Enerji ve siyaset konularının birbirleri ile bağlantısına dair içinde bulunduğumuz coğrafyada son günlerde ortaya çıkan en kapsamlı örnek Türk-Rus enerji ilişkileridir. Bu örnek, iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin enerji ilişkilerini ne kadar yakından etkileyebileceğinin güzel bir göstergesi olarak literatüre geçecek düzeyde anlamlı ve kapsamlı bir tarihsel süreç izlemiştir.
Rusya ile Türkiye, gelişim süreçleri içinde her zaman “Doğu” ile “Batı” arasında kalmış, Asya ile Avrupa arasında ender rastlanan trans-kıtasal konumlarıyla, bir yandan Doğulu gibi yaşamlarım idame ettirirken öte yandan yüzlerini hep Batı’ya çevirerek, çeşidi reformlarla onlar gibi yaşamayı hedeflemişlerdir. Bu ana doğrultu etrafından kimi zaman ortak çıkarlarda birleşilse de içinde bulundukları coğrafyada her zaman birbirlerine rakip olan bu iki ülke ilişkileri “gerilim” ve “yumuşama” arasında gidip gelmiştir.
Tarihleri boyunca en az 12 kere savaşmış Türkiye ve Rusya arasındaki son önemli gerilim, 1876’daki I. Meşrutiyetim ilanından hemen sonra 1877’de ortaya çıkan ve 1878’de bir anlaşmayla sonuçlanan ünlü 93 Harbi esnasında yaşanmıştır. Osmanlı’nın payitahtı İstanbul’un yakınlarına kadar gelen Rus birlikleri, ateşkes sonrasında imzalanan Ayastefanos Anlaşması’yla elde ettikleri başarılan simgelemek ve bu başarılarını gelecek nesillere aktarmak amacıyla bugünkü Bakırköy’de bir Rus Anıtı dikmiştir. Anıtı gören ve geçmişini bilen Osmanlılarda doğal olarak acı bir burukluk yaşatan, 50 metre yüksekliğindeki bu görkemli anıt, ancak I. Dünya Savaşı’nın ilanından 13 gün sonra, 14 Kasım 1914 günü sabahın erken saadetinde bir teğmen tarafından yerle bir edilmiş ve dinamitleme işi de bir yedek subay tarafından filme alınarak, Türk tarihinin ilk uzun metrajlı filmi olarak kayda geçirilmiştir. Böylece, yürekleri acıtan bu yenilgi bir daha hatırlanmamak üzere tarihin tozlu sayfalan arasına gömülmeye çalışılmıştır.
Aynı ülkenin yıllar sonra kendisinin işgal etmeyi istediği ülkeyi başka ülkelerin işgalinden kurtarmaya çalışması, uluslararası ilişkilerde “dostluk” kavramının şartlara bağlı olarak ne kadar değişken olabileceğinin güzel bir göstergesi olarak kayıtlara geçmiştir. Özünde, enerji jeopolitikasının bütün kuram ve araçlarının en geniş şekilde işletildiği ve büyük güçler tarafından tam anlamıyla bir petrole erişim mücadelesi olan savaşın ortalarına doğru, İngiliz ve Fransızlar arasında 1916’da imzalanan ve Osmanlı topraklarının petrol rezervlerine göre paylaşımım öngören Sykes-Picot Anlaşması’na ilk karşı çıkan da 1917 Ekim Devrimi’yle kurulan Sovyetler Birliği olmuştur. Emperyalist paylaşıma ortak olmayacaklarını ilan eden Sovyetler, Osmanlı topraklarının parçalanmasına karşı çıkmış ve Kurtuluş Savaşı mücadelesini her açıdan destekleyerek Türklerin yarımda yer almıştır. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşundan bir yıl sonra, 16 Mart 1921 ’de yeni Meclis ile Moskova’da dostluk ve işbirliği anlaşması imzalayarak Osmanlı ile savaşını ilk sonra erdiren ve ilişkilerde yeni bir sayfa açan yine Sovyetlerdir. Bu anlaşmayı daha sonra, Fransızlarla 20 Ekim’de yapılan ve Franklin Bouillon Anlaşması olarak da anılan anlaşma izlemiştir.
Sovyetlerin, 1923’teki Lozan Barış görüşmelerindeki ve hemen sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulabilmesindeki katkıları da yadsınamayacak düzeydedir. Kalkınma konusunda biri kapitalizm diğeri komünizm gibi birbirlerinden tamamen zıt iki kalkınma modelini benimsemelerine rağmen, iki ülke arasındaki iyi ilişkiler Cumhuriyetim ilk yıllarında da çeşitli alanlarda devam etmiştir, ismet İnönü, 1931’de altıncı kez başbakan olduktan hemen bir yıl sonra Moskova’yı ziyaret ederek, ülke kalkınması için elzem görülen sanayileşmenin ilk adımı olan mensucat fabrikalarının kurulması amacıyla, Sovyetlerden son derece makul şartlarda kredi temin etmiştir.
Türkiye ve Rusya arasındaki enerji ilişkileri ise Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ve Türkiye Cumhuriyeti (TC) arasında 1967’de imzalanan I. Ekonomik-Teknolojik İşbirliği Anlaşması sonrasında gelişmeye başlamıştır. Seydişehir’deki alüminyum tesisleri gibi 7 adet önemli sanayi kompleksinin kuruluşunu öngören bu önemli anlaşma ile Aliağa Petrol Rafinerisi’nin yapımı kararlaştırılmıştır. 1968’de yapımına başlanan ve 1972’de hizmete alman rafineride, ağırlıklı olarak Rus insan gücü ve teknolojisi kullanılmıştır.
İki ülkenin enerji ilişkilerinin gelişmesinde, anlaşmanın uygulanma süreçlerini izlemek ve ilişkileri daha da geliştirmek amacıyla 1972’de Yüksek Sovyet Prezidyum Başkam Nikolay Podgorni’nin İstanbul’a gelmesinin önemli bir etkisi olmuştur. Tarihinde bir ilk olan bu ziyaret sonrasında, ekonomik ve teknolojik işbirliği anlaşmalarının İkincisi 1975’te imzalanmış ve Çan ile Orhaneli termik santrallerinin yapımı kararlaştırılmıştır. Aynı tarihte, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği Hükümeti Arasında Sınırdaki Arpaçay (Ahüryan) Nehrinde Baraj inşası ve Baraj Gölünün Teşekkülü Konusunda işbirliğine Dair Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğu Hakkında Kanun” da meclis’te onaylanarak hayata geçirilmiştir.
Soğuk Savaş döneminin en şiddetle yaşandığı günlerde, zıt kutuplarda yer almalarına rağmen, iki ülke arasında 1986’da imzalanan doğal gaz anlaşması yeni bir dönemin başlangıcı olmuştur. Ülkenin en liberal başbakanlarından biri olan ve komünizme karşı mücadelenin en ağır örneklerinden birinin yaşandığı 12 Eylül Askeri Darbesi’nin bir sonucu olarak iktidara gelen Turgut Özal’ın ilk başbakanlık döneminin son yıllarında, BOTAŞ ile SSCB’nin
STRAR-Strateji Geliştirme ve Araştırma Korrdinatörü, CESD-Enerji ve Sürdürülebilir Kalkınma AUM Direktörü, Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölüm Başkam.
Soyuzgazexport şirketleri arasında imzalanan 25 yıl süreli bu anlaşma ile ülkemizde doğal gaz taşımacılığı ve ticaretinin ilk adımı atılmış, 1987’de ise fiili olarak ilk doğal gaz ithalatı gerçekleşmiştir. Sovyetlerin dağıldığı 1991 ’den sonra iki ülkenin ticari ilişkileri iyice gelişmeye başlamıştır.
