Bu sözlü tarih çalışmasında, Türkiye’deki iş gücünü var eden öncü kadınların hikâyelerini ve deneyimlerini Cibali Tekel Tütün ve Sigara Fabrikası’nda (Şimdiki Kadir Has Üniversitesi Cibali Kampüsü binası) işçi olarak çalışmış kadınlar ile temas kurularak belgelemek amaçlandı. Fabrikada 1970’lerden başlayarak işe giren on yedi kadının edindikleri işgücü deneyimleri ve hikâyeleri derinlemesine görüşmeler yapılarak kayıt altına alındı.
Bugün Kadir Has Üniversitesi’ne ev sahipliği yapan eski Cibali Tütün ve Sigara Fabrikası, İstanbul tarihi için mekânsal önem taşır. Fabrikayı konu alan pek çok tarihsel araştırma; bina ve çevresinin, Türkiye emek tarihindeki yerini, özellikle de kadının iş gücüne verdiği katkıyı ortaya koyar. Kurumsal hayatına 1884’de Fransız ve daha sonra Osmanlı yönetiminde başlayan tütün ve sigara fabrikası, 1925’te millileştirilmesine kadar yine Fransızlar tarafından işletilmiş, sonrasında yeni kurulan cumhuriyetin de bir parçası olmuştur. Bünyesinde kolluk kuvveti, kantin ve kreş barındıran fabrika, döneminde, başlı başına bir şehir gibi işlemiştir. Tekel yönetimi altında 1990’h yıllara kadar üretime devam etmiş, sonrasında ise kaderine terk edilmiştir. Bina, 2001 yılında Kadir Has Üniversitesi’nin kullanımına tahsis edilmiş ve Avrupa Nostra ödülüne layık görülen başarılı bir restorasyon çalışmasının ardından, 2003 yılında üniversite ana yerleşkesi olarak hizmet vermeye başlamıştır.
Fabrikanın çeşitli dönemlerini belgeleyen fotoğraflar ve arşiv kayıtlan, binlerce işçiyi barındıran fabrikadaki üretimin büyük ölçüde kadınlar tarafından gerçekleştirildiğini gösterir. Fabrikanın hemen her döneminde çalışan kadın işçilerin sayısı erkek işçilerin iki katıdır. Ancak fabrikada çalışmış kadınların iş gücü tecrübeleri ve gündelik hayat deneyimleri hakkında nitelikli bir kayıt bulunmamaktadır.
Bu sözlü tarih çalışmamızda, Türkiye’deki iş gücünü var eden öncü kadınların hikâyelerini ve deneyimlerini Cibali Tekel Tütün ve Sigara Fabrikası’nda işçi olarak çalışmış kadınlar ile temas kurarak belgelemeyi amaçladık. Fabrikada 1970’lerden başlayarak işe giren on yedi kadının edindikleri işgücü deneyimlerini ve hikâyelerini derinlemesine görüşmeler yaparak kayıt altına aldık.
Konusunu Türkiye’de kadın iş gücünün görünmezliğinden, kapsamını ise Cibali Tekel Tütün ve Sigara fabrikasında çalışarak, bu mekânı var eden kadınların emeklerinin belgelenmesinden alan çalışmamızın ana hedefi mekânın tarihsel önemini, kadınların hikâyeleri ile birleştirerek sunmaktı. Araştırmada, çalışmanın sonuçlarım çeşitli alanlardan araştırmacılara bilgi ve belge olarak sunma, uluslararası kadın hareketine katkı sağlama ve kadınların hikâyelerini de gün ışığına çıkarma gerekliliğini düşünerek hareket ettik.
Araştırmanın verimini arttıracağını düşünerek görüşmelerimizde mekânın, kadınlar için önemini ve işlevini anlamayı amaçlayarak, Kadir Has Üniversitesi’nde ağırladığımız kadınlardan anılanın mekân üzerinden anlatmalarım istedik. Bu sayede sözlü ifadelerinde yer almayan ancak, kadınların, fabrika deneyimlerinin büyük bir parçası olan fiziksel mekân ile olan ilişkilerindeki duygusallığı da gözlemleyebildik.
Görüşmelerimizi en küçüğünün on üç yaşında, büyük çoğunluğunun ise ergenlik döneminde fabrikada işe giren, görüşmelerin yapıldığı zamanlarda ise 50-70 yaşlan arasındaki kadınlarla gerçekleştirdik. Büyük çoğunluğu fabrikanın kapanmasına yakın emekliliğe ayrılmış, sayıca çok az bir kısmı da evlendikten sonra istifa etmiş kadınlara fabrikadaki iş ve gündelik yaşanılan ile ilgili ucu açık sorular yönelttik. En uzunu beş saat, en kısası da bir buçuk saat süren görüşmelerde sorduğumuz sorulardan elde ettiğimiz cevaplan, fabrikayı kuruluşundan bugüne belgeleyen fotoğraflar ile birlikte çözümleyerek fabrikanın yakın zaman tarihinin daha kapsamlı bir temsilini oluşturabildik.
