Elektronik mühendisi olarak 12 yılı aşkın süredir telekomünikasyon sektöründe çalışıyorum. Biz mühendisler, tabiri caizse "sayısal kafalı" insanlarız. Üniversite eğitimimiz boyunca, farkında bile olmadan kazandığımız formasyon gereği, günlük yaşantımızda pek çok durumu sayısal mantık ile yorumlarız. Çoğunlukla durumları "var" veya "yok" ekseninde değerlendirir, bu mantıkla çözüme kavuşturmaya çalışırız. Başımızı kaldırıp baktığımızda, aklımıza gökyüzünün güzelliğinin yanında hidrojen, oksijen ve bilimum gazlardan oluşan içeriği gelir. Bir ağaca baktığımızda, kökünden gövdesine kadar odun borularından suyun nasıl yapraklara ulaştığını hayal edebiliriz. Son teknolojiye ait bir cihazı, örneğin bir akıllı telefonu, tableti vb. elimize aldığımızda, kimi zaman bir tornavida bulup içini açmak, bu işin arkasında nasıl bir sistem olabileceğini görmek, test etmek isteyebiliriz. Halbuki basitçe bir uygulama yükleyerek tadını çıkarmak da var değil mi? Bu alışılagelmemiş yorum ve bakış açısının arkasında, merak ve sorgulamaya dair alışkanlığımızın yattığını düşünüyorum. Merak eden, sorgulayan, araştıran insanın en önemli duraklarındandır kitaplar.
Çoğumuzun en sevdiği hobisidir kitap okumak. Kişisel olarak, mesleki ve bilimsel kitapların yanısıra, edebiyat dünyasına, özellikle çağdaş ve klasik Türkçe edebiyat romanlarına ilgim var. Bu ilgi beni sayısını hatırlayamadığım pek çok kitabı okumama, sonrasında ise uzun süre kalacağım bir durakta durmama sebep oldu! Günün birinde elime Orhan Kemal'in Baba Evi: Avare Yıllar romanı geçti. Kitabı bir solukta bitirdim ve o günden beri çok sayıda Orhan Kemal romanını art arda okudum ve halen de okumaya devam etmekteyim. Konuyu derinleştirerek, Orhan Kemal'in eserlerini okurken yaşadığım hisleri, duygu ve düşüncelerimi aktarmaya çalışacağım. Bir mühendisin gözünden, dev bir ustanın, çok değerli bulduğum eserleriyle ilgili düşüncelerimi paylaşacağım.
İlk olarak okuduğum romanı, yazının başında söz ettiğim gibi, Baba Evi: Avare Yıllar'dı. Romanda, Kurtuluş Savaşı'na gönüllü olarak katılmış olan hukukçu bir babanın, savaştan sonra iktidarla çatışınca, kalabalık ailesiyle birlikte Beyrut'a kaçarak sığınmak zorunda kalışı anlatılmaktadır. Yerleştikleri yerde, ufak bir lokanta açar ve iki oğluyla birlikte çalıştırmaya başlar. Ancak bir süre sonra işler kötü gider ve aile geçinemez hale gelir; üstelik baba ağır bir hastalığa yakalanmıştır. Aile çocukların çalışarak kazandığı üç kuruş parayla geçimini sağlamaya çalışırken, büyük erkek kardeşleri işten atılır, bir türlü yeni iş bulamaz, ailenin yükünü tek başına taşıyan küçük kardeşiyle çatışmaya başlar. Sonunda babasını razı ederek memleketi Adana'ya geri döner. Hâlâ yoksuldur ama baba baskısından kurtulmuş, hayatında yeni bir başlangıç yapmıştır. Arkadaşlar edinir, futbol oyununda başarı kazanır, para ve rahat bir yaşama kavuşur...
Baba Evi romanı Orhan Kemal'in yokluk ve zor şartlar içinde, aile baskısıyla geçen çocukluğunun, ilk gençlik yıllarının öyküsüdür. Okurken, kimi zaman kendinizi çilekeş baba karekteri, kimi zaman cefakâr annesi, kimi zaman da oğul karekteri (Niyazi) yerine koyabiliyorsunuz. Yazarın ustaca anlatımı ile, yaşanan olayların duygusal ağırlığını üzerinizde hissedebiliyorsunuz. Her romanında, özel hayatından izleri de eserlerine nakış gibi işlemeyi başarmıştır Orhan Kemal. Bu eserinde de, ana karekterin (Niyazi), ailesiyle birlikte memleketten kaçışı, gurbette yaşadıkları zorluklar, vatana dönüşü ve sonrasında yaşanılanlar, aslında kendi özel hayatında da babasıyla birlikte Suriye'de yaşadığı zorunlu gurbet yaşantısını yansıtır niteliktedir.