Eneği ilişkilerinin bundan sonraki seyri bu çalışmanın ana konusunu oluşturmaktadır. Bir başka deyişle; bu makalede, Türkiye Cumhuriyeti ile 1991’de SSCB’nin dağılmasıyla kurulan Rusya Federasyonu arasındaki enerji ilişkilerinin çeyrek asırlık inişli-çıkışlı tarihi kronolojik olarak incelenerek, adım adım elinen nokta analiz edilecektir. Konunun enerji ve siyaset arasındaki bağlantı çerçevesinde daha iyi değerlendirilebilmesi için arka plandaki gelişmeler de yer yer ele alınacak ve yazı boyunca siyasi gelişmelerin enerji ilişkilerini ne kadar derinden etkileyebildiği gösterilmeye çalışılacaktır.
BTC ve Mavi Akım Çatışması (1997)
Enerji, Soğuk Savaş dönemi sonrasında Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkilerin her zaman temelini oluşturmuştur. Sovyetlerin dağılmasından sonra bölgede ortaya çıkan yeni coğrafya, bu iki ülkenin rekabet alanım oluşturmuş ve önceden tamamen Moskova’ya bağımlı olarak yeryüzüne çıkarılan enerji kaynaklarının, Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan gibi zengin hidrokarbon rezervlerine sahip ülkelerin kalkınmaları için kullanılması, özellikle de bu konuda Batı ile işbirliği yapılarak kendi siyasi ve ekonomik etkinlik alanlarının daraltılması, doğal olarak Rusya'nın işine gelmemiştir. Türkiye ve İran’ın, bu kaynakların Batı’ya nakli konusundaki en makul iki geçiş ülkesi olması, ister istemez bu ülkeleri Rusya ile rekabete zorlamıştır. Üstelik bu iki ülke, etnisite ve din açılarından, ortaya çıkan yeni devletlerde etkin olabilecek güçlere sahiptiler. Daha sonraki yıllarda İran’ın, ABD tarafından yürürlüğe konulan 1996 tarihli Yaptırımlar Yasası sayesinde uzun bir süre devre dışı bırakılmasıyla Rusya için bölgede tek rakip olarak geriye sadece Türkiye kalmıştır.
Bu genel değerlendirmenin hayata geçen ilk deneyimi, Bakü-Tiftis- Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı (BTC) ile Mavi Akım Doğal Gaz Boru Hattı arasında yaşanmıştır. Ramco adlı bir İngiliz şirketinin temsilcisi Steve Remp’in 1989’da Bakü’ye gelmesiyle başlayan BTC serüveni, Ağustos 2002’de anlaşmaların imzalanmasıyla başlamış, Eylül 2002’de Azerbaycan'ın Şangaçal yöresinde temelinin atılması, Eylül 2003’te boru hattının inşasına başlanması ile devam ederek 2006 ortalarında inşasının bitirilmesiyle tamamlanmıştı. Temmuz 2006’da açılış töreni yapılan, BTC’den pompalanmaya başlayan petrolün Ceyhan Limanı’ndan ilk sevkiyatı da Haziran ayında gerçekleşmişti. 17 yıllık bu süre zarfında, özellikle ABD ve AB projeye tam destek verirken, Rusya, Azerbaycan’ın hidrokarbon kaynaklarının kendisinden bağımsız bir şeklinde dünya pazarlarına nakledilmesine her vesileyle karşı çıkmış ve bu konuda elinden geleni yapmıştı. Hat, bazı piyasa aktörleri tarafından da eleştirilmiş ve “ekonomik değil siyasi” bir proje olarak değerlendirilmişti.
BTC aslında, ABD’de tarafından önerilen ve AB tarafından desteklenen Doğu-Batı Enerji Koridoru’nun önemli bir parçasıydı ama tek parçası değildi. Söz konusu koridor, petrol ile birlikte, Türkmenistan’dan başlayarak Hazar Denizi altından Azerbaycan’a geçip bu iki ülkenin doğal gazlarını da Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşımasını öngörmekteydi. Toplam 32 milyar metreküp gaz taşıyacak olan hattan gelecek gazın yansı Türkiye’de kullanılacak, diğer yansı da Avrupa’ya gönderilecekti. Dolayısıyla gerek doğal gaz
rezervleri ve gerekse üretim ve boru hatları taşınması konusunda dünya genelinde müthiş bir üstünlüğe sahip Rusya açısından, böyle bir doğal gaz hattı -BTC ile kıyas kabul etmeyecek kadar- hayati bir öneme sahipti. Bu noktada Rusya, kapsamlı bir oyun planı geliştirerek, Mavi Akım adıyla yeni bir hat önererek bu hattın BTC karşılığında gerçekleşmesi için gayret sarf etmişti.
Rusya’nın yeni boru hattı, doğu-batı koridorunun aksine kuzey- güney istikametliydi ve 1213 kilometre uzunluğunda, Karadeniz’in tabanından geçerek Samsun’a kadar ulaşmaktaydı. Dünyanın en derin sularında döşenen boru hattı olma özelliğini taşıyan Mavi Akım’da, deniz tabanındaki çamur volkanları ve korozyon gibi olumsuzlukları konusunda sıklıkla eleştirilmiş, BTC’nin ekonomik olarak imkansız olduğunu savunanların aksine, teknik olarak imkansız olduğu öne sürülmüş ve “Blue Stream—Pipe Drearn” sözleriyle hayali boru hattı olarak nitelendirilmişti. Fakat her şeye rağmen, 16 milyar metreküplük gazın 25 yıl süreyle Türkiye’ye taşınmasını öngören anlaşma 1997’de imzalanabilmiş ve yapımı da -BTC’nin de önüne geçecek şekilde- kısa bir sürede tamamlanan proje, Şubat 2003’te büyük bir törenle hizmete açılmıştır. Mavi Akım, 2003’ten beri başarıyla çalıştırılarak, 2015 yılında 13 milyar metreküp’e yakın miktarıyla toplam gaz ithalatımızın yaklaşık üçte birini oluşturmuştur.
Dünyada herhalde ilk defa bir petrol boru hattı ile bir doğal gaz hattı birbirlerine rakip olmuş ve kıyasıya bir mücadele içine girmişlerdi. Bu ilginç jeopolitik mücadele sonunda hayata geçirdiği etkin stratejiler sayesinde amacına ulaşan Rusya, kendisi açısından çok önemli bir başarı elde etmiş, “Batı”, projesinin yansım iptal ederek ve Rusya'nın daha da güçlenmesini sağlayarak genel stratejisinden geri adım atmak zorunda kalmıştı. Türkiye ise -her ne kadar dışarıdaki mücadelenin içeriye yansıması olarak kurum ve kuruluşları arasında belirli bir ayrışma ve huzursuzluk yaşadıysa da- iki boru hattının geçiş ülkesi olarak bu oyundan en karlı çıkan ülke olmuş ve enerji geçiş ülkesi hüviyetini kazanarak bölgede önemli bir jeostratejik üstünlük kazanmıştır. Üstelik, iptal edilen doğu-batı istikametti doğal gaz hattının yerine ileriki yıllarda Azerbaycan ve İran’dan TANAP başta olmak üzere, yeni hatlar döşeme imkanını da elde etmiştir.
Putin ve Erdoğan Dönemi
Vladimir Putin ve Recep Tayyip Erdoğan sayesinde 2000’li yıllar iki ülke arasındaki ilişkilerin zirveye çıktığı bir dönem olmuştur. Başbakan Bülent Ecevit döneminde 2000 ve 2001 yıllarında gerçekleşen üst düzey temaslardan sonra ilişkilerin farklı bir zemine oturtulduğu, tarihlerinin en başardı dönemine geçilmiştir.
Putin, 7 Mayıs 2000’den beri Rusya Federasyonu Devlet Bakam olarak, ondan önce de başbakan olarak görev yapmış; Erdoğan ise 2002 seçimlerinde büyük bir başarı elde ederek iktidara gelmişti. Başlangıçta, 18 Kasım 2002-14 Mart 2003 arasında Abdullah Gül başbakanlık görevini yerine getirmiş, 14 Mart 2003’te ise Erdoğan bu görevi kendisinden devralmıştı. Her iki lider de karakter olarak pragmatik ve güçlü kişiliklere ve hedefleri doğrultusunda kararlı ve cesur adımlar atabilme özelliklerine sahiptiler.
