DOSYA: Göç, Dayanışma Eylemleri ve Sosyal Medya Kullanımı

DOSYA: Göç, Dayanışma Eylemleri ve Sosyal Medya Kullanımı
Son yıllarda çeşitli aktivist eylemlerin yayılmasında yeni medya ve dijital medyanın rolüyle ilgili birçok araştırma yapılıyor, tartışma gerçekleşiyor. Dijital teknolojinin iletişim ağlarını genişletmesiyle birlikte, dünyanın farklı bölgelerindeki toplumsal hareketler kitlesel bir şekilde örgütlenip birbiriyle ilişkiye geçiyorlar.

Özellikle, son on yılda gerçekleşen (Mısır, Tunus ile diğer Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkelerindeki Arap Baharı; Avrupa’nın güneyi, İspanya, Portekiz ve Yunanistan’da Indignados, ABD’de Occupy Hareketi; Türkiye’de Gezi Parkı Protestoları gibi) toplumsal hareketlerde sosyal medyanın kullanım biçimi, teknoloji ve yeni medyanın özgürlükçü potansiyeline dair söylemleri yeniden canlandırmış durumda. Birçok akademisyen ve uzman, sosyal medya kullanımında (“Facebook/Twitter devrimleri”) yeni bir döneme girildiği tespitinde bulunuyor.

Son iki yıldır ise, sosyal teknolojilerin (sosyal medya, ağ oluşturma platformları), göçmenler/sığınmacılar ile ilgili aktivist hareketlerin oluşumu ve organize edilmesine katkısının iyice farkına varılmış durumda. Bunlar artık, ulus ötesi erişime sahip ağların oluşumunu kolaylaştırmak ve gerçekleştirilen eylemlerin içeriği ile çeşitliliğini zenginleştirmek açısından belirleyici etmen olarak kabul ediliyorlar.

İfade etmek gerekir ki, bu tür üst-belirlenimci (deterministik) yaklaşımların, sosyal aktivizm ile medya aktivizmi arasındaki etkileşimde, çevrimdışı (offline) ve çevrimiçi (online) uygulamaların kesişim noktalarında ortaya çıkan karmaşık pratikleri açıklamakta başarılı olamadıkları da görülüyor. Farklı sosyal, siyasal ve ideolojik gerilimler içinde bulunan toplumlarda, sosyal medyanın nasıl özgül bağlamlarda kullanıldığına bakıldığında, sosyal medya ile medya aktivizmi ilişkisini anlamak açısından birçok gri bölge bulunduğu gerçeği ile karşılaşıyor.

“Prag Medya Noktası: Medya ve Göç” Konferansı

Belirtilen bu çerçeve içinde, bu makalenin yazarları olarak son iki yılda büyük oranda göçmen akınına uğrayan iki ülke olan Türkiye ve Yunanistan’daki göçmen dayanışma gruplan tarafından yeni medya ve dijital medyanın kullanılmasıyla ilgili olarak gerçekleştirdiğimiz bir araştırmayı, 7-9 Kasım 2016’da Çek Cumhuriyeti’nde, Prag’da düzenlenen “Prag Medya Noktası: Medya ve Göç” adlı konferansta sunduk.

Özellikle son iki yıldır yakıcı bir biçimde yaşamaya başladığımız göçmen krizinde yeni medya araçlarının etkin kullanımı, üzerine çok da düşünülmeyen bir konu. Katıldığımız konferansta, Avrupa'nın farklı üniversitelerinden gelen araştırmacıların sundukları son dönem çalışmaları dinledik. Dikkatimizi çeken nokta, çalışmaların bazılarında, göçmenlerin özellikle tercih ettiği ülkelerdeki ana akım gazetelerin, “o kadar pahalı telefonları var, nasıl mülteci bunlar?” ya da “ karaya vardıklarında ilk işleri selfie çekmek” gibi başlıklarla yayınlanmış olmaları oldu. Belki basın da, henüz bu yeni teknolojilerin göçmenlerin hayatlarında oynayacağı hayati rolün nasıl anlaşılması gerektiği üzerine çok düşünmemişti. Daha detaylı medya içerik analizleri ise, göçmenlerin/mültecilerin medyada konu edildiklerinde, siyasetçilerin veya uzmanların söylediklerine yer verildiği, buna karşılık göçmenlerin bizzat kendi seslerinin duyurulmadığı tespitinde bulunuyordu. Araştırmacılar, göçmenlerin sesi duyurulduğunda ise, bunun genellikle yeni geldikleri ülkenin geride bıraktıkları kültürle olan benzerlikleri (örneğin; Hristiyan Arapların kiliselerinden söz edilmesi gibi) üzerinden yapıldığını gözlemlemişlerdi. Ana akım medya ve yardım kuruluşlarının söylemlerinde kendilerine yer bulamayan göçmenlerin yeni iletişim teknolojilerini kullanma biçimleri üzerine yapılan araştırmalara bakıldığında ise, sosyal medyanın; hem geride bıraktıkları hem de yeni yerleştikleri toplulukla olan bağlarını korumak, oluşturmak ya da güçlendirmek için başvurduktan en etkin araçları oluşturdukları ortaya çıkıyordu.

