BTK güvenli internet istiyorsa, bunun yolu filtre değil topyekün katılımlı bir bilinçlendirme kampanyası ve eğitimden geçiyor.
Yaklaşık bir aydan beri Sosyal Medya’nı gündeminin tepesine tek bir madde oturdu: 22 Ağustos’da yürürlüğe girecek Güvenli Internet Yönetmeliği! Önce bilgisayar başında başlayan tepkiler, sanal ortama sığmayarak sokağa taştı. Geçtiğimiz 15 Mayıs’da Türkiye’nin 36 ve Avrupa’nın üç kentinde söz konusu yönetmeliği protesto eden yürüyüşler düzenlendi. İstanbul Taksim’de 50 bin kişilik beklenmedik bir kalabalıkla gerçekleşen yürüyüş, dünyada internet özgürlüğüne yönelik en geniş katılımlı eylem olarak kayıtlara geçti.
Peki çoğunluğunu bilgisayar başından kalkmayan gençlerin oluşturduğu böylesine büyük bir kitle neden sokaklara döküldü?
Olayın kronolojisine kısaca bakarsak, Bilgi Teknolojileri ve iletişim Kurumu’nun (BTK) geçtiğimiz 22 Şubat’da yayınlanan ve yayın tarihinden altı ay sonra yürürlüğe girecek ‘internettin Güvenli Kullanımı’ başlıklı kurul kararına göre, internet kullanıcıları dört ayrı profilde kategorize ediliyorlar.
BTK’nın açıklamalarına göre, mevcut durumundan memnun olan internet kullanıcıları, standart profil olarak devam edecekler. ‘Daha güvenli internet’ isteyen kullanıcılar ise; aile, çocuk ve yurt içi profillerinden birini seçerek internet erişimlerini BTK’nın her profile göre hazırlayacağı web sitesi listelerinden oluşan filtreler üzerinden sağlayacaklar.
Sosyal medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında, aslında dört profilin de bir filtreden geçirileceği iddiası en önemli tartışma maddesi. Halihazırda yasaklı olan 12 bin civarı siteye eklenecek yeni sitelerin erişim engellenmeleri için standart profilde de filtreleme yapılacağı iddiası, kullanıcıları kaygılandırıyor. Bir diğer önemli tepki ise, aile, çocuk ve yurt içi paket için hazırlanacak listelerin kim tarafından ve hangi standarta göre hazırlanacağının yönetmelikte detaylandırılmamış olmasına.
İşte bu ve benzeri belirsizlikler, uygulamada keyfi engellemelerin yapılabileceği ve kötü niyetli bir uygulamanın Türkiye’yi internet kullanımı açısından Iran, Çin gibi ülkelerle aynı düzeye indirebileceği kaygılarını beraberinde getiriyor.
BTK yetkilileri her ne kadar sosyal medyadan gelen tepkilerin aslında iddia edildiği gibi olmadığım söylese de, Türkiye’de yaklaşık 30 milyon internet kullanıcısını ilgilendiren böylesine önemli bir yönetmeliğin son derece belirsiz ve nereye çeksen oraya gidecek bir dille yazılmış olması, bence bu sürecin en hatalı yanı. Daha vahim hata ise, bu yönetmeliğin hazırlanış aşamasında yapılmış. Bu aşamada, sürecin muhatabı kitlenin ya da konuyla ilgili kurum, kuruluş ve uzmanların görüşleri alınmadan dar katılımla bir çalışma yapıldığı ortada. Zaten tepkilerin odağım da bu oluşturuyor.
