Bir Zamanlar Balat-Fener-Cibali Aksında 'Şaheser Dünya'nın Yaratıcısı Yaşarmış

Bir Zamanlar Balat-Fener-Cibali Aksında 'Şaheser Dünya'nın Yaratıcısı Yaşarmış

İlk Türkçe romanlardan birini o yazdı. Yunan harfli Türkçe edebiyatın en ünlü ismi olarak biliniyor. OsmanlI basın tarihinin en uzun süreli gazetelerinden biri olan Anatoli Gazetesi’ni çıkardı. 1800’lerde Cibali’de yaşasa idik Evangelinos Misailidis, belki de Fenerli komşumuz olacaktı.

Kadir Has Üniversitesi’ni de sınırlan içine alan tarihi semt Cibali’nin, -Fener ve Balat gibi yakın çevresini de dahil ettiğimizde- edebiyatla ilişkisini daha çok yakın dönemde yaşamış sanatçı ve eserlerle ilintilendirme eğilimi son zamanlarda göze çarpan bir olgu.

Mahmut Yesari’nin Çulluk’u, Muammer Karaca’nın Cibali Karakolu, Bora Ayanoğlu’nun sözlerini yazdığı ve sanatçı Alpay’ın söylediği Fabrika Kızı şarkısı, üniversitenin hemen arka sokağında bir dönem yaşayan ünlü romancı Orhan Kemal ilk akla gelen örneklerden.

Hemen yanı başımızdaki Fener, Osmanlı devletinin baş tercümanları olan ve özellikle tarih ve dil bilim alanında önemli eserler kaleme almış Fenerli Rum asilzadelere yüzyıllar boyunca ev sahipliği yapmış bir semt. Burası ayrıca, edebiyat tarihimiz açısından belki daha mütevazı ancak çok renkli bir edebiyatın temsilcilerinden birinin de yaşadığı yer.

Bu kişi ilk Türkçe romanlardan Temaşa-i Dünya ve Cefakâr-u Cefakeş’i (1871-1872) -kitabın kısaca adı Seyreyle Dünyayı- yazmış olan, Yunan harfli Türkçe edebiyatın en üretken isimlerinden biri: Evangelinos Misailidis (1820-1890).

FENER’DEKİ ÜNLÜ İSİMLERE BİR YENİSİ DAHA

Birkaç yıl evvel bu ilginç edebiyatın izini sürmeye başladığımda, Yunan harfli Türkçe’nin ve hatta Osmanh basın tarihinin en uzun süreli gazetelerinden biri olan Misailidis’in çıkardığı Anatoli Gazetesi’nde (1850-1920) bir ilan görmüştüm. Bahse konu ilan Fener’de ‘Kebir Mektep’ sokağında Misailidis Efendi’nin hanesinin arkasında satılık bir arsadan söz ediyordu. Dolayısıyla, Fener’deki ünlü edebi isimlere bir yenisi daha eklenmişti.

1820 yılında bugünkü Manisa’nın Kula ilçesinde doğan Evangelinos Misailidis, -deyiş yerindeyse- Karamanlılar’ın 19. yüzyıldaki kanaat önderiydi. Misailidis gazetecilik, öğretmenlik, çevirmenlik, yazarlık vb. birçok sahada kalem oynatmış olan tam bir Tanzimat aydınıydı.

ilk matbaasını Osmanlı’nın en kozmopolit şehirlerinden biri İzmir’de kurmuş, burada bazı gazete ve dergiler çıkarmış, matbaasının yangınla kül olmasının ardından işini İstanbul’a taşımıştı. 1850’de İstanbul’da yayımlamaya başladığı Anatoli’ yani ‘Doğu’ dergisi, 1920’lere, Karamanlılar’ın Lozan Mübadele Antlaşması’yla Yunanistan’a gitmek zorunda bırakılmalarına kadar Türkofon Ortodoksların İstanbul başta olmak üzere İzmir ve Anadolu’daki temel iletişim araçlarından biri olmuştur.

