Çulluk ile Fabrika İşçisi Kadınlar Arasındaki Metafor

Çulluk ile Fabrika İşçisi Kadınlar Arasındaki Metafor

İçinde çalıştığınız, eğitim aldığınız ya da belkide her gün önünden geçtiğiniz binanın ayrıcaomanlara, öykülere ve şarkılara konu olmuşbir edebi mekan olması, hayal gücünü kışkırtanbir durum. Bu edebi mekanlardan biri deMahmut Yesari’nin 1927’de yayınlanan Çullukromanındaki karakterlerin çalıştığı, bugün KadirHas Üniversitesi’ni ağırlayan Cibali Tütün Fabrikası’dır.

Bir edebi mekan olarak söz konusu binaya değinen, çevresine veiçinde çalışanlara kısmen göndermeler yapan eserler mevcut; ancakMahmut Yesari’nin kaleme aldığı Çulluk romanı, anlatının temelmekanının fabrika olması nedeniyle diğerlerinden ayrılıyor. Roman1927 yılında Osmanlıca olarak yayımlandığından günümüzokurlarının bu metni okumaları ancak 1995 yılında M. Sabri Koztarafından ‘çevrim yazısı’ yapılınca mümkün oldu. Yesari, maalesefgünümüz okurlarının aşina oldukları bir yazar değil. Oysaki 1920’live 30’lu yıllarda yazdığı 2O’den fazla roman, 50 kadar oyun vesayısız öyküyle döneminin üretken isimlerinden biriydi.

Çulluk romanının önemi 1927 gibi oldukça erken bir tarihte CibaliTütün Fabrikasındaki işçilerin çalışma koşullarına, hayatlarına,birbiriyle olan ilişkilerine ve gündelik hayatlarına dair önemligözlemler içeriyor olması. Yesari’nin bu romanı yazmak için birmüddet fabrikada çalışmış olduğunu da akılda tutarsak, kurmacadahi olsa Çulluk anlatısının; Cumhuriyet’in henüz başında, biryazarın gözünden emek tarihine önemli bir katkı sunduğunusöyleyebiliriz.

AVLANINCA KENDİLİĞİNDEN ÖLECEK KADAR ONURLU

Çulluk, Tanzimat sonrası romanlarda alışkın olmadığımız biçimde bir mukaddime ile yani önsözle açılıyor. Tanzimat döneminde romanların girişinde bulunan mukaddimeler genellikle yazarın; okura iletmek istediği mesajları, edebiyat anlayışını, ideolojisini, edebi projesini, söz konusu romanı yazmaktaki amacını anlatan kısa metinlerdir ve bir şekilde romanın okur tarafından alımlanmasını ve anlamlandırmasını etkiledikleri söylenebilir.

Romanının önsözünde; buz gibi bir kış günü teke avına çıkan avcıların ısınırken birbirlerine anlattıkları hikayelerde sözü dönüp dolaşıp çulluk kuşuna getirmeleri konu edilmektedir. Bu hikayelerde çulluk; narin, hassas, ürkek ancak canlı olarak ele geçirilince kendiliğinden ölecek kadar da onurlu bir kuş olarak betimlenmektedir. Bu metaforun ne anlama geldiği ise ancak romanın sonunda anlaşılacaktır!

Roman iki bölümden oluşuyor ve özellikle birinci bölümün temel mekanı 1920’li yılların Cibali Tütün Fabrikası ve çevresi. Bu bölümde ayrıntılı ve güçlü betimlemeler eşliğinde fabrika işçilerinin birbirleriyle olan ilişkilerine, eve ekmek parası götürebilmenin zorluğuna; bununla birlikte işçilerin günlük dertlerine, birbirleriyle girdikleri rekabete, kıskançlıklarına ve hepsinden önemlisi çalışma koşullarına tanık oluyoruz: “Kirli, çıplak duvarlı, yağ lekelerinin parlattığı döşeme tahtalarıyla” “sefil” yemekhane, “havada keskin bir tütün kokusu”, “kıyılan tütünlerin ince, katil tozu” ile zehirlenen kadın işçiler; tavlanmaları için öbek öbek karanlık taşlığın ortasına serilmiş yaprak tütünler, kıyımhane ve tefrikhane. Hep birden işleyen makinelerin gürültüsü, koca binayı dolduran, sallayan çark, kayış, tekerlek ve çelik sesleri...