Nitekim, bu araştırmalara göre, yeni medya araçlarının ve sosyal teknolojilerin mülteciler/göçmenler için üç aşamada hayati önemi bulunuyor: ülkelerinden çıkış, yolculuğun kendisi ve vardıkları ülkedeki hayatlarını devam ettirme, yeni bağlar ve topluluklar kurma. Diğer yandan, yeni bağlar ve topluluklar kurma konusunda sosyal teknolojileri kullananlar, sadece gündelik hayatını idame ettirmeye uğraşan mültecilerden ibaret değil. Bu teknolojiler ve ağlar, göçmenler/sığınmacılar ile ilgili eylem ve aktivist hareketleri de buluşturuyor, yeni dayanışma ağlarının oluşumu ve organize edilmesine katkı sağlıyor. Nitekim biz de bu önemli noktalarım özetlemeye çalıştığımız konferansta, Yunanistan ve Türkiye’deki bu tür göçmenlerle dayanışma ağı oluşturma ve paylaşım uygulamalarında sosyal medyanın kullanımına eleştirel bir gözle bakmaya çalıştığımız araştırmamızı sunduk.

Sınırlara Hayır 2016 Kampı

Çalışmamızda, Türkiye ve Yunanistan’daki dayanışma gruplarının, yeni medya ve dijital medyayı; mesajlarım yaymak, harekete geçmek ve eylemlerini organize etmek amacıyla nasıl kullandıklarım inceledik. Ayrıca; kimlik, değerler, bağlılıklar ve amaçlar açısından sivil inisiyatiflerin; misyonları, göçmen/sığınmacı krizleri hakkındaki açıklama ve görüşleri, gerçekleştirdikleri yerel ve ulusal düzeydeki dayanışma eylemleri ve uygulamaları üzerine odaklandık. Ek olarak, bunların diğer taban örgütlenmeler ve sivil toplum aktörleriyle bağlantılarını ele aldık. Bu dayanışma gruplarını ve kullandıkları ağlan daha yakından anlamak üzere de, Temmuz ayında Yunanistan'ın Selanik şehrinde, yeni ulus ötesi bağlantılar kurmak üzere bir araya gelen Sınırlara Hayır 2016 Kampı’na (JVo Borders Camp 2016) katıldık. Araştırmamız sırasında yaptığımız gözlemlerle, sınırlarda kurulan uzun süreli kamplar ve göç politikalarıyla mücadele etmek üzere organize edilen protestolar gibi konulan derinlemesine anlamaya çalıştık.

Sınırlara Hayır Kampı’ndaki inisiyatiflerin, etnografik olarak incelenmesi dışında; Selanik, Atina, İzmir, İstanbul gibi şehirlerde örgütlenmiş ve kendiliğinden ortaya çıkmış Türkiye’den beş, Yunanistan’dan dört dayanışma inisiyatifinde aktif şekilde yer alan bireylerle gerçekleştirdiğimiz derinlemesine görüşmeler çalışmamızın veri evrenini oluşturdu. Bu yolla, aktivist hareketlerin sosyal medya kullanımı açısından zayıf ve güçlü yanlarım anlamaya çalıştık. Araştırmamız, Türkiye ve Yunanistan’da kendi kendine örgütlenen dayamşma inisiyatiflerinin, bilgi paylaşımı yapmak ve mesajlarım iletmek üzere yeni ve dijital medyayı (websiteler, bloglar, e-posta listeleri ve sosyal medya) etkin ve sistematik bir şekilde kullandıklarını, sosyal medya olarak en çok Facebook ile WhatsApp’ın tercih edildiğini ortaya koydu. Aynı şekilde, özellikle e-posta listeleri, Facebook ve WhatsApp, insanları dayanışma amacıyla bir araya getirmek için de tercih ediliyordu. Ayrıca, bu inisiyatiflerin, yerel, ulusal ve uluslararası düzeyde göçmen konularıyla ilgilenmek üzere kurulan sivil toplum kuruluşları ile aralarındaki iletişim çok sınırlıyken, kendi kendine örgütlenmiş diğer yapılar ile kısmi bir etkileşim ve işbirliği içinde oldukları betidendi.