Bu yüzyılda, kapalı kapılar ardında hazırlanan ve geniş kitleleri etkileyecek uygulamalar, artık bilgi toplumunun çekirdeğini oluşturacak bu yeni kuşak tarafından bir şekilde etkisiz kılınıyor. Şimdiden tartışılmaya başlanan yeni filtre aşma yöntemleri ve sokağa taşan eylemler de bunun bir kanıtı.
işte BTK’nın hem hazırlık hem de iletişim aşamalarında yaptığı ciddi hatalarla gelişen bu süreç, her şeye rağmen iyi değerlendirilirse bu yeni kuşakla yönetici kurumlar arasında olumlu bir iletişimin başlangıcı da olabilir. Bunun için, öncelikle bu yönetmelik geri çekilmeli ve güvenli internet konusu gerek uzmanların gerekse internet kullanıcılarının sosyal medya üzerinden görüşleri alınmak suretiyle yeniden tartışmaya açılmalı.
Aslında aile ve çocukların güvenli internet kullanımı isteniyorsa yönetmelik yerine sosyal medya üzerinden yürütülecek ücretsiz bir filtre programı kampanyası bile yeterli. BTK yönetmeliği çekip böyle katılımcı bir yöntem denesin, kendilerine tüm sosyal medya destek olur. Bakın bu şekilde daha önce denenmiş ve başarılı olmuş örnekler de var.
Örneğin; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yeni alacağı Şehir Hatları vapurları ile belediye otobüslerinin internet üzerinden yapılan anket ile seçilmesi. Bu sayede İstanbullular da sürecin bir parçası haline getirildi ve taşıt seçimi onların eğilimi doğrultusunda yapıldı.
Eğer BTK güvenli internet konusuna kısa vadeli ve günü kurtarma anlayışı içinde bakmıyorsa, kendilerine buradan kısa, orta ve uzun vadeli somut bir çözüm öneri paketim olacak. Ancak bunun için öncelikle çocukları bu hiç kimsenin hatta kendilerinin bile ne anlama geldiğini bilmedikleri ‘filtrelerin değil ailelerin koruması gerektiği’ yaklaşımım benimsemek gerekecek.
Bu yaklaşım çerçevesinde, kısa vadede, uzman ve akademisyen bir grubun öncülüğünde sekiz on maddelik bir güvenli internet kullanım ilkeleri belirlenmeli ve bu ilkeler doğrultusunda kısa eğitici filmler hazırlanmak ve kamuoyu/aileler bu filmler aracılığıyla bilinçlendirilmen.
Orta ve uzun vadede ise konunun ülke çapında bir eğitim seferberliği boyutuyla ele alınması şart. BTK; Ulaştırma Bakanlığı, YÖK ve Milli Eğitim Bakanlığı gibi kurumların koordinasyonuyla çalışacak, uzman ve akademisyenler tarafından hazırlanacak birkaç aşamalı master plan çerçevesinde ilkokuldan üniversiteye öğrencilerin ders programlarına eklenecek dersler ve yediden yetmişe herkese sertifika programlan ya da kurslar aracılığıyla internetin nasıl kullanılması gerektiği öğretilmeli ve tüm kamuoyu bu konuda eğitilmeli. Tüm bu sürecin sonunda Türkiye, interneti bilinçli kullanan insanların ülkesi olmakla kalmayacak ve bilgi toplumu yolunda sağlam bir altyapı kazanacaktır.
Kuşkusuz bu, filtre gibi kolaycı bir yöntem değil ancak sanıldığı kadar da zor değil. Yeter ki karşılıklı iyi niyet gösterilsin. Açık ve şeffaf olunsun. Ve nihayet doğru stratejiler benimsenip istikrarlı adımlar atılsın.
21 .yüzyılda demokratik bir bilgi toplumu olmanın yolu, birbirini suçlamaktan değil diyalog, karşılıklı işbirliği, katılımcılık ve paylaşımdan geçiyor.
Yazıyı bitirirken BTK Yetkililerine soralım; Var mısınız? Yok musunuz?