Erdoğan ve Putin arasındaki ilk yüz yüze temas, 6 Aralık 2004 tarihinde gerçekleşti, iki ülkenin 512 yıllık diplomatik ilişkiler tarihinde Ankara’yı resmi olarak ziyaret eden ilk Rus lideri olan Putin’in havaalanından karşılanması için mihmandar bakan olarak Enerji Bakam Taner Yıldız’ın belirlenmiş olması elbette tesadüf değildi. Medyada “tarihi” olarak nitelendirilen ziyaret esnasındaki görüşmelerin ağırlıklı konulan enerji ve terörizm olmuş, iki ülke arasındaki enerji ilişkilerinin temeli bu görüşmelerde atılmıştı. Putin, ziyaretinin halka ilişkiler boyutunu da unutmamış, Ankara'nın Aralık ayazında yapılan törende Cumhurbaşkanı Sezer ve eşi kalın palto ve eldivenlerle misafirlerini karşılarken, Putin ve eşi soğuktan hiç etkilenmeyen tavırlarıyla baharlık kıyafetleriyle gelmişlerdi. Putin, ayrıca, verdikleri rahatsızlıktan dolayı Ankara halkından özür dilemeyi de ihmal etmemişti.
1972’de İstanbul’a gelen Podgorni’den tam 32 yıl sonra, ilk defa bir Rus devlet başkam Ankara’ya geliyordu; zamanlama oldukça ilginçti. Ziyaret aslında Eylül ayında yapılacaktı; ama Kuzey Osetya’da yaşanan okul baskını nedeniyle ertelenmişti. Ukrayna krizinde geçici de olsa belirli bir rahatlama nihayet sağlanabilmişti. Türkiye açısından ise, AB’den üyelik için tarih almaya odaklanıldığı günler olması bakımından oldukça kritikti; 17 Aralık’ta tarih alınması bekleniyordu ve RF’nin böyle bir ortamda AB’ye bir alternatif sunuyor olması bakımından da Türkiye için önemi vardı.
Ocak 2005’te Başbakan Erdoğan arayı soğutmadan Moskova’ya gitti. 10 Ocak günü başlayan resmi ziyarette, Kıbrıs gibi konular da gündeme getirilmişti; ama ağırlıklı gündem ekonomik ve ticari ilişkilerdi. Başbakan’ın yüzlerce işadamı ile birlikte yaptığı ziyaretin görünür gerekçesi ise Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin (TOBB) yüzde 99 katkısıyla yapılan ve basın tarafından “Moskova'daki Akmerkez” adı verilen Türk Ticaret Merkezi'nin açılışını yapmaktı.
Bu ilk geziden sonra gerçekleşen bir dizi telefon görüşmesinin ardından, 18 Temmuz 2005’te, Erdoğan ve Putin Soçi’de tekrar bir araya geldiler, iki liderin kahvaltı sırasında yaptıkları görüşmenin ardından düzenlenen basın toplantısında, “ikili ilişkilerin geniş yelpazesi ve Aralık 2004’te Ankara’da hayata geçirilen ortak siyasi meseleler konusunda oldukça kapsamlı fikir alışverişinde bulunduklarım” bildirildi. Putin ise, özellikle, “Erdoğan ile son yedi ay içinde dört kez bir araya geldiklerini” vurgulayarak, bunun “ilişkilerinin yoğunluğunu ve ne kadar hızlı geliştiğini” gösterdiğini belirtti.
Soçi’den sonraki buluşma 17 Kasım 2005’te Samsun’da Mavi Akım ile ilgili olarak gerçekleştirildi. Aralık 2002’de düzenlenen törenle faaliyete geçen boru hattından ilk gaz Şubat 2003’de Türkiye’ye ulaşmış, ilk fatura ise Mart 2003’te kesilmişti. Hat, Türkiye’ye 2003’ten itibaren gaz sağlamasına rağmen, “resmen” o gün faaliyete geçecekti. Bu tören, iki ülke arasındaki yeni dönem Enerji ilişkilerinin çok önemli bir simgesi olması bakımından tam zamanında yapılmalı ve görkemli olmalıydı.
Samsun’daki tören gerçekten de muhteşemdi. Törene Başbakan Erdoğan, Rusya Devlet Başkam Vladimir Putin ve İtalya Başbakanı Silvio Berlusconi katıldılar. Birlikte Samsun Havaalanından kara yoluyla, Putin’in ülkesinden özel olarak getirttiği limuzine binerek Durusu’ya gelen üç lider, önce tesisleri gezdiler, daha sonra da buradaki sembolik meşaleyi yakarak istasyonun önünde fotoğraf çektirdiler. Açılış töreninde konuşan Erdoğan, Mavi Akım Projesi’nin bölge için önemine dikkat çekti ve Mavi Akım sayesinde İsrail’e de enerji ulaştırabileceklerini belirterek, “Bu alanda Avrupa'nın dördüncü büyük arteri olduk. Mavi Akım'ın ulaşacağı Ceyhan’ı dünyanın enerji dağıtım merkezi haline getireceğiz.” dedi. Projeye başlanırken bazı çevreler hattın “Mavi Akım değil mavi düş” olduğunu söylemişti ama “işte o mavi düş artık gerçek” olmuştu.
Aynı tarihte sadece Mavi Akım’ın resmi açılış töreni değil, iki ülke arasında Samsun Enerji Zirvesi de yapıldı.
2005 yılı tam anlamıyla Türkiye-Rusya işbirliği yılı oldu. Pragmatik ve güçlü iki lider, Enerji temelli ortaklıklarının her alanda devam etmesini istiyorlardı. Tam anlamıyla bir kazan-kazan durumu yaratılabilmişti. Yıl içinde tam dört kez bir araya geldiler, defalarca telefon görüşmesi yaptılar. Daha sonra, Haziran 2006’da Cumhurbaşkanı Sezer Putin’le görüşmek üzere Moskova’ya gitti ve ardından Şubat 2009’a kadar bir duraklama dönemine girildi.
Nabucco ve Güney Akım Çatışması (2009)
İlişkilerdeki durağanlığın asıl nedeni 1997’dekinin benzeri bir ayrışmanın, bu sefer, bir AB projesi olan Nabucco ile Rusların projesi Güney Akım arasında yaşanıyor olmasıydı. Ağustos 2007’de cumhurbaşkanlığı görevini Sezer’den devralan Abdullah Gül, Devlet Başkam Medvedev ile görüşmek üzere Şubat 2009’da Moskova’ya gitti. Bu ziyarette enerji ilişkileri de belirli bir düzeyde ele alınmıştı; fakat görüşmeler Erdoğan-Putin arasındakiler kadar etkili olamamıştı. Aslında enerji ilişkileri bağlamında Cumhurbaşkanlığı daha çok AB ile ilişkilere odaklanırken, Rusya ile ilişkilerin Başbakanlık tarafından yürütüldüğü söylenebilirdi. 13 Temmuz 2009’da, Azeri gazının Avrupa’ya taşınmasını öngören Nabucco projesinin hükümetler arası anlaşması Ankara’da büyük bir törenle imzalandı. Bu proje Rusların Güney Akım projesine rakip olarak gösterilmekteydi. Belki ileriki yıllarda iki doğal gaz hattına da ihtiyaç duyulacaktı; ama daha önce gerçekleştirilen hattın birçok alanda öncelikli olacağı aşikardı. Nitekim, Nabucco Anlaşması’nın imzalanmasının ardından bir ay bile geçmeden, 6 Ağustos 2009’da Putin, Başbakan Birinci Yardımcısı Igor Seçin’le beraber Ankara’ya gelerek Başbakan Erdoğan ile görüştü ve birlikte Güney Akım projesini imzaladılar. Berlusconi’nin de katıldığı törende imzalanan anlaşma Batı dünyasında kaygıyla karşılanmış, Türk hükümetinin bu tutumu, “Türkiye ikili mi oynuyor?” sorusuna neden olmuştu.
