“Hindistan deyince aklınıza gelen ilk şey nedir?” diye sorsam, dünyanın Çin’den sonra en kalabalık nüfusu oluşu mu, baharatlı ama bir o kadar da lezzetli ve geniş mutfağı mı, bölgeler arası kast sistemi mi, İngilizce’nin ülkede ortak dil olarak konuşulması mı, Ghandi ve bağımsızlık mücadelesi mi, kısaltılmış hali 5 gün süren düğün gelenekleri mi, kadın erkek farketmeden sizinle fotoğraf çekilmek için çabalayan güleryüzlü insanları mı, dansları mı, yoksa Bollywood mu aklınıza gelirdi?
Benim Hint kültürü ile ilk tanışmam Kanada’daki yüksek lisans eğitimim sırasında oldu. Hindistan’ı görebilmek için yakın arkadaşlarımın düğününü dört gözle bekler olmuştum. Ve sonunda geçtiğimiz yıl 12 günlüğüne Hindistan’a gitme fırsatı buldum. Böylesi çokkültürlü ve farklı bir ruhu olan ülkeyi, ülke insanını, yaşam biçimlerini, düşünce tarzlarını anlayabilmek için 12 gün çok çok kısa; fakat yine de algılarınızın açılmasına imkân veriyor. Hani hepimizin hep duyduğu bir cümle vardır ya “Hindistan’ı ya seversin, ya da Hindistan’dan nefret edersin”; tüm farklılığıyla, baharat kokularıyla, sokaklarda dolaşan maymunları, filleri ve inekleriyle ve asıl enerjisi ve renkleriyle ben seven taraftayım. Çünkü bu ülke dünya üzerindeki gezginler için kültürü ve mirası ile adeta bir vaha! Ülkede 200’ün üzerinde ayrı dil konuşuluyor ama uzun yıllarca İngiliz sömürgesinde yönetildiği için ortak dilleri İngilizce. Ülke o kadar büyük ki kısıtlı zamanla ancak kuzeyindeki “Altın Üçgen” (Delhi-Agra-Jaipur) olarak adlandırılan bölgeyi ve Bollywood’un efsane şehri Bombay’ı görme fırsatı yakaladım. Hepsi bir yana geleneksel bir Hint düğününde bulunmak paha biçilmezdi!
Dünyanın Yedi Harikasından Biri: Tac Mahal
Hintli şair Rabindranath Tagore şöyle diyor: “Nehrin kıyısından zamanın yanağında asılı kalmış tek bir damla gözyaşı gibi yükseliyor Tac Mahal…” İngiliz Lordu Edward Lear ise “İnsanlar ikiye ayrılır: Tac Mahal’i görenler ve görmeyenler”. Benim fikrimi de sorarsanız, karanlık bir koridorun ucunda büyüleyici beyazlığının yansıttığı enerjisi ile gözleri kamaştıran güzellik… Peki nedir Tac Mahal? 17. yüzyılda Babür İmparatorluğu’nun 5. Hükümdarı Şah Cihan’ın eşi Ercümend Bânû Begüm’e duyduğu sevginin bir göstergesi olduğu kadar, Babür Devleti’nin güç ve kudretinin de bir sembolü olarak kabul edilen, aynı zamanda İslam türbe mimarisinin en önemli anıt mezar eserlerinden biri. Tac Mahal 1983’ten bu yana UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde. Tahminî olarak yılda Hindistan’a Tac Mahal’i görmeye gelen 3 milyon ziyaretçiden söz ediliyor. Benzin veya dizel motorlu araçlarla Tac Mahal’e ancak belirli bir mesafeye kadar yaklaşabiliyorsunuz. Egzoz dumanı Tac’ın beyaz mermerlerine zarar verebileceğinden girişe kadar olan yaklaşık bir kilometrelik yolu farklı araçlarla gitmenize izin var: Elektrikle çalışan minibüsler, Tonga denilen faytonlar ve Rikşa’lar (Rickshaw). Ya da yürüyebilirsiniz. Seçim size kalmış… Ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim; Tac Mahal’i gördüğünüz ilk an karşısında sakince durup enerjisini hissetmek istiyorsunuz; ardından o meşhur kareyi çekmek için adım atıyorsunuz ama nafile, çünkü sizin gibi yüzlercesi arkanızda ve yanınızda bir anda beliriyor. Bu yüzden o ilk şoku atlattıktan sonra başka açılardan da hayalini kurduğunuz fotoğrafınızı çekebilirsiniz, endişelenmeyin ve orada bulunmanın tadını çıkarın. Bu söylediğim aslında sadece Tac Mahal için değil, tüm Hindistan için geçerli. Çünkü Hindistan farklı yaşam standartlarına alışkın insanlar için hiç de kolay bir ülke değil. Daha da zorlaştırmamak adına kendinizi o ülkenin hayat akışına bir süreliğine bırakmanızı içtenlikle tavsiye ederim. Sonra da izleyin bakalım, bu karmaşık görünen ülke size neler sunuyor…