Genel olarak, ilgili araştırmalar ve kuramsal çalışmalar aracılığıyla, politik fonksiyonları ve örgütleyici özellikleri nedeniyle sosyal medyanın, toplumsal hareketlerin iletişiminde çok etkili oldukları biliniyordu. Bizim çalışmamız ise, organize etme ve karar verme süreçleri söz konusu olduğunda, e-posta listeleri ve telefon görüşmeleri/mesajlarının, sosyal medyaya (çok kısıtlı kullanım ve genellikle WhatsApp üzerinden iletişim) kıyasla öncelikli olarak tercih edildiğim ortaya çıkardı. Bu arada, Yunanistan ve Türkiye’deki aktivist gruplar, global şirketler tarafından sahiplenilen sosyal medya kullanımına mesafeli yaklaşırlarken, fiziksel buluşmalara yönelik geleneksel uygulamaların ve yüz yüze etkileşimlerin belirgin bir şekilde önemini koruduğunu ifade ediyorlardı.

Öyle ki, katıldığımız uluslararası Sınırlara Hayır Kampı 2016, aslında sosyal medya aracılığıyla organize edilmemiş, aksine, sosyal medya kullanımı, yeni medya uygulamalarına yönelik güvenlik, mahremiyet, devlet kontrolü gibi konularla ilgili şüpheler nedeniyle, bazı (anarşistler, parlamento dışı solcular, otorite karşıtları vs.) katılımcı gruplar tarafından bizzat boykot edilmişti. Diğer yandan, katılımcıların çoğu, günümüzün medya merkezli toplumlarında, yeni ve dijital medyanın oynamış olduğu hayati rolün farkındaydı ve aktivistler olarak, bunların kullanımıyla ilgili kuşkularım yenmek üzere dijital beceriler geliştirmeleri gerekliliğini vurguluyorlardı. Ek olarak, etkinliğe ilk defa katılanlar, özellikle de çeşitli sınırlamalar nedeniyle dışa açık, uluslararası projeler gerçekleştiremeyen Türkiyeli katılımcılar için bu buluşma, ağların geleceği ve farklı projelerde ve inisiyatiflerde kullanılma potansiyelleri üzerine birlikte çalışabilmek açısından önemli bir fırsattı.

Sosyal Medya ve Örgütlenme

Öyle görünüyor ki, dayanışma inisiyatiflerinin hayata geçirildiği özgül sosyal ve politik bağlamlarda sosyal medyanın kullanımıyla ilgili dinamikler ve konular çeşitti akademik araştırma ve tartışmalara konu olmaya devam edecek. Bu arada da sosyal medya, kendiliğinden örgütlenmiş pratiklerin, ana akım medyanın göç konuları ve mülteci krizleri karşısında yürüttüğü propagandaya karşı, güvenilir bilgi ve veri sağlayan önemli bir araç olma niteliğini sürdürecek. Ancak, sosyal medyanın farklı sosyal aktörleri harekete geçirme potansiyeli - ideolojik olsun veya olmasın - onları harekete geçiren çağrılara ve harekete geçenlerin mücadele amaçlan ile üstesinden gelmeyi hedefledikleri sorunlara yaklaşımlarına bağlı. Bu çerçevede de, bireysel ve kişiselleşmiş ağ ile uygulamaların, mesajların ve etkinliklerin iletişimi ile koordinasyonunun sağlanmasında, dayanışmanın organize edilmesinde daha etkili, verimli olması hiç de şaşırtıcı değil. Burada kendi kendine örgütlenen kolektif inisiyatifleri bekleyen zorluk ise, grup dinamiklerini yönetmek ve katkıda bulunan farklı kesimlerin rollerini belirleyerek, ortak bir paydada buluşulmasını sağlamak olacak gibi görünüyor.