BTC ve Mavi Akım arasında geçen ilk çatışmada her iki proje de (biri petrol, biri gaz boru hattı) birlikte gerçekleşmiş ve Batı ile Rusya arasındaki denge ve kazan-kazan durumu bu şekilde oluşturulabilmişti. Nabucco ve Güney Akım arasında gelişen bu ikinci çatışmada ise projelerin her ikisi de gaz boru hattıydı ve birbirlerine rakiptiler. Bu sefer -ilkinin tam aksine- her iki proje de gerçekleştirilemeden rafa kaldırıldı, ilk çatışmanın galibi, Hazar’ı elinden kaçırmış olsa da Batı’dan bir anlamda taviz koparan Rusya idi. İkincinin ise önceleri Rusya gibi görünse de -ilerleyen yıllarda her iki proje de iptal edildiğinden- belirli bir kazananı yoktu; karşılıklı olarak diğer tarafın kazanması engellenmeye çalışılmıştı. Türkiye açısından bir muhasebe yapıldığında ise iki hat da iptal edildiğinden kayıp sayılabilirdi; ama mevcut durum ilerleyen yıllarda yeni hatların gündeme gelmesi açısından fırsata dönüşebilecek potansiyele sahipti.
Türkiye-Rusya Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) Dönemi
iki ülke arasındaki enerji ilişkileri 2010 yılından sonra öncekilerden farklı bir çerçevede yürütülmeye başlandı. Bu dönemde liderler yine etkin bir rol oynadılar, ancak görüşmeler artık komisyonlar marifetiyle yürütülüyordu. Bu dönemin öncekilerden bir diğer farkı da devreye nükleer santral projesinin girmiş olmasıydı.
2010 yılının Ocak ayında Başbakan Erdoğan Moskova’ya giderek Medvedev ile görüştü, Mayıs ayında da Medvedev Ankara’ya geldi.
11 Mayıs 2010 günü 3 uçak ve 224 kişi ile Ankara’ya gelen Medvedev, 16 ayrı belge ve anlaşmaya imza attı. 11-12 Mayıs günlerinde de kısaca UDİK olarak bilinen Türkiye-Rusya Üst Düzey işbirliği Konseyi kurularak ilk toplantısı gerçekleştirildi. İki liderin basın toplantısının ardından imzalanan belge ve anlaşmalardan enerjiyle ilgili olarak en öne çıkanlar, Akkuyu’da inşa edilecek Nükleer Güç Santrali hakkındaki anlaşmalar ile Samsun-Ceyhan ham petrol boru hattı projesi konusunda işbirliğini öngören zabıt oldu. Bu sefer Nükleer ile Samsun-Ceyhan karşı karşıya gelmişti: Nükleer bir Rus projesiydi, Samsun-Ceyhan ise bir özel sektör kuruluşu tarafından yürütülecek Türk projesi. Anlaşmalarda karşılıklılık prensibi uygulanmış, bir anlamda her iki ülkenin birer projesi takas edilmişti.
Bundan hemen bir ay sonra Başbakan Erdoğan Putin ile İstanbul’da bir görüşme daha yaptı ve gelişmeleri değerlendirdi, ilerleyen yıllarda Akkuyu Santrali projesi ile ilgili hukuki çalışmalar Rusya tarafından hızlı bir şekilde başlatıldı ve neticelendirildi. Projenin hayata geçirilebilmesi için gerekli olan ÇED raporunun Türkiye tarafından hazırlanması ve onaylanması süreci ise dört yılda tamamlandı. Karşılıklı vize muafiyeti hakkındaki anlaşma da yaklaşık bir yıl sonra uygulamaya konuldu.
Gaz Fiyatı/Kontrat Uzatma/Miktar Artırma
2011 yılını en çok meşgul eden enerji konusu, Rusya’dan alınan gazm fiyatının makul bir düzeye indirilmesi, Batı Hattı kontratının miktarım da artırılarak uzatılması hususlarıydı. Rusya, Avrupa ülkeleriyle, küresel kriz ve doğalgaz tüketimindeki azalma nedeniyle bir süre önce mevcut anlaşmaları yenilemiş ve fiyatı belirleyen formülleri de revize etmişti. Bunun sonucu olarak Avrupa ülkeleri Rus gazını eskisine göre yüzde 15’e yakın oranlarda daha ucuza alma imkanına kavuşmuştu. Rusya, Türkiye’ye benzer bir uygulama yapmaktan kaçınıyor, üstelik Ocak ayından itibaren zam yapıyordu. Ayrıca, Türkiye ile Sovyetler Birliği arasında Başbakan Turgut Özal zamanında, 1986’da imzalanan gaz anlaşmasının 20 yıllık süresi 2011 sonunda doluyordu ve bu hattan gelen 6 milyar metreküplük gaz talebi yeterince karşılayamadığından miktarın artırılması gerekiyordu. Dolayısıyla Türkiye’nin doğal gaz konusunda Rusya’dan üç talebi oluşmuş, yeni pazarlık konulan ortaya çıkmıştı. Rusya'nın karşılığında bir şey almadan bunları vermesini kimse düşünemezdi.
Türk tarafı, bir süredir dile getirdiği bu konular için en uygun zeminin 2. ÜDÎK olacağını düşünüyordu. Rusya ise elini açık etmiyor, sessiz kalarak ve talepleri duymazdan gelerek ileride yapacağı hamleleri hesaplıyordu. ÜDÎK Toplantısı, Başbakan Erdoğan’ın 15-17 Mart 201 l’deki Moskova ziyareti sırasında dışişleri bakanları eş başkanlığında gerçekleşti. Toplantı sonunda, iki devlet televizyon kanalları arasında bir anlaşma ile, Türk-Rus Toplumsal Forumu’nun faaliyetleri hakkında bir protokol imzalandı. Aslında ziyaretin asıl amacı enerji pazarlığıydı ve herkes bu konuda bir takım gelişmeler bekliyordu; ama Rusya, Türk tarafının taleplerinin hiçbirini kabul etmemişti. Bati Hattı Sözleşmesi’nin akıbeti belli değildi ve Türkiye bin metreküp Rus gazına 352 dolar ödemeye devam edecek gibi görünüyordu. Müzakerelerde Enerji Bakam Taner Yıldız ile Gazprom Başkan Yardımcısı Aleksander Medvedev’in hararetli bir tartışmaya girdiği de Rus basınına yansımıştı. Türkiye’nin indirim talebine karşılık Medvedev, “Aramızda doğal gaz alımlarıyla ilgili imzalanmış anlaşmamız var. Bu anlaşmaya sadık katmalı. Taviz isteğinize bir anlam veremiyorum” diyerek karşılık veriyordu.
2. ÜDÎK Toplantısından sonra yapılan temaslarda da bir gelişme sağlanamadı. Enerji Bakam Yıldız, olumsuz gelişmelerin kamuoyu tarafından duyulmasının ardından, 1 Ekim 2011 günü TBMM'de gazetecilerin doğal gaz zamma ilişkin sorularım yanıtladı. Yıldız’a göre Türkiye, Rusya ile yapılan doğalgaz anlaşmasını artık bitirmişti: “Rusya ile doğalgaz alımı kontratı iptal karan aldık, indirim yapmadılar anlaşmayı bitirdik”. Bu konuda yapılabilecek bir şey kalmadığına inanan Türk Hükümeti’nin yeni karan, aradan çekilerek gazın özel sektör tarafından ithal edilmesini sağlamaktı. Zaten 2001 tarihinde kabul edilen 4646 saydı Doğal Gaz Piyasası Kanunu da, doğal gaz ithalatının her yıl belirli miktarlarda
nedenlerle erteliyordu. Ertelenen bu kararın hayata geçirilmesiyle, devlet tekeli konusundaki ısrardan geri adım atılmış oldu. Aslında, Batı Hattı Sözleşmesi’yle ilgili olarak BOTAŞ Gazprom’a yazı yazmış ve tekliflerinin kabul edilmemesi durumunda sözleşmeyi sonlandıracaklarını belirtmişti. Bakan Yıldız, “Rusya bizim stratejik işbirliği yaptığımız son derece önemli, birkaç kontrata dayanarak ilişiklerimizin bozulamayacağı kadar sağlam ve güçlü ilişkilerimizin olduğu bir ülkedir. O yüzden bu tür kontratların sonlandırılmış olması gaz girişinin sonlandırılmış olması anlamım taşımıyor.” demeyi de ihmal etmemiş ve sözlerini şöyle bitirmişti: “İşbirliğimiz tam anlamıyla devam ediyor Rusya de ve daha da güçlenerek devam edecektir.”