Görüştüğümüz kadınların çoğunluğu tütünün işlenmesi ve sigara üretiminde bire bir çalışmış, bir kısmı üretim bölümünden emekli olmuş, bir kısmı da memuriyet sınavına girerek görevine üretimden idareye geçerek devam etmiş. Ancak görüştüğümüz kadınların tamamı, memuriyet sınavını geçmelerine, muhasebeci ya da katip olarak çalışmaya devam etmelerine rağmen işçi statüsünde kaldıklarını söylemişlerdir. Kadınlar, fabrikanın her alanında çakşırken, erkekler çoğunlukla yönetici, makinist ve güç gerektiren ağır işlerde çalışmış ancak, kadın ve erkek işçilerin vardiyaları ve maaşları dönemin iş ve işçi kanunlarınca eşit olarak hesaplanmıştır, işçiler, fabrikanın en üretken döneminde, haftanın altı günü, üç vardiya ile (8:00-16:00; 16:00- 24:00; 24:00-8:00) yirmi dört saat çalışmışlardır. Fabrikada 1980’lerin başında iki, sonra da tek vardiyada çalışılmış, 1995’te de fabrika tamamen kapanmıştır. Kadınlara kendilerini işçi olarak görüp görmediklerini ve işçi kimliklerinin onlar için ne ifade ettiğini sorduğumuzda her biri kendilerini işçi olarak gördüklerini altım çizerek belirtmişlerdir, işe 1977’de giren Senem Hanım, bu fabrikada çalışan bir işçi olmanın avantajlarım şöyle anlatır:
O zamanlar lise mezunu olmak önemliydi. İmtihansız girdik o zaman. Bizi yuvaya aldılar. Hep masa bayı olarak aldılar. Böyle şubelere tütün bölümlerine almadılar. İmtihanla olanları ise imalat, dokuma, puro üretim bölümlerine, bizleri, lise mezunu olduğumuz için masa bayı işlere yuva, yazıhanelere verdiler. O zaman işçi olarak girmek daha kolaydı. Burada 15 günlüktüm ama işe girmeden önce Ziraat Bankası imtihanlarına girmiştim Çağırdılar. Orada memur olacağım, belki yükseleceğim. Ama, orada hiç unutmuyorum, maaş 1200 liraydı burada ise 2500. İki misli... Orada ikramiye falan yok Yuva yok Burada ikramiye var. Sosyal haklarım var. Giyimim var. Yakacak odun parası, giyim parası veriliyor. Tüm işçilere... Memurlara yok Sırf işçilere. Çocuklarımıza bakıyor ve çocuklarımıza iç çamaşır, atlet, ayakkabı, çorap, kahvaltı... Belki ben evimde bal yiyemiyordum. Bizim yuvadaki çocuklara içerisinde bal, kaşarpeyniri, yumurta, çay, süt olan mükemmel kahvaltı çıkıyordu ve fabrika yemeğinden ayrı yemek veriliyordu. Kreşin ve yuvanın ayrı birer doktoru vardı. Kalori listesine göre yemek yapılıyordu. Köftesiydi, çorbasıydı, meyvesiydi.. Belki o çocuk evinde o yemeği yiyemiyordu ama burada yiyordu.
Görüşmeler sırasında, kadınlar, fabrikanın işleyişi ve insan ilişkilerinden olduğu kadar fiziksel mekândan da derin bir bağ ile bahsetmiş, hatta çoğu zaman hatıralarının üzerlerindeki etkilerini göz yaşlan ile ifade etmişlerdir. Örneğin, fabrikanın işbaşı ve paydosu imleyen düdüğünü, tütünden çıkan ve her yeri kaplayan tozu, ofislerdeki masaların yerleşimini ve pek çok diğer ince detayı olağanüstü bir canlılık ile anlatmışlardır.
Mekânla ilgili ilk kayıtlar, fabrikada çalışan kadınların ağırlıklı olarak Cibali’de yaşadıklarını göstermekte. 1984 - 1994 yıllan arasında çalıştığı fabrikanın hemen arkasındaki sokakta yaşayan Zeynep Hanım, “Cibali’de çalışanların çoğunda tam ataerkil aile tipi. Herkes de çevrede Tekel’de çalışıyor. Ya oğlu ya kocası pazarcı veya esnaftır bu çevrede. Aile toplanıyor bir araya öyle çalışıyorlar. Bir arada ucuz olsun diye ev tutuyorlar” diyerek özellikle fabrikanın kapanmasının sadece işçileri değil, Cibali çevresinin ekonomisini de olumsuz etkilediğinin altını çizmiştir:
Buranın gitmesi belki 3000 kişiye zarar oldu. Çalışanların gitmesi... Esnaf çöktü. Unkapanı blokları çöktü. Böyle değildi. 0 kadar hareketliydi ki Her şey vardı burada. Biz giyimimizi, evimizin ihtiyaçlarım, her şeyimizi buradan karşılıyorduk. Hiç sağa sola gitmiyorduk. Pazar kuruluyordu 12’de
kapının önüne. Kamyonlar geliyordu. Herkes sebzesini alıyordu. Oradan evine gidiyordu.