ARA-BUL-DENEYİMLE-PAYLAŞ
Sosyal Medya, giderek Facebook’la özdeşleşen ve ara-bul, deneyimle, paylaş gibi üç dört eylemin ardarda yinelenmesinden ibaret bir kısır döngüye mi dönüşüyor? 2010 yılı internet istatistikleri incelendiğinde, sayıları 2 milyarı aşan internet kullanıcısının üçte birinden fazlasının sosyal medya sitelerine girdiği görülüyor.
600 milyona yakın Facebook üyesinin ise yüzde 4l’i bu siteyi her gün ziyaret ediyor. Bu kitle için internet kavramı giderek sosyal medya ile hatta sadece Facebook ile özdeşleşiyor. Buna bir de artık hemen her blogda ve önemli sayıda sitede rastlamaya başladığımız Facebook’un ‘like/beğen’ ve Twitter’in ‘Retweet’ gibi butonlarını eklerseniz dünya internetinin sosyal medyaya eklemlenmekte olduğunu kolayca görebilirsiniz.
SOSYAL MEDYA DEVRİMLERİ
Orta Doğu’daki halk hareketlerini sağlıklı analiz edemeyen geleneksel medya, internetin doğasına aykırı başlıklarıyla konuyu çığrından çıkardı.
Orta Doğu’daki halk hareketlerini sağlıklı analiz edemeyen geleneksel medya, gerçekte internetin doğasına aykırı attıkları haber başlıklarıyla konuyu çığımdan çıkarttı.
Önce Wikileaks’in açıkladığı belgeler, hemen ardından da tüm Arap coğrafyasına yayılan halk hareketleri ve günümüze dek olan bitenler geleneksel medyamızı iyice sersemletti.
Yeni yıl öncesi Tunus’da başlayan olaylar, ilk aşamada Mısır ile Libya’ya ve son olarak da Yemen ile Suriye’ye sıçrayınca, gelişmeleri bölgeye muhabir göndermek yerine küresel ve yerel ajanslardan izlemeyi tercih eden gazete ve televizyonlarımız, bu haber kaynaklarından gelen çelişkili haberler karşısında ciddi bir bocalama geçirmişti.
Bu süreçte bölgeye ilişkin uzman eksikliği nedeniyle, medyanın kendi geleneksel yöntemleri çerçevesinde ‘doğrulanmış haberi yakalama çabası’ sonuç vermeyince, uzunca bir süre gelişmeleri çok kısa haber ve alt yazılarla geçmeyi yeğlediler.
Mübarek ve Kaddafi yönetimleri, dünyada bu zamana kadar hiçbir liderin cesaret edemeyeceği bir hamleyle internetin şalterini indirdiğinde ise, habercilik açısından BBC, CNN gibi ana akım küresel medya organlarının bile haber yayınlamakta zorlandığı karanlık bir döneme girildi.
İsyan sürecindeki Arap ülkelerinden haber akışı sağlayamayan ve bölgeyi sağlıklı yorumlayacak tek bir uzmandan bile yoksun geleneksel medyanın büyük haber kanalları, kendilerince en kolay yolu seçip halk hareketleri ile sosyal medyanın ilişkisini analiz etmeye çabaladılar.
Kanallara çıkan bir takım analistler, sosyal ağların artık demokrasiden uzaklaşan yönetimleri hizaya getirecek kadar güçlendiğini heyecanla anlatıp durdular. Programlarda atılan başlıklar ise trajikomikti: “Sosyal Medya Devrimleri”, “Facebook ve Twitter diktatörleri deviriyor” gibi.
internetin doğasından bihaber geleneksel medya sunucularının biri bile çıkıp “İnternet küresel bir ağ yapısı ama bu halk hareketleri neden sadece Arap coğrafyasında gelişiyor? Örneğin “Neden Çin, Kuzey Kore ya da Afrika’da bir diktatörlüğü yıkacak güçte değil bu sosyal medya?” sorularından birini dahi sormadı.