Fakat, yılın son ayına girilmesine rağmen Türkiye’nin talepleri konusunda bir gelişme sağlanamamıştı. Bakan Yddız ve Rusya Federasyonu Başbakan 1. Yardımcısı Igor Seçin arasında 3 Aralık’ta yapılması planlanan görüşme de gerçekleşmemişti. 27 Aralık günü Gazprom Yönetim Kurulu Başkam Alexey Miller başkanlığındaki Rus heyeti, öğle saatlerinde Ankara’ya gelmiş ve Yddız başkanlığındaki BOTAŞ heyetiyle yaklaşık 2 saat süren bir toplantı yapmıştı. Zaman daralıyordu.
İlişkilerde Gerginlik
Nihayet, 27 Aralık gece yarısı Bakan Yıldız, Başbakanlığa ait özel uçakla Moskova'ya uçtu. Cebinde Rus enerji devi Gazprom’a inşaat izni veren Türkiye’nin notasını taşıyordu. Yıldız, Putin ve Seçin’in birlikte imzaladıkları anlaşmalarla, Güney Akım için münhasır ekonomik alan izni verildi, Bati Hattı Anlaşması da uzatıldı. imza töreninde Putin, muzaffer bir komutan edasıyla söz konusu anlaşmanın her iki ülke için de iyi bir yılbaşı armağanı olduğunu vurguladı: “Türkiye bize yılbaşı hediyesi verdi”, iki ülke arasında gaz alanında önem verdikleri büyük bir çalışmanın o gün, orada sonuçlandığım görmekten duyduğu memnuniyeti dile getiren Putin, “Bu diyaloğu Türkiye Başbakanı Sayın Erdoğan de başlattık” dedi. Erdoğan de iki ülke işbirliğinin yönünü belirlediklerini ve imza atılan anlaşmanın da bu işbirliği kapsamında atılmış bir adım olduğunu belirten Putin, “İlişkilerimiz sadece enerji değil birçok değişik alanlarda olumlu bir şekilde gelişmekte. Bütün bu gelişmelerde sizin [Yıldız’ın] ve ayrıca Sayın Erdoğan’ın büyük katkıları bulunmakta” diye konuştu. Putin, konuşmasının sonunda, “En derin saygılarımı ve sevgilerimi lütfen Sayın Cumhurbaşkanı Gül ve Sayın Başbakan Erdoğan’a iletin” dedi ve Bakan Yıldız’a da dönerek kinayeli bir şekilde, “Türkiye Başbakanı ile hangi konuda anlaştiysak yerine getireceğiz. Biz Türkler’in gerçekten güvenilir ortak olduklarını bir kez daha gördük” diye ekledi.
Uzlaşma ancak 2011 yılının son günlerinde, süre bitimine sadece birkaç gün kala, sağlanabilmiş ve Türkiye’nin Rusya'nın Güney Akım hattının Karadeniz ekonomik karasularından geçişine izni vermesi karşılığında, doğal gaz fiyatlarında bir miktar indirim yapılırken, Batı Hattı’nda “al ya da öde” kontradan çerçevesinde, ancak gelecek yıldan itibaren geçerli olmak üzere, kullanılamayan 3 milyar metreküplük doğalgazın alınmasıyla ilgili zeyilname de imzalanmıştı. Ayrıca, Batı Hattı’ndan doğalgaz akınıyla ilgili 4 milyar metreküplük özel sektör alımı ve Botaş’ın 4 milyar metreküplük akınıyla ilgili anlaşmalar ile özel sektöre devri öngörülen 6 milyar metreküplük kısımla ilgili anlaşmalar da ilerideki tarihlerde tamamlanacaktı. Gerçek indirim ve miktar artırımı başka bahara bırakılmış gibiydi.
2011’in son günlerinde yaşananlar, Rusya ile ilişkilerin artık karşılıklı anlayış ve işbirliği ruhu içinde yapılmasının zorlaştığım açıkça gösteriyordu. Bunun başlıca nedeni, iki ülkenin özellikle Suriye konusunda birbirinden tamamen zıt görüşlere sahip olmalarıydı. ABD’nin Irak’tan çekildiği Aralık ayından sonra Rusya ve İran’ın bu coğrafyadaki önem ve nüfuzu sürekli yükselişteydi. ABD ve Avrupalı müttefikleri, Rusya’nın bölgedeki artan varlığını destekliyor, bunun İran’ın artan önemini de dengeleyeceğini düşünüyorlardı. Bu tarihten itibaren Rusya'nın, bölgede ve özellikle Türkiye ilişkilerinde, yeni bir safhaya geçmeye başladığı gözlenmektedir.
2012 yılının ilk yansındaki ilişkiler, Rusya’nın yeni stratejisinin uygulanmaya başlanmasının ortaya çıkardığı karmaşa ortamında geçti. Rusya'nın yeni dönemde Türkiye’ye karşı uygulayacağı politikanın gerginliğe neden olacağı nihayet 22 Haziran’da belli oldu; bir Türk keşif uçağı Suriye sınırında düşürüldü. Olayı her ne kadar Rusya üstlenmedi ise de Suriye’deki rejime açık destekleri biliniyordu. Oysa iki lider birkaç gün önce, 19 Haziran günü G- 20 toplantısı için Meksika’da bir araya gelmişler ve özellikle Suriye olayını görüşmüşlerdi. Daha sonra, 18 Temmuz’da Moskova’da bir araya geldiler ve Esad yanlılarının 12 Temmuz günü Şam’daki ABD ve Fransa büyükelçiliklerine yaptıkları saldırıyı görüştüler. Ankara da misilleme olarak 11 Ekim günü Rus uçağına Ankara’ya zorunlu iniş yaptırdı. Enerji ilişkileri bu tarihten sonra, bu gerilimli ortamda yürütülmeye başlandı.
Yeni dönemin ilk ziyareti için Putin, 3 Aralık günü ihtişamlı uçağıyla Ankara’ya geldi ve burada sadece 5 saat kaldı. Aslında 14 Ekim’de gelecekti ama Suriye krizi yüzünden ziyaret ertelenmişti. Putin, Erdoğan ile Dolmabahçe’de görüştü; bu sırada Lavrov da Davutoğlu ile görüştü. Bu ziyaret esnasında, 3 Mart’tan beri yapılamayan 3. ÜDİK de toplandı. Ortak basın toplantısında Erdoğan, “RF en büyük ticaret ortağımız” dedi, Putin de “35 milyar dolar olan ticareti 100 milyar dolara çıkarmayı hedefliyoruz” diyerek, 100’den fazla Türk öğrencinin nükleer eğitimi almak için Moskova’da olduğunu vurguladı. Suriye konusunda ise “Pozisyonlarımız aynı, fakat metotlarımız farklı” diye konuştu. Enerji Bakam Novak’la da, Rusya’dan almayı talep ettiğimiz ekstra 3-4 milyar metreküp’lük gaz konusu görüşülmüştü ama ne bu konuda ne de diğer enerji konularında kesin bir sonuca yanlamıyordu.