 Misailidis, gazetesiyle aynı adı taşıyan matbaasıyla da önceleri dini eserler yayımlamış, sonrasında ise başta Batı romanlarından çeviriler olmak üzere tarih kitapları, sözlükler, kanunnameler, dil bilgisi kitaplarının vb. yayıncısı olarak, 19. yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı yayın dünyasına damgasını vurmuştur.

TÜRKÇE’DEKİ İLK ROMANLARDAN BİRİ

Misailidis’in Türkçe edebiyat açısından asıl önemi ise Türkçe’deki ilk romanlardan biri olan Temaşa-i Dünya’yı yazmış olmasıdır. 1986 yılında Robert Anhegger ve Vedat Günyol tarafından bugünkü Türkçe’ye aktarılan bu roman, yayımlandığı dönemde edebiyat çevreleri tarafından büyük ilgiyle karşılanır; hatta Vedat Günyol gibi bazı eleştirmenler tarafından ilk Türkçe roman olarak kabul edilir.

Oysaki, 1851 yılında Hovsep Vartanyan Paşa tarafından Ermeni alfabesi ile Türkçe yazılmış ‘Akabi Hikayesi’ hesaba katıldığında bu argüman çok geçerli değildir. Bu romanın ‘ilk olmadığına’ dair yaşanan hayal kırıldığına kısa sürede bir yenisi eklenir; çünkü ortaya çıkan yeni bulgularla Temaşa-i Dünya’mn aynı zamanda ‘orijinal’ de olmadığı anlaşılacaktır.

Misailidis’in romanı ile 1839 yılında İstanbullu bir Rum olan Grigoris Paleologos tarafından Atina’da yayımlanmış ‘O Polipathis’ (Cefakeş) adlı roman arasında önemli benzerlikler söz konusudur.

Ancak, iki roman arasındaki hacim farkı bile -Temaşa-i Dünya’nın sayfa sayısı Polipathis’in neredeyse iki katından fazladır- bu romanın kolayca ‘orijinal-taklit’, ‘orijinal-çeviri’ ‘orijinal-uyarlama’ vb. ikili karşıtlıklarla değerlendirilemeyeceğini ortaya koymaktadır.

Dahası, ‘orijinallik’ meselesi bütün 19. yüzyıl Osmanlı romanları için geçerli bir tartışma olabilir. Ayrıca, yenilik/orijinallik gibi kavramların söz konusu yüzyıldaki karşılıkları da şimdi düşündüğümüzden çok daha farklı tanımlamaları içermektedir.

SEMTLERİN FOLKLORİK ŞEHİR KILAVUZU

Temaşa-i Dünya, çok kültürlü 19. yüzyıl Osmanlı toplumunu yansıtan, içerdiği atasözleri ve deyimlerle zengin bir kültürel hazine olduğu kadar İstanbul’daki semtlere dair folklorik bilgileri taşıyan bir şehir kılavuzu niteliğindedir ve bu özellikleriyle edebiyat tarihimiz içerisinde özgün bir yere sahiptir.

Uzun yıllardır dolaşımda olan “Artık eski İstanbul kalmadı” söylemine inat, bugün hala 1870’lerin Temaşa-i Dünyası’nın sayfalarından yola çıkarak Balat-Fener-Cibali aksında yürüyebilir, bir zamanlar Misailidis’in romanının temel mekanları olan semtlerde kıyıda köşede kalmış, zamanın adeta ‘donduğu’ bir kilisede, camide ya da bir çeşmede romanın izlerini bulabilirsiniz.

Yazarın, Haliç sahilinden yürüyerek Tahtakale Uzunçarşı Caddesi’nde Tamburacı Han’daki matbaasına gittiğini hayal edebilir, bir kayıkla Ayakapı Iskelesi’ne çıktığı yeri kestirebilir; başımzı kaldırıp Haliç’in diğer yakasında Zindanarkası Mevkii’nde geçen gülünç hapishane hikayelerine kulak verebilir; edebiyatın gerçekliğiyle gündelik yaşamın gerçekliği ve mekanları arasında gezinebilirsiniz.