Sokaklardan Bir Kız romanı, bir kısmı Anadolu'nun küçük bir kasabasında başlayıp, büyük bölümü İstanbul'un arka sokaklarında geçen bir hikâyeyi konu alır. Okuyucuyu 60'lı yılların atmosferine sokar. Ana karakter, konsomatris Leyla'nın kızı Nuran'ın yaşamını anlatan bir kitaptır. Nuran, annesinin mesleği nedeni ile utanç ve sıkıntı yaşamış, çevresince "kötü kadının kızı" olarak etiketlenmiştir. Ancak bu durumu kabul etmez ve kendine çıkış yolu arar. Yaşam serüveni onu İstanbul'a, bilinmezlerle dolu bir maceraya sürükler. Acaba Nuran burada umut ettiği düzgün ve temiz bir yaşama, mutlu bir yuvaya kavuşabilecek midir? Okurken sizi adeta bu dünyanın içine sürükler. Kendinizi bir an Tarlabaşı'ndaki apartman dairesinde, Beyoğlu'nda bir lokantada ya da Anadolu'nun küçük bir kasabasında bulabilirsiniz. Nuran'ın yaşadığı tüm baskı ve olumsuz duyguları, toplum içinde bir statüye kavuşma, düzgün bir insan olma hayalleri ve bu konudaki mücadelesini içimizde hissedebiliyoruz. Romanı okurken, Nuran'ın başına gelen bazı durumları ve sonuçlarını, günümüzde de gazete haberlerinde görebiliyoruz. Orhan Kemal'in yaşadığı dönemden edindiği gözlemlerin ürünü olan bu kitabın hikâyesine baktığımızda, aslında o dönemden bu döneme, toplumsal yapımızın çok da değişmediğini, pek çok konuda yerimizde saydığımızı üzüntüyle görmekteyiz.
Sokakların Çocuğu ve Suçlu gibi birbirinin devamı niteliğinde olan bu romanlarda, babası ve çilekeş annesi ile birlikte yaşayan Cevdet'in hikâyesi konu ediliyor. Cevdet önce annesini kaybetmiş, ardından da babasının sevdiği kadını anne olarak benimseyememiştir. Üvey annesinin babasını bir başka adam ile aldatması ve bu adamın babasının çalıştığı işyerinden para çalması Cevdet'i derinden etkilemiştir. Babasına kıyamadığı, onun suçsuzluğunu bildiği halde, suçlanacak olması ve hapislerde yatacak olması onu korkutmuş ve hırsızlık suçunu üstlenmiştir. Uzun bir hapis yaşantısı ardından, arkadaşlarının tuttuğu bir avukatın hummalı çalışmasıyla gerçek anlaşılmıştır ve tahliye olur. Hapisten çıktığında babasının vefat ettiğini öğrenmesi ve mezarı başındaki çaresiz duruşu...İşte o an gerçekten yapayalnız bir çocuktur artık. Hayatta bir başına ve çaresiz. Kitap boyunca, Cevdet'i sokaklara iten psikolojik ortam, çaresizliği beni çok derinden etkiledi. Sonrasında ise yaşadığı onca trajik olaydan sonra, Cevdet'in hayal dünyasındaki kahramanlar gibi olmaya özenmesi... Kit, Aslan Thomson vb. Sinema Soygunu filminin dilinden düşürmediği kahramanına özenerek, Beyoğlu'nda gerçek bir sinema gişesini soyguna yeltenmesiyle tekrar hapishaneye girer. Yapayalnız bir çocuğun sokaklarda yaşadığı zorlukları, çocukça hayallerini, çocukluktan aldığı inanılmaz cesareti ve tüm duygularını çok usta bir şekilde kaleme dökmüştür Orhan Kemal.
Bereketli Topraklar Üzerinde ve Gurbet Kuşları romanları birbirinin devamı şeklinde yazılmıştır. Bereketli Topraklar Üzerinde'de ana karakter İflahsızın Yusuf'un Sivas'tan Çukurova'da pamuk işçiliğine varan gurbet serüvenini okuyoruz. Gurbet Kuşları romanında, İflahsızın Yusuf'un oğlu Mehmed'in Sivas'tan bu defa İstanbul'da Cibali tütün fabrikasına kadar uzanan gurbet hikâyesinin parçası oluyoruz. İki romanda da, memleketimizin doğu vilayetlerinden saf ve temiz insanların, gurbet illerde yaşadıkları türlü çeşit olayları ibret ve şaşkınlık ile okuyorsunuz. Bu romanları okurken, kendi yaşadığımız şehir hayatını, günlük yaşamda edindiğimiz, kendimize göre dert olan, ancak örneğin, İflahsızın Yusuf gibi insanlar için lüks kabul edebileceğimiz konuları düşündükçe hem bir miktar utandım, hem de içinde bulunduğum durum için defalarca şükrettim. Ancak şu da var ki, hayat bizleri ne kadar zor durumlar ile imtihan ederse etsin, yaşama azmi ve kararlılığında olan insan, doğru ve dürüst bir kişilik, saygılı ve sevgi dolu bir ruh haliyle yoluna devam ederse, engelleri aşabilir. Aşamadıklarını da kabullenerek, zaten çok kısa olan bu ömrümüzde saadeti yakalayabilir. Zaten esas olan da bu değil midir?