İlişkilerin bu kadar gerilimli oluşuna rağmen, taraflar başta ekonomi ve ticaret olmak üzere; nükleer enerji, diplomasi eğitimi, bilim ve kültür gibi birçok farklı alanı kapsayan 11 ayrı belgeye imza attı. Bunların enerjiyle ilgili olanları başı çekiyordu. 1 nolu belge; Çalık Holding Yönetim Kurulu Başkam Ahmet Çalık ile Rosneft Başkam îgor Seçin tarafından imzalanan ve Çalık Holding A.Ş. ile Rosneft Petrol Şirketi arasında, pazarlama ve dağıtım alanında ortak girişim kurulmasına ilişkin işbirliği anlaşması, 9 nolu belge; Enerji ve Tabii
Kaynaklar Bakam Yıldız ile Rusya Federasyonu Enerji Bakam Novak tarafından imzalanan Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Devlet Nükleer Enerji Şirketi arasında Akkuyu Nükleer Güç Santrali Projesi’ne ilişkin ortaklık anlaşması, 10 nolu belge; yine iki bakan tarafından imzalanan, Türk-Rus Hükümetlerarası Karma Ekonomik Komisyonu Eşbaşkanları Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakam Taner Yıldız ile Rusya Federasyonu Enerji Bakanı Aleksandr Novak’ın toplantısına dair ortak bildirişiydi. Türk tarafı Çalık Holding’in projesi olan Samsun- Ceyhan Ham Petrol Boru Hattı hedefinden vazgeçmiş, onun yerine Çalık Holding ile Rosneft Petrol Şirketi ile ortak girişimini ikame etmeye çalışmıştı.
Türkiye’nin enerji ilişkileri sadece Rusya ile değil, bölgenin diğer ülkeleriyle de bir anda kötüleşmeye başladı. Nitekim, bir konferans için Erbil’e giden Bakan Yıldız’ın uçağının 2 Aralık günü Erbil’e inmesi Nuri El-Maliki tarafından engellendi. Buna rağmen Bakan Yıldız, 7 Aralık günü, Anapa’da yapılan Güney Akım’ın Rnsskay kompresörünün temel atma törenine katıldı.
Kırım Sonrası Dönem
Putin’in 4 Kasım 2012’de gerçekleştirdiği gösterişli Ankara ziyaretinin ardından geçen bir yıl boyunca, iki ülke arasındaki ilişkiler bağlanımda kayda değer bir gelişme sağlandığı söylenemez. İki lider ancak 22 Kasım 2013’te, St. Petersburg’da gerçekleştirilen 4. ÜDİK toplantısında bir araya gelebildiler. Toplantı sonrasında enerji, gümrük ve enformasyon alanlarında beş ayrı işbirliği anlaşması imzalandı. Fakat, bu toplantının en önemli yanı, toplantıda, Rusya Devlet Başkam Putin’in Türkiye’nin AB’ye girme çabasının uzamasına gönderme yapması üzerine, Başbakan Erdoğan’ın “50 yıllık bir tecrübe. Şanghay İşbirliği Teşkilatı’na gelin Türkiye’yi afin. Bizi de bu sıkıntıdan kurtarın” şeklindeki yanıtıydı. Erdoğan, “Bizi Şanghay İşbirliği Örgütü’ne afin, AB’ye güle güle diyelim” diye de eklemişti.
Şanghay İşbirliği Teşkilatı’nın (ŞİÖ) AB’ye alternatif olarak gündeme gelmesi, Kıbrıs meselesi yüzünden AB’nin Türkiye ile süren katılım müzakerelerinde sekiz başlığı askıya aldığı Aralık 2006’dan sonra başlamıştı. Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Kırgızistan, Tacikistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi otoriter rejimlerle yönetilen altı üye ülkeden oluşmasına rağmen “Şanghay Beşlisi” olarak anılan örgüte 2007, 2009 ve 2010 yıllarında misafir ülke olarak katılmak istenmesine rağmen, başvurular olumlu neticelenmemişti. Türkiye, Mart 201 l’de “Diyalog Ortaklığı Statüsü” için resmen başvurmuş ve bu başvuru kabul edilerek, Kazakistan’ın eski başkenti Almatı’da Nisan 2013’de imzalanan anlaşmayla, Türkiye’nin örgüte “diyalog ortağı” sıfatı alınmıştı.
2014 yılı, Türkiye’de 30 Mart seçimleri ile, ilk turu 10 Ağustos, ikinci turu 24 Ağustos’ta yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olduğu yıldı; Türkiye iç meseleleriyle meşguldü. Her iki seçim de, 1 Kasım 2015’te yapılacak olan genel seçimler öncesinde önemli bir gösterge olacağından oldukça kritiklerdi. Rusya ise Ukrayna kriziyle boğuşuyordu.
Türkiye-Rusya ilişkileri tam anlamıyla bir durgunluk döneminde geçiyordu. Bütün konular akışlarına bırakılmış gibiydi. Nükleer’de de işler ağır aksak yürüyor, planlandığı gibi gitmiyordu. Şubat 2014’te bir açıklama yapan Bakan Yıldız, Rusya’yı Akkuyu konusunda uyardı. Yıldız, Mersin Akkuyu'ya Rusya tarafından yapılacak olan nükleer santralin ilk ünitesinde elektrik üretiminin gecikmeyeceğine inandığım, ancak işlemlerin gecikmemesi için Rusya'nın çalışmaları hızlandırması gerektiğini söyledi. Santralin ilk ünitesinin 2019 yılında devreye alınması öngörülüyordu, ancak bu tarih daha sonra 2020’ye ertelenmişti. Santralin yapımı için kritik öneme sahip olan ÇED olumlu raporu halen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nda bulunuyordu. Bakan Yıldız, “Daha da hızlandırılması lazım mı diye sorarsanız; Türkiye kendine düşen görevleri yapmaktadır, herhangi bir sıkıntı yaşamıyor, Rusya tarafının da daha iyi bir organizasyon yapıp hızlandırma yapması gerekli, işlemlerin gecikmemesi için çalışmaların hızlandırılması lazım” diye konuştu. Türkiye, Rusya’ya ev ödevlerini hatırlatarak elindeki kozu dile getiriyor, Rus yetkililere bir anlamda ültimatom veriyordu.
Nihayet, 16 Mart 2014’te Kının ilhak edilince, Rusya’da geçici de olsa bir rahatlama sağlandı. Buna karşılık AB de, Ukrayna’daki son gelişmeleri ve bu bağlamda Rusya’ya karşı takınılacak tavrı belirlemek üzere yapılan olağanüstü nitelikli AB Zirvesi’nde, bu ülkeyle vize muafiyeti müzakerelerinin askıya alınmasıyla başlayacak “üç aşamalı strateji” uygulanması karanın aldı. Uluslararası finans kuruluşlarının ekonomistlerinin, olumsuz etkileri olabileceği görüşüyle karşı çıkmalarına rağmen, 17 Mart’ta AB’nin Rusya’ya yönelik yaptırım karan çıktı. Putin de, 10 Nisan’da, aralarına Türkiye’yi de dahil ederek AB liderlerine yazdığı mektupta, doğal gaz borcunu ödemeyen Ukrayna'nın ikna edilmesi için önerilerde bulunulmasını istedi.
Rusya’nın Türk Akımı Sürprizi
İlişkilerin oldukça gergin olduğu bir ortamda Putin’in Ankara’yı ziyaret etme karan, uzmanlar tarafından merak ve şüpheyle karşılanmıştı. 1 Aralık’ta gerçekleşecek ziyaret öncesinde, Rus ve Türk tarafları ellerini güçlendirmek amacıyla karşılıklı olarak birbirlerini sıkıştırmaya başlamıştı. 15 Ekim’de Enerji Bakam Taner Yıldız, doğalgaz fiyatında indirim talebim Rusya tarafına tekrar ilettiklerini belirtti. Siyaset Ekonomi ve Toplum Araştırmaları Vakfi (SETA) tarafından düzenlenen “Enerji Arz Güvenliği ve Güney Gaz Koridoru” panelinde konuşan Yıldız, bu revizyonun, Türkiye Cumhuriyetinin 1 Ocak 2015 itibarıyla hakkı olduğunu ve bununla alakalı hazırlık yapmalarını istediklerini belirtti. Rusya da, 16 Kasım’da Türkiye’yi IŞÎD petrolü konusunda eleştirdi ve AB’nin kendilerine uyguladığı yaptırımın benzerinin Türkiye’ye de uygulanması konusunu gündeme getirdi. Rusya Duma Uluslararası İlişkiler Komisyonu Başkanı Aleksey Puşkov, İslami terör örgütü IŞİD’in uluslararası piyasalarda Türkiye ve Ürdün üzerinden rahatça petrol satabildiğim, kimsenin buna yönelik bir yaptırım uygulamayı gündeme almadığım söyledi: “IŞİD’le ilgili serbestlik şaşırtıcı. IŞİD dünya piyasalarında serbest bir şekilde petrol arzı yapıyor. Bu nasıl mümkün olabiliyor? Batılı ülkelerin vatandaşlarının kafalarım kesen bir terör örgütü petrol ticaretinde tüm haklara sahip.”