FABRİKANIN GÜRÜLTÜSÜNDEN İNSAN SESLERİNİ ÇIKARDI

Yesari, bu gürültülerin arasında işçilerin seslerinin kaybolup gitmesine izin vermiyor. Fabrikanın gözde delikanlısı Murat Çavuş’un sevgilisi Münewer’le, bir küs bir barışık ilişkisinin olay ölçüsünün merkezine oturduğu romanda, diğer karakterlerin hayat hikayelerine de anlatı boyunca kıyısından köşesinden tanık oluruz.

Bekir Çavuş, Piç Hayri, kapıcı İbrahim Efendi ama en çok da kadın işçiler: Münevver, Gözlüklü Hikmet, San Emine, Muhacir Şerife, Behire, Hâlet ve diğerleri.

“Kuru tütünleri yaprak yaprak, cins cins ayıran, nar çiçeği, al, turuncu, samanî, çividî, mavi, gök yeşil başörtülü; siyah, san gömlekli işçi kadınlar”. Aslında bu işçiler biz farkında olmasak da hayatimizin bir parçası; bugün Kadir Has Üniversitesinin duvarlarım süsleyen ve Guillaume Berggren tarafından 1900’lerin başında fabrikada çekilmiş fotoğraflara biraz daha dikkatli bakarsak onları görebiliriz belki! Romanda işçi kadınların varlığı tütün fabrikasına dair yapılan araştırmaları da doğruluyor.

Bu konuda çalışmaları bulunan Gülhan Balsoy, 20. yüzyılın başında Cibali Tütün Fabrikasında 2 bine yakın işçi çalıştığını; bunun ise yansının kadınlardan oluştuğunu belirtiyor. Kadın işçilerin çoğunluğu ise Rum ve Yahudi; bu durum, büyük ölçüde fabrikanın Rum ve Yahudi mahallelerine yakın olmasından kaynaklanıyor. Berggren’in fotoğraflarında kadınların başlarının açık olması da bunun bir göstergesi. Yesari’nin kadın işçilerinin ise neredeyse tamamı Müslüman, ancak Murat Çavuş’un ev sahibeleri Madam Sofya ve annesi Madam Harikliya, Murat ve Piç Hayri’nin müdavimi oldukları meyhaneci Petro, matbaa sahibi İshak Efendi, semtin eski dokusunu romanda hatırlatan örneklerden.

‘İŞÇİ ROMANI’ OLARAK NİTELENDİRMEK DOĞRU OLMAZ

Romanda fabrika ve işçilerin ağırlıklı bir konumu olsa da, Çulluk’u bir tür ‘işçi roman’ı olarak nitelendirmek doğru olmaz sanırım. Özellikle 5O’lerden sonra yazılmaya başlayan ve işçi-işveren, ezen-ezilen karşıtlıklarının çokça vurgulandığı romanların aksine Çulluk’ta her ne kadar işçilerin yoksullukları, çalışma koşullarının zorlukları, işten atılma korkulan gibi durundan yansıtılmış olsa da, romanın işçi sınıfının kurtuluşunu sağlayacak bir devrim özlemiyle ya da idealize edilmiş bir işçi tiplemesini vurgulamak üzere yazıldığı söylenemez.

Örneğin romanın ana karakterlerinden olan Murat işten haksız yere çıkarılmasına rağmen, fabrika yöneticisinin kapısına dayanmaz, hakkını aramaz ya da Orhan Kemal’in işçi sınıfının sözcülüğünü üstlenen bilinçli emekçileri, ustabaşları gibi giderayak dört başı mamur bir ‘söylev’de bulunmaz. Ancak belki tam da bu nedenle daha sahici bir romandır Çulluk; karakterlerini yüceltmez, idealize etmez, onları zaaflarıyla, küçük hesapları ve gündelik kaygılarıyla yansıtır.