 

YAZIDA SÖZ KONUSU EDİLEN İLAN. İLANDA TÜRKÇE ŞÖYLE

YAZIYOR: “FENERDE KEBİR MEKTEP SOKAĞINDA EV. MİSAİLİDİS

EFENDİ HANESİ ARKASINDA 150 ARŞIN BİR ARSA DÛN PAHA

İLE SATILIKTIR. İSTEK EDEN MATBAAMIZDAN MALUMAT

ALABİLİR”

 

TEMAŞA-I DÜNYA; 19. YÜZYIL OSMANLISI’NIN, BEYOĞLU’NA

ODAKLANMIŞ LEVANTEN ÇEVRELERİN, RUM İLKOKULLARI,

RANDEVU EVLERİ VE EĞLENCE YERLERİNDEN YOLA

ÇIKARAK; OSMANLI TOPRAKLARINDA, YENİÇERİLER’!,

ŞERİYE MAHKEMELERİ, GÜMRÜK İDARELERİ,

TIMARHANELERİ, MÜFTÜLÜKLERİ İLE TOPLUMSAL

YAŞAMINDAN TARİHSEL GERÇEKLERE DAYALI KESİTLERİN

YANI SIRA; FRANSA, İTALYA, RUSYA, İNGİLTERE’DEKİ ÜST

SINIFLAR VE GELENEKLER ÜZERİNE İLGİNÇ BİLGİLER

VERİYOR.

 

OSMANLI GAZETECİLİĞİNİN ÖNEMLİ BİR KAYBI

Misailidis’in 3 Ocak 1890’da ölümü üzerine ‘Sabah’ ve ‘Tercü man-ı Hakikat’ gibi çeşitli gazetelerde çıkan yazılar, onun Osmanlı basını ve entelektüelleri tarafından ne derece önemsendiğini de ortaya koyuyor. Örneğin Tercüman-ı Hakikat’de dönemin önde gelen isimlerinden Ahmed Midhat’ın yazdığı yazıda Misailidis’in ölümü, Osmanlılık ve Osmanlı gazeteciliği için önemli bir kayıp olarak nitelendirilmektedir.

‘Anatoli’ gazetesinde yazarın ölümü ardından yer alan anma yazılarından ve cenazesi başında yapılan konuşmalardan anlaşıldığına göre Misailidis kalabalık bir cenaze töreniyle defnedilmiş ve anısına görkemli bir mezar yapılmıştı.

Tarihi surların hemen bitişiğinde bulunan Eğrikapı Rum Mezarlığı’nda defnedilmiş olan yazarın bugün, maalesef, mezarını ziyaret etmek mümkün değil. Muhtemelen yol çalışmalarına kurba giden bu mezar -ironik bir biçimde- belki ‘şanslı’ bile sayılabilir çünkü 21 Misailidis’in defnedildiği mezarlık günümüzdeki görüntüsüyle içler acısı durumda.

En son gidişimde, birçok mezar taşının zalimce kırılmış olduğuna, hatta bazı mezarlarda insan kemiklerinin dışarı saçıldığına tanıklık ettim. Mezar kazıcıların ‘define rüyaları’ ile yerle bir olan bu mezarlar, üzerlerindeki 1955 ve 1974 gibi ölüm tarihlerine bakılırsa, gerilimli Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin sebep olduğu Rum göçlerinden sonra sahipsiz kalmış da olabilir!

Sevindirici olan ise, yaşadığımız bu yüzyılda din, dil ya da etnisitenin edebi ve kültürel üretimleri ele alırken artık yegane kriter olarak kullanılmamaları, çünkü ne tarih ne de şimdi, tekil kimliklere hapsolmuş yekpare bir yapıdan oluşmuyor. Her alanda benimseyeceğimiz çoğulcu bakış açılarının, bizleri Misailidis gibi yeni isimler, yeni eserler, yeni kavramsallaştır malarla tanıştıracağını umut edebiliriz.