Putin'in Türkiye ziyareti öncesinde, 26 Kasım’da Moskova’da Türkiye-Rusya Karma Ekonomik Komisyonu toplantısı yapıldı. Ardından düzenlenen basın toplantısında Türkiye’nin IŞÎD’e petrol sattığı iddialarıyla ilgili Yıldız, “Onu konuşanları, bunu iddia edenleri ispata davet ettik. ‘Varsa elindeki delilleri herhangi bir resmi kurumun, herhangi bir hükümet yetkilisinin, herhangi bir kamu görevlisi bu işin içindeyse lütfen bu delilleri bize getirin’ dedik ki bunu söyleyeli bir buçuk ay oldu, henüz getiremediler, bekliyoruz hala. Böyle bir şey söz konusu değil, biz bunu iyi biliyoruz. Türkiye’nin gerek enerji sektörü gerekçesiyle gerekse farklı gerekçelerle yurt dışındaki itibarının sarsılmasına yönelik çalışmalardır bunlar.” açıklamalarım yaptı.
Ziyaret öncesinde Ruslar tarafından müthiş bir halkla ilişkiler çalışması yapılıyordu. 28 Kasım’da Kremliride geziyle ilgili olarak altı maddelik bir açıklama yapıldı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın daveti üzerine Putin’in 1 Aralık’ta Ankara’ya bir ziyaret gerçekleştireceği ve iki ülke arasında kurulan Üst Düzey işbirliği Konseyi’nin toplantısının beşincisine katılacağı kaydedildi. Açıklamaya göre, Rusya ve Türkiye ilişkileri, yapıcı ve geleneksel olarak dostça gelişiyordu. Putin ve Erdoğan, Soçi’de yapılan Kış Olimpiyatları esnasında 7 Şubat’ta bir araya gelmişler, sonuncusu 11 Ekim’de olmak üzere 8 kez telefon görüşmesi yapmışlardı. İki ülke dışişleri bakanları Lavrov ve Çavuşoğlu’nun başkanlıklarını yaptıkları Ortak Stratejik Planlama Grubu dördüncü toplantısını Moskova’da 27 Mayıs’ta yapmış, Rusya Enerji Bakam Aleksandr Novak ve Türkiye Enerji Bakam Taner Yıldız’ın başkanlıklarını yaptıkları Karma Ekonomik Konseyi ise 24-26 Kasım tarihlerinde Moskova’da 13. toplantısını gerçekleştirmişti. İki ülke arasında oluşturulan Toplumsal Forum ise 13 Kasım’da Antalya’da Kosaçev ve Çonkar başkanlıklarında ikinci kez toplanmıştı. Parlamentolar arası diyaloğu güçlendirmek için de, Duma Başkanı Sergey Nanşkin Türkiye’ye iki ziyaret gerçekleştirmişti.
Kremlin’e göre, enerji sektöründeki işbirliği dinamik bir şekilde gelişiyordu. Rusya, Türkiye’nin enerji talebini karşılayan stratejik bir ortaktı ve Almanya’dan sonra Rus doğal gazım en çok Türkiye alıyordu. Türkiye’ye doğal gaz sevkiyatı, Bati Hattı üzerinden ve Karadeniz’in altından geçen Mavi Akım’la sağlanıyordu ve 2013’te bu hatlardan toplam 26,6 milyar metreküp doğalgaz nakli yapılmış, 2014 Ocak-Eylül arası dönemde ise bu rakam 20,6 milyar metreküpe ulaşmıştı. Geçen yılın aynı dönemine göre bu rakam yüzde 7,2 artmıştı. Gazprom Başkam Aleksey Miller ve Enerji Bakanı Taner Yıldız, Ekim ayında yaptıklan görüşmede Mavi Akım üzerinden yapılacak gaz naklinin artırılması konusunda anlaşmışlardı. Putin Ankara’ya “yeni ufuklar açmaya” geliyordu.
Ve nihayet Putin, 10 bakanla birlikte 1 Aralık 2014 günü özel uçağıyla Ankara’ya geldi ve burada sadece 8 saat kaldı. Putin’i Ankara Esenboğa Havaalanı’nda yine Enerji Bakam Yıldız karşıladı. Havaalanından özel zırhlı Mercedes otomobiliyle doğrudan Anıtkabir'e hareket eden Putin, burada anıta çelenk koydu ve özel defteri imzaladı. Daha sonra yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından karşılandı ve hemen ardından iki liderin başkanlık ettiği 5. ÜDİK Zirvesi yapıldı, akşam da Putin onuruna yemek verildi. Türk gazeteleri, 6 Aralık 2004 ile 1 Aralık 2014 arasındaki yaklaşık 10 yıllık süreçte, iki ülke arasındaki siyasi, ticari ve ekonomik ilişkilerin belki de tarihleri boyunca hiç olmadığı kadar iyi bir noktaya taşındığını yazdılar. Geçen 10 yıl liderleri fiziken biraz yıpratsa da, yaşanan bazı “politik sorunlar” ve fikir ayrılıkları işbirliğinin yörüngesini değiştirmemişti.
Ortak basın toplantısında Putin gezisinin asıl amacım açıkladı; Güney Akım iptal edilerek yerine Türkiye üzerinden geçecek yeni bir boru hattı inşa edeceklerdi. Putin, AB’ye rest çekerek, AB’nin tutumundan ötürü Güney Akım Projesi’nden vazgeçileceğini açıkladı. Güney Akım Projesi’nde Bulgaristan ile anlaşma sağlanamadığı için projenin bu koşullarda geliştirilmesine devam etmeyeceklerini açıklayan Putin, “Karadeniz’de projenin inşaatına başlamayacağız çünkü bu durumda inşaata başlamak ve Bulgaristan’a ulaşınca durdurmak mantıklı değil, yeniden gözden geçireceğiz” dedi. Erdoğan ile Türkiye topraklarında Güney Avrupa tüketicileri için yeni bir enerji hattı kurulması konusunda mutabakata varıldığım belirten Putin, 1 Ocak’tan itibaren Türkiye’ye sağlanan doğal gazda yüzde 6 indirim yapacaklarını da açıkladı. Ayrıca, Türkiye’nin enerji ihtiyacının karşılanması için Mavi Akım boru hattının kapasitesinin artırılması konusunda da mutabakata vardıklarım ve Türkiye’ye ulaştırılan doğal gaz miktarında 3 milyar metreküplük bir artışa gidilmesi yönünde tarafların anlaştığım belirtti. Mersin’de inşa edilmesi planlanan Akkuyu Nükleer Enerji Santrali Projesi’ne de değmen Putin, santralin inşasıyla ilgili olarak, ne finansman ne de süre konusunda bir sorun olmadığının altını çizdi. Erdoğan ise “Bugüne kadar ‘Güney Akım’ diye geçen ama şu ana kadar şu veya bu nedenlerle engellenen süreçte de bizler, bu akşam yaptığımız görüşmelerle dayanışma içerisinde, herhangi bir hukuki neticesi olmayan; ama ön mutabakatla tarafların bir çalışma yapıp, süratle kısa zamanda neticelendirip bu ön mutabakatı daha sonra kesin bir mutabakata çevirmek suretiyle bir adım atacağız. Bu adımdan Türkiye olarak doğalgaz açığımızda bizler istifade edeceğimiz gibi Yunanistan sınırında, Türkiye topraklarında bir dağıtım merkezi, bir hat oluşturmayı ve oradan talep neyse bu talebe göre o merkezden cevabın verilmesi noktasında da bir ön mutabakatımız var.” açıklamasında bulundu. Türkiye’nin Batı Hattı Sözleşmesi’yle ilgili taleplerini Rusya’nın neden hep sürüncemede bıraktığı artık anlaşılmıştı: Türk Akımı!