Yalnızca içerik açısından değil, yapısal olarak belli bir bütünlüğünün olmaması da, romanın işçi romanı ilintisini ortadan kaldırıyor. Çulluk’ un ikinci bölümünde Murat’ın fabrikadan kovulması üzerine köyüne dönerek, önceleri reddettiği kızın yeniden peşine düşmesi anlatılır ve böylece hikaye bambaşka bir mecraya yönelir.

Romanın sonunda Yesari’nin önsözde anlattığı çulluğun; Murat’ın dönüşünü bekleyen fabrika işçisi Münewer’e değil de; roman boyunca neredeyse hiç sesini duymadığımız, Murat’ın köydeki çocukluk aşkı Esma’ya işaret ettiğini anlarız. Esma, Murat’ın kollarında bir çulluk gibi ölüvermiştir. Oysaki her gün ölüp yeniden dirilen asıl ‘çulluk’lar, ağır çalışma koşulları altındaki fabrika işçisi kadınlardır.

ANCAK EDEBİYATIN DOLDURABİLECEĞİ GÜNDELİK HAYAT

Romanın ikinci bölümle birlikte dağılmaya başlayan yapısı, yine de ilk bölümdeki gerçekçi betimlemelerin gölgede kalmasına neden olmaz, aksine yazarın güçlü dili, okuyucunun zihninde erken Cumhuriyet dönemi çalışma koşullarına ilişkin sahici bir tablo sunar. Bu tablo, bir anlamda Berggren’in işçileri gösteren fotoğraflarında eksik kalan noktaları da tamamlar; fotoğraflarda görünenin ötesinde var olan, karelerin dışına taşan ve ancak edebiyatın doldurabileceği gündelik hayatın, sıradan olanın ayrıntıları.

Bu romanı okuduktan sonra içinde bulunduğunuz mekana, artık bir bilgi merkezine dönüşmüş çatı katma, fabrikanın kapılarına, binayı ayakta tutan çelik direklere, şimdi sessizce yaşlı bir aile büyüğü gibi kantinde, öğrencilerin arasında dinlenen eski asansöre bambaşka bir gözle bakmamak mümkün değil.

Bu yazıyı aile arşivinden bir fotoğrafı paylaşarak bitirmek istiyorum. Fotoğrafta gördüğünüz kişiler babaannemin amcası, Sarıkamış gazilerinden Sadık Bey ve eşi Sahne Hanım. Sadık Bey’in dönemin modası ‘Hitler bıyığı’ndan ve Sahne Hanım’ın giysisinden bu fotoğrafın muhtemelen 3O’lı yılların sonu ya da 40’lı yılların başında çekildiğini tahmin edebiliriz.

1940’lı yıllarda üniversitenin hemen arkasındaki sokakta oturan bu aileye, özellikle de Saime Hanım’a dair bildiklerimiz son derece sınırlı. Ancak Çulluk romanı bağlamında asıl söylemek istediğim; Saime Hanım’ın 30’lu yıllarda Cibali Tütün Fabrikası’ndan emekli olduğu. Emekliliğinden sonra ise askeri paltolar dikerek hayatım kazandığını ve muhtemelen 1953’te vefat ettiğini bitiyoruz.

Çulluk romanını okurken diğer kadın karakterlerin yanma hep Saime Hanım’ı da eklediğimi, onun hayatım gözümde canlandırmaya çalıştığımı fark ettim ve yıllar sonra onun ve benim hayatımın aynı mekanda nasıl kesiştiğini düşündüm. Kimin söylediğini tam olarak hatırlamıyorum ama gerçekten hayatın kendisi, bazen edebiyattan daha şaşırtıcı olabiliyor!