Peki bu süreçte yeni medyada neler yaşandı? Örneğin; Mısır olayları sırasında Twitter’da açılan cjan25’ ve cegypt’ etiketleri sayesinde Mısır’dan ve özellikle Tahrir Meydanı’ndan gelen bilgiler sıcağı sıcağına izlendi. Yabancı dil bilmeyenler Google Translate hizmetinden ve gönüllü çevirmenlerin Türkçe tweetlerinden yararlandılar.
Gelen haberlerin niteliğine ve niceliğine bakılarak gidişata ilişkin nispeten güvenilir analizler yapıldı ve olayların sonrası öngörülmeye çalışıldı. Sokaklardaki eylemlerin dışında, Kahire Müzesi’ndeki insanlığın tarih ve kültür mirasına ne olacağı gibi arka planda kalan sorular ve müzeyi korumak için oluşturulan insan zincirinin sevk ve idaresi gibi çözümlere odaklanıldı.
Cep telefonlarıyla çekilen görüntüler Youtube ve Facebook’tan izlendi; ayrıca Facebook ve FriendFeed’de kurulan gruplar da, şalteri indirilen internet (kili switch) karşısında eylemcilerin hangi alternatif yollan kullanabileceği bile tartışıldı ve bu konuda daha önce yapılan teorik ve pratik yöntemler sunuldu.
Bunun yanında elbette sosyal medyanın ne kadar manipülatif ve bir o kadar da kolay yönlendirilebilir bir mecra olduğunu kanıtlayan örnekler de oldu: Libya’da ayaklanmanın başladığı ilk günlerde Twitter’da Kaddafi’nin Venezüella’ya kaçtığım iddia eden bir tweet binlerce kez paylaşılarak yüzbinlerce sosyal ağ kullanıcısının yanlış bilgilendirilmesine neden oldu.
Sosyal medyadaki bu söylentiyi medyaya taşıyan geleneksel haber kanalları ise, Ingiliz eski Dışişleri Bakanı Jack Straw gibi devlet adamlarının bile referans kaynağı oldu. Öyle ki bu ‘iddiayı’ önce Venezüella hükümeti, sonra Seyf-ül İslam Kaddafi ve nihayet Muammer Kaddafi bizzat yalanlamak zorunda kaldı.
YILDIZ EL-CEZİRE
Geleneksel medya açısından, bu sürecin tek bir istisnası ve yıldızı vardı: El-Cezire. Bütün Arap başkentlerinde kilit noktalara yerleştirdiği muhabirleriyle, internet sansürünü aşarak gönderdiği haber ve görüntüleriyle ve en çok da sosyal medyalarda yaptığı yayın ve alternatif internet bağlantı çözümleriyle, bir geleneksel medya kuruluşunun haberi nasıl alacağı, geliştireceği, yayınlayacağı ve bu yayınların sosyal medyalarla nasıl entegre edileceğinin şahane bir örneği oldu.
Bugün itibarıyla internet üzerindeki örgütlenmeler ve bu örgütlenmelerin yönlendirdiği kitlelerin isyanları, interneti sürekli gözetim altında tutan Yemen ve Suriye yönetimlerini bile tehdit eder boyuta ulaşmış durumda. Ara ara kesintiye uğrayan isyanlar bile sosyal medya üzerinden yeniden motive ediliyor ve bu sayede yeniden canlandırılıyor.
isyancılar Anonymous’ gibi kendisini ‘internet özgürlük savaşçıları’ olarak gören hacker grupların teknolojik destekleri sayesinde internet üzerinde izlenmeden haberleşebiliyor. Öyle ki Internet ağı üzerinde en sert denetim ve yaptırımları uygulayan Çin hükümeti bile geçtiğimiz haftalarda Gangzhau eyaletinde bir hamile kadın ve eşinin vurulması sonrasında sosyal medya üzerinde örgütlenme sonucu çıkan bir ayaklanmayı haber almakta ve önlem geliştirmekte aciz kaldı.