Putin’in, Karadeniz altından Türk sahasına girecek ve Türkiye- Yunanistan sınırında son bulacak, toplam 40 milyar dolara mal olacak 63 milyar metreküplük bu yeni hat önerisi, Enerji piyasalarına bomba gibi düştü, dünya basınında geniş yankı uyandırdı. Putin’in, Çin ile yaptığı dev doğal gaz anlaşmasının ardından, şimdi de Türk Akımı ile nasıl usta bir oyun kumcu olduğunu bir kez daha gösterdiği söylendi. Ancak bazı uzmanlar, ayrıntıları yeterince açıklanmayan bu yeni proje konusunda, “dereyi görmeden paçayı sıvamamak gerektiği” yorumunu yaptılar.
İlişkilerde Kopma Noktası
Putin ile Erdoğan arasında G-20 Zirvesi sırasında 15 Kasım 2015’te Antalya’da gerçekleştirilen görüşme iki liderin son görüşmesi oldu. 24 Kasım 2015’te Türkiye, hava sahasını ihlal ettiği ve her türlü uyarıya rağmen herhangi bir cevap alamadığı gerekçesiyle SU-24 tipi bir Rus savaş uçağını düşürdü. Rusya'nın bu olaya tepkisi tahminlerin üstünde oldu. Hemen aynı gün, Rus Dışişleri Bakam Sergey Lavrov Rus vatandaşlarına Türkiye’ye gitmemelerini tavsiye etti; Rus turizm şirketi Natali Tours, Türkiye’ye turlarını iptal ettiğini açıklayan ilk şirket oldu ve Rusya Genelkurmay Başkanı Türkiye ile bütün askeri diyaloğun kesildiğini açıkladı. 26 Kasım 2015’te, 15 Aralık’ta St. Petersburg’da yapılması planlanan ÜDİK toplantısı iptal edildi; Rusya Dışişleri Bakanlığı, Rus vatandaşlarına Türkiye’ye gitmeyin uyarısında bulundu ve halihazırda Türkiye’de olan vatandaşlarının geri dönmeleri çağrısını yaptı. Rusya Göçmen Dairesi bir tarım fuan için Krasnodar isimli şehre giden 39 Türk iş adamının sınır dışı edileceğini açıkladı. Rus medyası da ilk kez, Türkiye’den mal taşıyan Urların Rusya sınırında durdurulduğu haberini geçti. 27 Kasım 2015’te Rusya Eğitim Bakanlığı, bir genelgeyle ülkedeki üniversitelerin Türkiye ile iş birliklerine son vermelerini istedi.
Putin’in 28 Kasım 2015’te Türkiye’ye karşı yaptırımları onaylamasıyla tepkiler farklı bir boyuta oturtuldu. Yaptırımların arasında bazı gıda maddelerinin ihracatı, Türk şirketlerine yönelik kısıtlamalar, Türkiye’ye turizmin durdurulması, bazı uçak seferlerinin iptali ve vizesiz seyahat uygulamasının kaldırılması bulunuyordu.
Bunun yanında Türkiye’den gelen tırların ve Karadeniz’deki gemilerin daha sıkı bir denetime tabi tutulmasına karar verildi. Türkiye’den ithaline sınırlama getirilecek ürünlerin listesini açıklandı. Türk işçilerinin Rusya’da çalışmasına da sınırlamalar getirildi. 30 Kasım 2015’te, Putin’in sözcüsü Dmitri Peskov, Rus liderin Paris iklim Değişikliği Konferansı’nda Erdoğan ile buluşmayacağını açıkladı. 1 Aralık 2015’te Türkiye’den ithalatı yasaklanacak malların listesi Başbakan Medmedev tarafından onaylandı. Rusya Tur Oparatörleri Derneği, bütün tur şirketlerinin Türkiye turlarım iptal ettiğini duyurdu. Rusya Eğitim Bakam, Türkiye’de değişim programıyla eğitim gören bütün üniversite öğrencilerinin en kısa zamanda Rusya’ya geri döneceğini açıkladı. Bu böyle devam etti, gitti.
Enerjiyle ilgili olarak da 3 Aralık 2015’te Rusya Enerji Bakanı’nın yaptığı açıklamaya göre, Rusya'nın doğalgazım Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşıması için planlanan Türk Akımı projesi resmen askıya alındı. 20 Ocak 2016’da, Türk şirketlerine 1 Ocak 2015’ten beri uygulanan yüzde 10.25’lik doğal gaz indirimi iptal edildi.
Sonuçlar
Türkiye-Rusya enerji ilişkilerinin tarihsel perspektiften değerlendirildiği ve özel olarak iki ülke arasındaki 1991 sonrası gelişmelere değinildiği bu çalışmada görülebileceği gibi, iki ülke arasındaki enerji ilişkileri pragmatik ve güçlü liderin önderliğinde adım adım gelişerek 2010 yılına kadar ulaşmıştır. Türkiye-Rusya Üst Düzey işbirliği Konseyi ÜDİK’in kurularak 11-12 Mayıs 2010 tarihlerinde ilk toplantısını yapması, ilişkilerde zirve olarak nitelendirilebilir. Fakat, bu ilişkilerin ÜDÎK sayesinde daha da kurumsal ve kalıcı bir stratejik ortaklığa dönüştürülmesi beklenirken, maalesef bu gerçekleşmemiş ve yıllık olarak planlanan bu toplantıların sadece beş tanesi yapılabilmiştir. Bu olumsuz gelişmeye, jeopolitik nedenlere dayalı olarak iki ülkenin genelde Ortadoğu özelde Suriye konusundaki görüşlerinin farklılığının neden olduğu ve siyasetin ekonominin önüne geçmesinin her iki ülkeye de zarar verecek boyutlara ulaştığı söylenebilir.
Bu makalenin yazarının, 2010 yılında bir meslektaşıyla birlikte yayınladığı ve Türk-Rus enerji ilişkilerini incelediği bir çalışmasının sonucunda, Türkiye'nin Rusya ile Enerji ilişkilerini bir paket içinde değerlendiriyor olmasına dikkat çekilerek, Türkiye’nin bu tutumunun yanlış olduğu ve farklı enerji ilişkilerini farklı biçimlerde ele alınması gerektiği vurgulanmıştı: “Türkiye için en uygun çözüm ilişkilerini transit bir devlet ve tüketici bir devlet olarak ikiye ayırmaktır. Transit bir devlet olarak geleceğinde Batı ile ilişkilerini artırabilirken, tüketici bir devlet olarak Rusya ile ilişkisine yoğunlaşmalıdır.” (s. 235). 2015 itibarıyla gelinen nokta değerlendirildiğinde, bu saptamanın ne kadar doğru olduğu ve Rusya gibi her anlamda bir enerji devi olan, daha da önemlisi bu üstünlüğünü çok iyi bilerek siyasi ilişkilerinde bir enstrüman olarak kullanabilen bir ülkeyle pazarlıklar şeklinde yürütülecek enerji ilişkilerinde Türkiye’nin zararla çıkma olasılığının oldukça yüksek olduğu görülmektedir.
Tarihi boyunca hep “zor” dönemeçlerden geçen ve oldukça “karmaşık” olan, Türkiye ve Rusya arasındaki genelde uluslararası ilişkilerde ve özelde enerji ilişkilerinde, aynı makalede belirtilen, “Gerçi tarih bize, bütün iniş çıkışlarına rağmen Türkiye ve Rusya’nın kriz ve tehditleri fırsatlara dönüştürdüğünü de gösteriyor.” (s. 234) saptamasının bir kez daha geçerli olması ve önceden olduğu gibi ilişkilerde pragmatizmin yine siyasetin ve ideolojinin önüne geçmesi umuduyla.