Kader Konuk’un 2010 yılında İngilizce olarak Standford Üniversitesi tarafından yayımlanan “East West Mimesis: Auerbach in Turkey” adlı kitabının Türkçe baskısı Mart ayında “Doğu Batı Mimesis: Auerbach Türkiye'de” adıyla raflardaki yerini aldı. Kitapta, Modern Türk Kimliğinin yalnızca Kemalist kadrolar tarafından kurulmadığını, Nazi zulmünden kaçıp ülkeye gelen Alman-Yahudi sığınmacıların, yani Türkiye toplumu içerisindeki ayrıcalıklı yabancıların bu kimliğin inşasında önemli bir rol oynadığını öne sürüyor.
GİRİŞ
Yazar kitabın giriş bölümünde konuyu ele alışını “Daha kapsamlı bir yaklaşımı benimsiyorum, Mimesis’deki Türkiye’yi bulmaya çalışmakla sınırlı kalmıyorum; bilakis Mimesis’i Türkiye bağlanımda okurken Auerbaeh’ın eserini hem Türkiye’yi hem de genel olarak Doğu-Batı ilişkilerini anlama bakımından verimli bir şey haline getirmeye hedefliyorum” sözleriyle açıklıyor.
“Doğu Batı Mimesis: Auerbach Türkiye’de”nin merkezinde 1936’da Almanya’yı terk edip İstanbul Üniversitesinin yeni kurulan Yabancı Diller Okulu’nun başma gelen Erich Auerbach ve bu dönemde yazdığı çığır açıcı eseri “Mimesis: Batı Edebiyatında Gerçekliğin Temsili” yer alıyor.
Mustafa Kemal Atatürk başkanlığındaki hükümet, değişimin gerekli olduğunu belirleyerek, kültürel ve siyasi alanda radikal reformlar yapma düşüncesini benimsemiştir. Dolayısıyla hızlı bir değişimin nasıl gerçekleşeceği ve fikir edinmek için nerelere bakılacağı sorularıyla karşı karşıya kalınmıştır. Milli Eğitim Bakanları Reşit Galip (1932-1933) ve Hasan Ali Yücil’in (1939-1946) de aralarında bulunduğu reformcular uygulanmış modelleri inceleyerek, bu maddeleri aşın taklitçiliğe kaçmadan uygulamalım yollarım aramışlardır. Kitap, eğitimi laikleştirmeye yönelik reforma (1933) ve çok sayıda Batı klasiğini modem Türkçe’ye çevirerek yayımlanması bakımından eğitim ve kültür hayatı üzerinde büyük bir etkisi olan Tercüme Bürosu’nun kurulmasını sağlayan hümanist reformlara odaklanıyor.
Müslümanlar’ın hakim olduğu bir topluma sığınan Auerbach gibi hümanist bilim insanlarının düştükleri müşkül durum anlatılırken metin ilerledikçe bir yanda bu insanları faşist Almanya’dan kovan, diğer yanda da Türkiye’de bir kültürel yenilenme programı için işlevsel hale getiren kuvvetler görülüyor.
Doğu Batı Mimesis temelde iki soruyu ele alıyor: Auerbach’m İstanbul’da olmasının Mimesis’in yazılmasını nasıl şekillendirdiği ve Mimesis’in İstanbul’u anlamak için bize nasıl yardıma olabileceği.
1. BÖLÜM
Yazar birinci bölümde Auerbach’ı sürgün öncesi çalışmalarım tarih felsefesi tartışmaları bağlamında ele alıyor. Auerbach’m hümanist dünya görüşünü çağdaşlan Walter Benjamin ve Vîctor Klemperer’in dünya görüşleriyle karşılaştırıyor.
2. BÖLÜM
Türk Hümanizmi’nin ayırt edici özelliklerine odaklanırken Türk reformculann Klasik Batı bilimine dayanan eğitim sistemini geliştirmek için Rönesans modelini esas aldıklarım gösteriyor.