Yazıyı geleneksel medyaya küçük bir not ile sonlandıralım: Devrim, Twitter ve Facebook’ta değil, Twitter ve Facebook’la ama ‘sokakta’ yapılır. ‘Sosyal Medya Devrimleri’ başlığı ise medyanın sizlerden sonraki dönemini tarif etmek için başkaları tarafından atılacak!
Tüm bu gelişmelere bakarak sanal dünyanın önümüzdeki yıllarda, ağırlıkla Facebook ve diğer bir iki sosyal medya platformunun belirlediği standartlar üzerine inşa edileceğini söylemek kehanet olmaz. İşte bu öngörüden yola çıkan birçok internet girişimcisi de Facebook, Twitter gibi sosyal medyaların halihazırdaki yüz milyonlarca üyesini çeşidi temalar üzerinden sosyalleştirebilme yarışına girdi.
Özellikle Facebook üzerinde geliştirilen uygulamalar, hatırı sayılır bir kitle tarafından benimsenip başarı öyküleri artınca, sosyal medyaya dayalı yeni ürün ve hizmetler peşpeşe sunulmaya başladı. Bunların en başarılısı ise, 2009’da piyasaya çıkan sanal çiftçilik oyunu Farmville. insanlara hem kendi oyun becerilerini sergileyebilme hem de komşuluk ilişkileriyle sosyalleşebilme olanağı tanıması sayesinde Farmville, kısa bir sürede 85 milyon kişiye ulaştı.
Farmville’in bu başarısı sosyal medya platformlarındaki insanların bir tema etrafında buluşturulabileceğinin güçlü bir göstergesi olmakla kalmadı; aynı zamanda sosyal medya kavramının altına ‘sosyal oyun’ gibi yeni bir alt başlık açılmasını da sağladı.
Bu bağlamda, bugünlerde üzerinde çalışılan Sosyal TV, Sosyal Alışveriş, Sosyal Müzik gibi başlıklar önümüzdeki dönemde sıklıkla gündeme gelecek. Bu ve benzeri başlıklar altında geliştirilen uygulamalara bakıldığında ise, sihirli formülün üç dört sözcükten oluştuğu görülüyor: “Ara-bul, deneyimle ve paylaş!”
Buna göre, öncelikle sosyal medya üzerinde seçilen temaya uygun bir uygulama geliştiriliyor; etkin arama motoru kullanımı ve sosyal medya entegrasyonu sayesinde ilgili insanlar bir araya getiriliyor. Etkili bir moderasyon ile de bu kitlenin sosyalleşmesi sağlanıyor.
Yaşanan deneyim iyiyse, bu çekirdek kitlenin kendi bireysel sosyal ağlan üzerinden yaptığı paylaşımlar ve bunların viral etkisiyle katılımcı sayısı ciddi biçimde artıyor. Süreç, elbette yazıldığı kadar basit değil ve başarı için ayrıntıda dikkat edilmesi gereken çok şey var.
Ancak görünen o ki, sosyal medya bir sürü ‘sosyal’ ile başlayan başlıklarla tematikleşecek. Bizler de ilgi duyduğumuz başlıkları önce ‘arayıp bulacağız’, sonra deneyimleyeceğiz ve nihayet paylaşımlarla kitleyi genişleteceğiz. Bundan girişimciler kazanacak, Facebook kazanacak, dünya kazanacak!
İnternetin tektipleştiği ve birkaç sosyal medya platformuyla sınırlandığı dünyaya ne zamana kadar tahammül edebilirsek, o zamana kadar bu döngü böyle sürüp gidecek.
2009’da piyasaya çıkan sanal çiftçilik oyunu Farmville, insanlara hem kendi oyun becerilerini sergileyebilme hem de komşuluk ilişkileriyle sosyalleşebilme olanağı tanıması sayesinde kısa bir sürede 85 milyon kişiye ulaştı.