurtiz’e düşmüş. Uzun yıllar Avrupa’da sürdürdüğü oyunculuk kariyeri de böylece başlamış. 1978’de Sürü filminin hazırlıkları esnasında hapishanede bulunan Yılmaz Güney, Zeki Ökten’e “Hamo’yu ihtiyar (Tuncel Kurtiz) oynasın, bulun getirin” deyince, Kurtiz’in rotası yeniden Türkiye’ye dönmüş. Ta ki 12 Eylül darbesine kadar. Sürü’den sonra Erden Kıral’ın yönetmenliğini yaptığı Bereketli Topraklar Üzerinde filminde de oynayan Kurtiz, en büyük pişmanlıklarından birinin ise Yol filminde Yılmaz Güney ile çalışmamak olduğunu söylüyor. Yılmaz Güney’in Paris’te sürgünde çektiği Duvar filmi Kurtiz’le Güney’in kesişen yollarının ve kadim arkadaşlıklarının son durağı olmuş. Duoa?dan sonra uzun yıllar Avrupa’da yaşayan Kurtiz, 1986’da oynadığı İsrail yapımı Hiuch HaGdi filminde canlandırdığı Hilmi karakteri ile Berlin Film Festivali’nde Gümüş Ayı’yı havaya kaldırmış ama İsrail yapımı bir filmde oynadığı için kendi memleketinde faşistlikle itham edilmekten kurtulamamış. Ünlü İngiliz tiyatro yönetmeni Peter Brook’un unutulmaz oyunu MahabaraJta ile sayısız kez sahne almış, alkışlanmış ve ödüllendirilmiş olan Kurtiz, Türkiye’ye döndüğünde ise oyun sergileyecek sahne bulamamış.

“Ölümü Gömdüm Geliyorum”

Sosyal medyada Kurtiz’in ardından en çok paylaşılan cümlelerden biriydi Edip Gansever’in dizesi “Ölümü gömdüm geliyorum.” Tuncel Kurtiz Türkiye televizyonlarının en çok takip edilen dizilerinden biri olan Ezel’in Rainiz Dayısı olarak pek çoğumuzun dimağında iz bıraktı böyle repliklerle. Belki de Kurtiz için popüler mecralar, gerçek aşkı tiyatroyla arasında hem aşılmaz bir engel hem de vuslat için umudun simgesi oldu. Belki de popüler mecralar sayesinde, hayal ettiği Türkiye’nin dönüştürücü güçlerinden biri olduğunun farkına daha geniş kitleler varabildi. Örneğin Gezi eylemlerinde sözünü yine o mecralardan ulaştırdı genç insanlara.

Çok sevdiği arkadaşı Cahit Irgat’ın “Bu şehrin mahzenleri irin kokar, kan kokar. Şehrin mahzenlerinde cinayet var, ölüm var” dizeleri Kurtiz için hakikatin göstergesiydi belki. Ama o, insana olan umudunu kaybetmediğini, hayata ve sahneye olan aşkım hiçbir zaman yitirmediğim hep yineledi. O umuda takılmak, Tuncel Kurtiz’in ardından bize kalan...