Müfettişler Müfettişi ve Üçkağıtçı isimli romanları ise nehir roman özelliğini taşımaktadır. Ana karakter Kudret Yanardağ, görünüş itibarıyla heybetli, cüsseli, kalantor bir tiptir. Girdiği her mekânda, sarı makosen ayakkabıları ile "zııt zııt" sesler çıkartarak yürümesi, bakışları ve ağır haliyle, çevresindeki insanlar onu önemli bir devlet büyüğü, müfettiş, polis müdürü hatta bakan zannetmektedirler. Bu karizmasının farkındadır ve bu durumu para kazanma yöntemine dönüştürmüştür. Kendilerine teftiş heyeti süsü vererek, mekândan mekâna dolaşıp, gördükleri olumsuz durumları not alır gibi görünüp, mekân sahiplerinden sus payı paralar alan bir çetenin reisi, en önemli üyesidir. Kudret Yanardağ'ın Müfettişler Müfettişi romanında başlayan maceraları, bir dönem hapis yatmasını bile, kıvrak zekası ve bir miktar da şans ile avantaja çevirerek halk arasındaki hızlı yükselişini takiben, milletvekilliğine varan serüveni okumaya değer, ibretlik bir roman dizisidir. Günümüz dünyasından, memleketimizden çok net insan manzaraları yakalayabilirsiniz. İnsanların güç karşısındaki çaresiz boyun eğişleri, güce ve karizmaya itibar etmeleri, peşinden koşulsuz yürümeleri günümüz toplumlarında da sıkça rastlanan psikolojik bir problemdir. Büyük ustanın bu eserlerini de okumanızı şiddetle öneririm.
Orhan Kemal'in bazı romanlarında, Cibali semtine ve eski adı ile Cibali Tütün Fabrikası, yeni adı ile Kadir Has Üniversitesi'ne rastlamak mümkün. Örneğin, Evlerden Biri romanında, "Yakındaki tütün fabrikasının sabah saat yedi borusu kalın kalın öterken uyandı..." gibi betimlemelere rastlarız. Cibali semti Orhan Kemal'in hayatında önemli bir yer tutmuştur. 1954-1966 yıllan arasında, sonraki sayfada şimdiki halini gördüğünüz, mütevazı, küçük evde yaşamıştır. O dönem tam bir işçi semti olan bu bölgeyi, Ekmek Kavgası eserinde canlı bir şekilde okuyucuya aktarmıştır. Cemile romanında, Cibali semtini ve yaşadığı mahalleyi şöyle tarif eder: "Çürümüş, tahta, paslı teneke ve kerpiç yığınlarından ibaret evleriyle işçi mahallesi sanki bir seldi, bir seldi de bu sel, uzak, çok uzaklardan yuvarlana yuvarlana, köpüre köpüre, korkunç anaforlar yapa yapa gelmiş, yıllardan beri mahallenin nabzı gibi atan fabrikanın ağı, beyaz taşlarla örülü, kalın, sağlam ve yüksek dört duvarına yandan yüklenmiş, ama duvarları aşamadan takılmış kalmıştı." Açıkçası, yaşadığı mahallenin diğer tüm mütevazı insanları gibi fakir, yoksul bir insandı. Yaşadığı küçücük evde, halkın tam da içinden, aynı hisler ve duygulan her gün yaşayarak, muhteşem eserler çıkarmış ve Türk edebiyat dünyasına armağan etmiştir. Orhan Kemal'in ismi ve manevi kişiliği hâlâ semtte yaşamaktadır. İsmi verilen sokak ile ölümsüzleşmiştir.
Kişisel olarak, Orhan Kemal'in muhteşem eserlerini bir bir okudukça kendimi artık iyi bir edebiyat okuru olarak kabul etmeye başladım. Hâlâ devam eden bu okuma serüvenim, dünyaya ve özellikle memleketimize olan bakışımı değiştirdi. Yakın tarihimizde, memleketimizden insan manzaraları, halk hikâyeleri, acılar, yaşanmışlıklar, sevinçler, hırslar, güç, para, iktidar hırsı ve mücadelesi vb. tüm öğeler dolu dolu içimde yer etti ve iz bıraktı. Öncelikle tüm mühendis camiasının değerli "sayısal" insanlarına ve elbette edebiyata ilgi duyan her yaştan herkese, Orhan Kemal'in eserlerini tavsiye ediyorum. Bu büyük ustayı yaşatmak ve gelecek nesillere doğru şekilde tanıtarak aktarmak bizim açımızdan önemli bir ödev olmalıdır. Şahsen, çalışma odamdaki kütüphanemin önemli bir bölümünü bu değerli eserler oluşturuyor. Canım kızım Elif'e bırakacağım en değerli miraslarımdan biri de Orhan Kemal romanlarım olacak.