KARAMANLILAR BİR ‘TÜRKOFON’DU

Misailidis’den ayrıntılı söz edince, Yunan harfli Türkçe edebiyattan ve bu üretimi gerçekleştiren Ortodoks Hıristiyanlar’dan bahsetmek yerinde olacak sanırım.

Anadolu’ya gelerek yerleşen Türkler olduklarıdır. Bu görüşe göre Bizans ordusunda paralı asker olarak görev yapan bu Türkler zamanla hükümdarlarının dinini benimsemiş ancak kendi dillerini muhafaza etmişlerdir.

Literatürde Karamanlılar olarak adlandırılan bu cemaat; Türkçe konuşan, ibadetlerini büyük ölçüde Türkçe olarak yapan ancak Arap harfleri ile değil Yunan alfabesi ile yani Karamanlıca olarak yazan bir topluluk.

Aslında Karamanlıcayı çok dinli, çok dilli, çok etnikli Osmanlı imparatorluğu’nda tek başına, izole bir örnek olarak da düşünmemek gerek: Türkçe konuşan ve Ermeni harfleriyle Türkçe yazan Ermeniler’in dışında, İznik civarında Yunan harfli Ermenice kullanan ve Ermenice konuşan Rumlar, ‘Frankolevantini’ olarak adlandırılan Latin karakterlerle Yunanca yazan ve Yunanca konuşan Levantenler, Girit'de Yunanca konuşan ve Yunancayı Arap harfleriyle yazan Giritliler, İbrani alfabesiyle Yunanca yazan Yahudiler bunlardan bazıları.

Resmi tarih tezlerini bir kenarda tutarak, Karamanlıları, en nesnel ifadeyle betimlersek şunu söyleyebiliriz: Bu topluluk, Türkofon, yani Türkçe konuşan, büyük ölçüde ibadetlerini Türkçe yapan, yazılı metinlerini ise Yunan alfabesiyle Türkçe dilinde üreten Ortodoks bir cemaattir.

Bu durum kendisini en etkili hafiyle, 1896 yılında Yannis Yannidis tarafından yazılmış olan ‘Kayseri Metropolitleri ve Malumat-ı Mutenewia’ adlı kitapta yer alan şu dizelerde belli ediyor:

“Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz/ Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz/ Öyle bir mahludi hattı tarikatımla vardır/ Hunıfiımuz Yonaniçe Türkçe meram söyleriz”.

Hatta İstanbul’da Yunanca basılan ilk eserin de İbrani alfabesiyle yazıldığı biliniyor. Dolayısıyla, Karamanlıca Osmanli’nın ‘çok dilli’ dünyasını yansıtan birçok örnekten yalnızca biri.

Osmanlı imparatorluğu'nda kültürlerarası etkileşimin doğal bir sonucu olan bu kültürel çeşitliliğin 19. yüzyılın başından itibaren yeşermeye başlayan milliyetçi ideolojilerle birlikte birer anomali olarak algılanmaya başladığı söylenebilir. Bu bağlamda Karamanlılar, farklı milliyetçiliklerin bir çatışma alanı olarak ilginç bir örnek oluşturuyor.

Karamanlılar kimdir sorusuna Yunan ve Türk tarihçiler genellikle farklı yanıtlar veriyorlar. Bu topluluğun kökeni ile ilgili, genel olarak iki tarih tezi kabul görüyor. Bunlardan biri, çoğunlukla resmi Yunan tarih yazımı tarafından öne sürülen; Karamanlıların Yunan kökenli oldukları, Yunanca konuşan diğer Rumlardan izole yaşamaları ve Türklerle süregelen ilişkileri nedeniyle Türkçe konuştukları şeklinde.