3. BÖLÜM
Sahicilik ve sahtecilik mecazları analiz ediliyor. Benimseme ve asimilasyonla ilgili kaygıların, Türk ve Alman Yahudilerin statülerini farklı şekilde etki ettiği iddia ediliyor.
4. BÖLÜM
Almanya Konsolosluğu ’nun arşivindeki daha önce keşfedilmemiş belgelere, Spitzer ile Auerbach’m daha önce yayımlanmamış mektuplarına, üniversite yazışmalarına ve İstanbul’un ilk filoloji dergilerine yer veriliyor.
5. BÖLÜM
Bir yazar olarak Auerbach’m özgünlüğüne ilişkin üç genel geçer açıklama ele alınıyor.
Doğu Batı Mimesis: Auerbach Türkiye'de, edebiyat eleştirisi kavramlarıyla Türkiye’nin kültürel tarihini ele alırken Doğu Batı ilişkilerine ait incelemelere de yeni bir boyut getiriyor.
SUSMAK, NASIL DA YORUYOR İNSANI
Yazarlık yaşamında 1978 Türk Dil Kurumu Roman Ödülü, 1997 Haldun Taner Öykü Ödülü, 1999 Sait Faik Hikaye Armağanı, 2008’de Atilla İlhan Roman ödülü gibi pek çok ödüle sahip olan Necati Tosuner “Susmak nasıl da yoruyor insanı!” adlı son kitabıyla okurlarıyla bir kere daha buluşuyor.
Öykülerinde ve romanlarında, toplumsal sorunların kendisinde yarattığı dışlanmışlığın, sevgisizliğin bunalımlarım dile getiren sanatçı, bu yapıtında da aynı şiirsel dille duygu ve düşüncelerini iç monologlar halinde anlatıyor. Susmak, aslında belli bir konunun anlatımı değil. Kitap, hepimizin yaşadığı olayların, toplumsal acıların, sanatçının düşünsel dünyasındaki derin izlerini yansıtıyor. Bu izler; yaşanan acılara, ölümlere, sürgünlüklere, insanın insana eziyetine, mayın patlağı bedenlere, yanmış lastik kokusunu güzel bulan çocukluğa ait.
“İnşama insana ettikleri ortak insanlık tarihi, “Sözde” demeye çekinilir oldu ama sözde kardeşlik tarihi Şunu hiç kimse bilemez: Nedir işkenceyi yaparım mutluluğu?.. Görev. Buyruk. Tamam, senin işin de bu, mu?... Bu, iş mi?.. Vicdan olsa... Görev gereği Kendine biçilen görev gereği Senyapmazsan kime yapar onlar, diye... Islata ıslataya da -o kadar hiç de sakınmadan- kuru kuruya. Sen bunu görmedin, ölsen iyi ölsen iyi...
Mayın patladığı kollar... yüzler... ayaklar... bacaklar...
Dere kıyılan.
Yüceltilmiş tabutlar.
Hâlâ kuş uçmuyor yakılmış köylerin oradan.
Sürgünler.
Çaresizlik
Ağıtlar.
Yürek yongadan.
Yanmış lastik kokusunu güzel bulan bir çocukluk Dağların dili oba da bir sorsa...
Bu, kimin işine yaradı bu?...” derken bütün bunların anlamsızlığını ya da anlamım sorguluyor yazar.
Biçimsel olarak her biri özenle seçilmiş sözcükler, yarım bırakılmış kısa cümleler, kesik anlatımlardan oluşan roman, içerik olarak da karamsar bir hesaplaşma; örnekse ‘Gözleriniyumunca gördüğün karanlık bile tam karanlık sayılmaz. Evet, gözlerini yumunca gördüğün karanlıktan bile daha karanlığı var. Gözlerini açınca unutmaya çalıştığındır o karanlık ”
Tosuner, 50 yıllık yazarlık yaşamım geride bırakmış olmanın getirdiği birikimle oluşturduğu Susmak’ta, kapakta yer alan güneşe yüzünü dönen ayçiçeklerinin fotoğrafı dışında, hiçbir umut kırıntısını barındırmıyor.