Bir toplum kendi kendinin olumlanması haline geldikçe, fiili olanı norm sayan bu var olanla uyumluluk, hakikat düşüncesini dışlar.
Hakikat düşüncesi, kökeninde, var olanın eleştirisidir, var olanın “doğru olamayacağı” varsayımıdır. Bir şey isteyen eleştiri, nesnesini asla “tarafsızca” betimlemekle yetinemez, nesnesine müdahale etmeyi, onun olanaklılıklarını paradoksal bir bakış açısından betimlemek suretiyle nesnesini etkilemeyi amaçlar. Dolayısıyla eleştiri “var olanı” tartışırken, “olmayanı” da ele alır. Böylece aynı anda hem ampirik gerçeklik hem de aşkın hakikat ile ilişki kurar. “Olan” ile “olmayanı” birlikte düşünür. Bu yüzden can alıcı ayrım, “ütopyacı” eleştiri ile “bilimsel” eleştiri arasında değil, farklı ütopyalar, farklı hakikatler arasındadır. Eleştiri ancak kendi (tarihsel) şimdisini eleştirdiği takdirde eleştirel olabilir ve bunu da ancak zamansız bir “hakikat” ile ilişki kurduğu takdirde yapabilir.
Fakat hakikati sadece bilinçli bir şekilde aramayız. Hakikati arzulamayanlar onu göremez. Hakikatin ele geçirmedikleri, hakikati ele geçiremez. Onlara göre koşullar hakikati konuşmak için asla yeterince olgunlaşmış değildir; “zamansız” olanın zamanı asla gelmez.
Slavomir Mrozek’in “Fil” adlı kısa öyküsünde, hayvanat bahçesini masraftan kısarak işletmek isteyen bir yönetici karşımıza çıkar. Hayvanat bahçesinin hayvansız olmayacağını bilecek kadar aklı vardır bu yöneticinin. Hayvanlar, özellikle fil gibi büyük olanlar bilhassa gereklidir: “Üç bin tavşan bile o soylu devlerin yerini tutamaz.” Bir fil almanın yolunu ararken bir plan yapar: “Gerçek boyutlara uygun plastik bir fil yapar, içine hava basıp parmaklıkların ardına yerleştiririz. Doğru renge itinayla boyanacak ve yakından bakıldığında bile gerçeğinden ayırt edilemeyecek. Fillerin miskin hayvanlar olduğunu, etrafta hoplayıp zıplamadığını herkes bilir. Parmaklıklara asacağımız notta bu filin en miskin fillerden olduğunu yazabiliriz. Paramız cebimizde kafir, o parayla da...”
Sonunda yönetici, adamlarıyla birlikte gerçeğine uygun plastik bir fil yapıp onu şişirir. Devasa vücudu, koca bacakları, büyük kulakları ve tabii ki gözden kaçması imkânsız hortumuyla gerçek gibi görünmektedir. Ertesi gün bir grup öğrenci fili görmeye gelir. Öğrenciler hayran hayran file bakarken öğretmenleri filin etobur olduğunu, nesli tükenen mamut soyundan geldiğini, yetişkin bir filin dört ila altı ton çektiğini anlatmaktadır. Ama aniden rüzgâr çıkınca, şişme fil sallanmaya başlar ve havalanır. Burada ansızın biten öykünün sonunda, olaya şahit olan öğrencilerin “artık fillere inanmadığı” yazar.
“Hakikat-sonrası” da plastik hakikatlerle yaşamaya benzer. Yani sadece hakikatin olduğu gibi lağvedilmesi değil; ucuz, şişirme, sonuç vermeyen hakikat anlamına da gelir. Ta ki insanlar “artık hakikatlere inanmayana” kadar.
Panorama Khas’ın bu sayısında hakikat-sonrası denen bu fili beş ayrı açıdan tartışıyoruz. Bununla birlikte hakikat-sonrası çağında hakikat fikrinin ne anlama gelebileceğini soruyoruz.