Görüştüğümüz kadınlardan sadece biri halen Cibali çevresinde yaşamakta. Cibali, özellikle de üniversitenin kuruluşundan bu yana artan bir canlanma yaşıyor olsa da eski canlılığına kavuşamadı.
Kadınların mekâna duydukları aidiyeti, kapsamlı bir renovasyondan geçirmiş olmasına rağmen, üniversiteye geldiklerinde rahatlıkla çalışma, yemek ve sosyalleşme alanlarım tanıyabilme, eski halini rahatlıkla tasvir edebilmelerinden anlıyoruz. Görüşmelerde, kadınların hatıralarında büyük bir bağlılıkla yaşattıkları fabrikanın, bireyselliklerinin de büyük bir parçası olduğunu hızlıca anladık. Tarif ettikleri mekân, birçok bakımdan, günümüzde Üniversite’nin duvarlarında daimi olarak sergilenen, Fransız fotoğraf üstadı, Guillaume Berggren’in, fabrika reji idaresindeyken, belgelediği fotoğraflar ile benzerlikler taşımaktadır. Ancak kadınların anlatılarındaki canlılık ve hatıralarındaki netlik bir bakıma mekân içerisinde yemden beden bularak fabrikayı tarihsel bakımdan da var etmiş, emekçi kadınların mekândaki hayaletler konumunu mekânı var edenler olarak dönüşmüştür.
1982 yılında işe giren Ayşe Hanım o dönemde çalışan bir kadın olmanın toplumsal zorluklarından şöyle bahseder:
Kadınlar, burada, bir takım şeylerde çok zor ayakta durdu. Daha doğrusu, ben ilk işe girdiğim zaman arkadaşlarımdan “şu otobüse bindiğim zaman biz Tekelde çalışıyoruz demeye utanıyoruz” diyenler vardı. Tekel kadınına, Tekel çalışanına, “o gözle” bakıldığını söyleyebilirim.
Ancak, Tekel’de çalışan kadının olumsuz imajının, yaşadıkları zamanın bir etkisi olduğunu, bu imajın yaşantılarına etkilerinin fabrikada çalışarak edindikleri deneyim ile kıyaslanamayacak kadar önemsiz olduğunu belirten Ayşe şöyle devam eder:
Sen buraya üstün çıplak gel, giyinip gönderirler seni Ben annemi ve babamı burada kaybettim. İkisinde de beni hazırlayıp öyle gönderdiler. Farklı bir dostluk var, her şeyimizi paylaştık. Ekmeğimizi, suyumuzu, üstümüzü başımızı... Her şeyimizi paylaştık biz. Öyle bir dostluk var.
FabrikadaJd dostluğu ve dayanışmayı başka hiçbir yerde bulamadığını söyleyen Hüsniye Hanım ilişkilerindeki samimiyeti ve dürüstlüğü şöyle anlatır:
Sizin bir ağımız varsa bütün arkadaşlar hissediyordu onu. Örneğin, bugün benim senedim var, diyelim ihtiyacım 2000 lira. O gün arkadaşlarla toplanıyorduk. Biz orta parası diyorduk. Hemen toparlanır, o parayla senin işin görülürdü. Öbür gün başka bir arkadaşın işi görülürdü. Bir diyalog vardı. Arkadaşlarından güç alıyordun ve yapacağın işin korkmadan üstüne gidiyordun.
Tıpkı işyerindeki dayanışmada olduğu gibi görüşme yaptığımız kadınların tekrar tekrar değindikleri bir başka konu ise fabrikanın onlar için bir üniversite olduğu idi. 1977 yılında işe giren ve aşçı yardımcısı olarak çalışan Hüsniye Hanım fabrikayı “bir umuttu” diye tanımlayarak devam eder: “Sadece bizim için değil. Türkiye için de bir umuttu. Burası, taa Fransızlardan. Türkiye’nin bir numaralı üniversitesi. Türkiye’nin üniversitesi yani, işçi üniversitesi...” On üç yaşındayken fabrikaya çalışmaya giren Gürsel Hanım ise en güzel yıllarının burada geçtiğini, “biz burada üniversite okumadık demeyelim. Hep birbirimize öyle derdik. Biz hayat üniversitesinde okuduk” diyerek belirtirken belki de bir yandan da yaşadığı dönemin bir kadım olarak üniversite okuyamamasının acısını çıkarmakta.
Kadınların fabrikayı bir yüksek öğretim kurumuna benzeterek betimlemeleri, iş hayatına atılmalarının ergenliklerine denk geldiği düşünüldüğünde hiç de şaşırtıcı değil. Fabrika bir çoğunun, ekonomik, toplumsal ya da kişisel bağımsızlıklarım deneyimledikleri yer; aynı zamanda da kiminin halen kopmadıkları arkadaşlıklar kurduğu, kimisinin ise eşleri ile tanışıp evlendikleri hayatlarının