Pembe Şehir: Jaipur
Agra’dan araba ile Rajasthan’a geçtiğiniz anda farklı bir bölgede olduğunuzu birazdan sıralayacağım sebeplerle anlayabilirsiniz: Çeşit çeşit insanlar, değişik hayvanlar, içi tıka basa dolu minik arabalar, yol kenarlarında ve arabalardan uçuşan fosforlu sariler; elinde çuvalı yol kenarında otobüs beklemekte olan bir kobracı, develer, maymunlar, üzeri içinden daha kalabalık yolcu otobüsleri; Rajasthan’da olduğumuzu bize haber veren fosforlu türban takan esmer ve bıyıklı adamlar; arkasında “Blow Horn” yani “Korna Çal” yazan süslü ve rengarenk dev kamyonlar; bir motosiklete beş-altı kişi binen aileler… Bunlar gördüğüm yüzlerce ilginç enstantaneden aklımda kalanlar… Ve bu anlattıklarım tek tek karşınıza çıkmıyor; her şey sürekli ve aynı anda, insanın başını döndüren bir hızda gerçekleşiyor.
“Pembe Şehir” olarak adlandırılan Jaipur, adeta renklerin ve geleneğin patlaması. Regal saraylar ve kalabalık çarşılar arasında, Jaipur antik mimarisinin güzel detaylarını keşfedebilirsiniz. Nefes kesici. Zaten Jaipur’a inince de nefesiniz kesiliyor.
Binaların bir kısmında terra cota ve pembe taşlar kullanılmış, güneş vurduğunda pek romantik oluyor. Güzel, estetik, sıcak bir şehir Jaipur. Güneş bir başka batıyor. Şehrin göbeğindeki ağaçlarda ve binalarda ise kırmızı popolu maymunlar. Aheste aheste dolaşan kutsal inekleri unutmayalım. Buradaki sokak hayvanları onlar. Yolun ortasından yürüyorlar, ama onlar kutsal, her şeye hakları var, kimse karışmıyor! Eski Jaipur, yedi kapı ile dışarıya açılan kale gibi surlarla çevrili. O yedi kapı da görülmeye değer. Eski şehrin içindeki bütün binalar pembe. Hint-Moğol mimarisinin tipik kubbeli yapıları göze çarpıyor. Bu arada alışveriş yapın ve yaparken sonuna kadar pazarlık edin. Hiç ayıp değil, oranın kuralı. Hawa Mahal yani Rüzgâr Sarayı mutlaka görülmeli, sabahın erken saatlerinde özellikle. Bence adı bile havalı. Mihrace’nin ailesindeki kadınların ve haremdekilerin şehrin ana caddesini gözleyebilmeleri için yapılmış bir saray. Kadınlar için gözlemevi. Tabii ki pembe. City Palace’ın şahane binalarında, avlularında ve bahçelerinde mutlaka vakit geçirin. Ayrıca şehre yakın mesafe dağın tepesinde inşa edilmiş Amber Fort’a geleneksel yöntemle mutlaka o heybetli fillerle tırmanıp gürültüden uzak, dinginlikle sabahın erken saatlerinin tadını çıkarın. Gürültüden uzak diyorum çünkü Hindistan’da böyle bir alan bulmak neredeyse imkânsız! Bir açık hava müzesi olan Jantar Mantar Astronomik Gözlemevi’ni mutlaka ziyaret edin. Adı biraz ilginç gelebilir, doğru. Bana sorarsanız buranın en büyük özelliği tarih boyunca astronomiyi, gezegenleri ve bunların açıları ile birbirleriyle etkileşimlerini yakından takip eden Hintlilerin bu devasa gözlem modellerini 1700’lü yıllarda yapmış olmaları.