Bu konuda daha çok Türk tarihçiler tarafından ileri sürülen tez ise Karamanlıların, Osmanlı fethinden önce Bizans döneminde giden bu mezar -ironik bir biçimde- belki ‘şanslı’ bile sayılabilir çünkü 21 Misailidis’in defnedildiği mezarlık günümüzdeki görüntüsüyle içler acısı durumda.

En son gidişimde, birçok mezar taşının zalimce kırılmış olduğuna, hatta bazı mezarlarda insan kemiklerinin dışarı saçıldığına tanıklık ettim. Mezar kazıcıların ‘define rüyaları’ ile yerle bir olan bu mezarlar, üzerlerindeki 1955 ve 1974 gibi ölüm tarihlerine bakılırsa, gerilimli Türkiye-Yunanistan ilişkilerinin sebep olduğu Rum göçlerinden sonra sahipsiz kalmış da olabilir!

Sevindirici olan ise, yaşadığımız bu yüzyılda din, dil ya da etnisitenin edebi ve kültürel üretimleri ele alırken artık yegane kriter olarak kullanılmamaları, çünkü ne tarih ne de şimdi, tekil kimliklere hapsolmuş yekpare bir yapıdan oluşmuyor. Her alanda benimseyeceğimiz çoğulcu bakış açılarının, bizleri Misailidis gibi yeni isimler, yeni eserler, yeni kavramsallaştır malarla tanıştıracağını umut edebiliriz.

Anadolu’ya gelerek yerleşen Türkler olduklarıdır. Bu görüşe göre Bizans ordusunda paralı asker olarak görev yapan bu Türkler zamanla hükümdarlarının dinini benimsemiş ancak kendi dillerini muhafaza etmişlerdir.

Resmi tarih tezlerini bir kenarda tutarak, Karamanlıları, en nesnel ifadeyle betimlersek şunu söyleyebiliriz: Bu topluluk, Türkofon, yani Türkçe konuşan, büyük ölçüde ibadetlerini Türkçe yapan, yazılı metinlerini ise Yunan alfabesiyle Türkçe dilinde üreten Ortodoks bir cemaattir.

Bu durum kendisini en etkili hafiyle, 1896 yılında Yannis Yannidis tarafından yazılmış olan ‘Kayseri Metropolitleri ve Malumat-ı Mutenewia’ adlı kitapta yer alan şu dizelerde belli ediyor:

“Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz/ Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz/ Öyle bir mahludi hattı tarikatımla vardır/ Hunıfiımuz Yonaniçe Türkçe meram söyleriz”.

Karamanlıların yaşam alanları ise dönemden döneme değişse de başta Kapadokya Bölgesi olmak üzere, Kuzeyde Ankara ve Yozgat’a, güneyde Adana ve Antalya’ya, doğuda Kayseri ve Sivas’a kadar olan bölgelere ve Batıda Aydın vilayetinin sınırlarına kadar genişliyordu. Peki, Karamanlılar kendi kimliklerini nasıl tanımlıyordu?

Aslında bu topluluğun kendi kimlik algılamaları, Türk ve Yunan milliyetçi kavramsallaştırmalarının ötesinde farklı bir tabloyu yansıtıyor. Elbette, bu algılama dönemden döneme değişkenlik gösteren, kentte ve kırsalda çoğu zaman birbirinden farklılaşan bir kimlik algılamasını içermektedir.

Karamanlı yazarların ve çevirmenlerin büyük çoğunluğu, metinlerinin önsözlerinde okurlarına ‘Hıristiyanlar’, ‘Ortodoks Hıristiyanlar’, Anadolu Hıristiyanlan’, Anadolulu Ortodoks Hıristiyanlar’ olarak seslenmektedirler.

Karamanlıca edebiyatının ‘Magnum opus’u (Şaheser) sayılan ‘Temaşa-i Dünya’ romanında da yine bu tanımlamalara benzer güçlü bir Anadoluluk’ vurgusu hakimdir.