Delhi: Yeni mi Eski mi?
Kulağa tezat gibi gelse de, Yeni Delhi dünyanın en kirli ama aynı zamanda en yeşil metropollerinden biri. En eski sıradağlardan biri olan ve Delhi Dağları olarak da bilinen Aravalli Tepeleri kuru ve kışın yapraklarını döken ormanlarla kaplı ve etrafını sardığı şehrin 12 milyon sakini için akciğer görevi görüyor. Hatta Eski Delhi’nin büyük bir kısmı bu dağ sırasının üzerinde kurulu. Yeni Delhi’yi keşfetmek bir ömür sürer, ama bir yerden başlamak gerekirse bunun için en ideal nokta UNESCO Dünya Mirasları Listesi’ndeki Jama Camii. Aynı anda ibadet eden cemaat sayısı açısından Hindistan’daki birinci, dünyadaki yedinci en büyük cami Eski Delhi bölgesinde. Burası yalnızca bir ibadethane değil, aynı zamanda kentlilerin sosyalleşmek ve vakit geçirmek için uğradığı bir nokta. Bizdeki camilerden farkı avlusuna dahi ayakkabıların çıkarılarak girilmesi. 1656’da Babür İmparatoru Şah-ı Cihan tarafından inşa ettirilen mescidin asıl adı “tüm dünyaya hâkim cami” anlamına gelen Mescid-i Cihannüma’ydı.
Yeni Delhi’ye gelip de Eski Delhi’yi ziyaret etmemek olmaz. Hatta karşılaştırma yapmak gerekirse Eski Delhi (ya da diğer adıyla “surlu şehir”) daha hareketli, tarihî ve kaotik! Burada dinler arasındaki muhteşem uyumun yanı sıra, insanların gerek ibadetleri gerek işleri konusunda birbirlerine gösterdikleri hoşgörüye tanıklık edebilirsiniz. Bisiklet rikşa (üç tekerlekli bir tür taşıma aracı) ile çıkacağınız turda yoğun ve hareketli pazar yerleri, tapınaklar, kadim kiliseler ve camiler, dar yollar ve tıklım tıklım ara yollar ile kendinizi şehre şaşkınlıkla bakar halde bulacaksınız. Rikşa, yani halk arasında “tuk-tuk” olarak adlandırılan küçücük bisikletle, ara sokakları gezerken tepenizden sarkan onlarca karmakarışık elektrik kablolarını gördükçe bir an panik atak da geçirebilirsiniz. Yeni Delhi gelenekselin ve modernin rahatça bir arada yaşadığı şaşırtıcı tezatlar kenti. Birçok görkemli hanedanlığın yükseliş ve düşüşünü gören şehir, bir yandan geçmiş dönemlerin muhteşem hatıralarını yaşatırken bir yandan da Hint orta sınıfının artan alım gücü ve gelişmekte olan göçmen nüfusun ikilemini yaşatıyor.
Bahsetmek istediğim son şey ise Hint Düğünleri! Kısaltılmış haline (gündüzüyle gecesiyle 5 koca gün) tanık olmuş biri olarak söyleyebilirim ki, gelenekler onlar için çok önemli. Çocukları veya kendileri Batı’da eğitim görmüş, hatta hâlâ orada yaşıyor olsalar da, düğünlerini kendi geleneklerine harfiyen uyarak gerçekleştiriyorlar. Farklı bölgelerden evliliklerin gerçekleşmesine çok sıcak bakmasalar da, karşı durmuyorlar. Fakat iş böyle olunca, düğünün süresi ve aktiviteleri de artıyor; çünkü her bölgenin kendine has evlenme şekli ve geleneği var. Ben hem kız hem de erkek tarafının misafiri olduğum için tüm ritüellere katıldım. Ve itiraf ediyorum ki, çok yorulsam da, hayatımda bir daha şahit olamayacağım anları yaşadım; iki elime Hint kınası, giydiğim sariler ve bir günde öğrendiğim Hint dansı gösterim! Fakat Türk geleneksel düğün adetleri ile benzer noktaların olmasını da şaşırtıcı bulduğumu belirtmeden geçemeyeceğim. Hindistan, tüm bu kısaca bahsettiğim özellikleriyle tam bir renkler diyarı. Bu ülkede hikâyeler asla bitmez…