Türk F-16’sının Türk hava sahasını ihlal eden bir Rus savaş uçağını, daha önce açıklanan angajman kuralları uyarınca 24 Kasım 2015'te düşürmesi Türk-Rus ikili ilişkilerinin son 15 yılına hakim olan işbirliği havasının sonunu getirdi. Oysa ikili ilişkiler, 1990’ların özellikle ikinci yarısından itibaren tarafların ikili ilişkilere ‘bardağın dolu tarafına bakmak’ prensibi ışığında, yeni yüzyılda stratejik ortaklığa gitmek’ hedefiyle ve ‘saatleri yeniden ayarlamak’ yaklaşımıyla bakmaya başlamalarıyla olumlu bir biçimde gelişmişti.
Dönemin Rusya Federasyonu (RF) Başbakanı Mikhail Kasyanov’un Ekim 20005de gerçekleştirdiği Türkiye ziyareti sırasında yaptığı “Rusya ve Türkiye birbirine rakip değildir. Ortağız ve hükümetlerimiz de bu prensip çerçevesinde ikili ilişkiler geliştirecekler.” değerlendirmesi sonrasında, tartışmalı başlıklar bir kenara bırakılmış, ekonomik ve ticari işbirliğini merkeze alan bir biçimde ilişkileri geliştirme karan alınmıştı. Bunun somut neticesi olarak görülen 2001 tarihli Avrasya Eylem Planı,‘stratejik üçgen’ olarak nitelenen Moskova-Ankara- Orta Asya üçgeninde siyasal ve ekonomik alanlarda işbirliği yapılmasının önünü açmış ve düşman kamplarda birbirleriyle mücadele eden iki ülke yaklaşımının yerine ticari açıdan ortaklık yapabilecek ve karşılıklı anlayışa dayalı İlişkileri gözetecek iki ortağı öne çıkartan yeni bir yaklaşımı beraberinde getirmişti. İki ülke ilişkileri, bu plan uyanınca ilk aşamada ‘güçlendirilmiş yapıcı ortaklık’ düzeyine çıkartılmış, 2004’te açıklanan bildirge ile de ‘çok boyutlu’ ikili ilişkilerin derinleştirilmesi karan alınmıştı. 2010 yılında kurulan Üst Düzeyli İşbirliği Konseyi ile de Türkiye-Rusya İlişkileri, Rusya’nın Türkiye’nin Batılı müttefikleri ile 2008 Rusya-Gürcistan Savaşı nedeniyle yaşadığı sorunlara rağmen, bir üst seviye olarak adlandırabileceğimiz ‘stratejik ortaklık’ seviyesine dahi çıkartılmıştı. İki ülke arasında ilişkiler kurumsallaşmış, ticaret hacmi son 10 yılda 7 kat artmış ve Türkiye Rusya'nın altıncı, Rusya ise Türkiye’nin ikinci büyük ticari ortağı olmuştu, iki ülke liderleri 2023 ticaret hacmi hedefini 100 milyar dolara ulaşmak olarak belirlemişlerdi. Ayrıca iki ülke arasında karşılıklı olarak vizeler kaldırılmış, karşılıklı ziyaretler, turizm ve evlilikler yoluyla halklar arasında da geriye dönülemeyecek bir yola girildiğine inanılmaya başlanmıştı.
Enerji konusu bu süreçte ikili ilişkilerin şekillendirici unsuru olarak belirginleşmektedir, iki ülke arasında 1980’li yıllarda imzalanan anlaşmalarla başlayan enerji alanında işbirliği 1997’de imzalanan Mavi Akım’la boyutlanmış, 2012’de imzalanan nükleer santral anlaşmasıyla da taçlandınimıştı. Kırım’ın ilhakı sonrasında Rusya’nın alternatif arayışları bağlanımda gündeme gelen Türk Akım projesi ise yaşanmakta olan küresel, bölgesel ve hatta ikili siyasi bir takım gerginliklere rağmen Türkiye’nin bir Enerji ağı oluşturma politikasına katkı olarak görülmekteydi. Bu bağlamda Türkiye müttefiklerinin Rusya’ya yönelik olarak uyguladığı yaptırımlara katılmamış, beklentilerini yükseltmişti.
24 Kasım’da uçağın düşürülmesi ile birlikte 15 yıllık emeğin neredeyse bir gecede kenara itildiği görülüyor. Rusya’nın, AB’nin Kırım’ın ilhakı sonrası Rusya’ya yönelik olarak yürürlüğe koyduğu yaptırımları andırır bir yaklaşım izleyerek Türkiye’ye yönelik yaptırımlar uygulamaya başlaması, ilişkilerde yemden karşılıklı güvensizlik dönemine girildiğini gösteriyor. Bunun ilk etkileri kendisini özellikle turizm ve tarım sektörlerinde hissettirmiş durumda. Fakat muhtemel geleceği konusunda öncelikli bir takım kuşku ve korkuların söz konusu olduğu konu başlığı Türkiye ile Rusya arasındaki enerji işbirliğidir. Enerji konusu her iki ülkenin ekonomi politiğinin yam sıra güvenlik politikalarına da etki eden asli konu başlığıdır. Rusya'nın doğalgazı Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanıp kullanmayacağı konusu, “Rusya gazı keser mi?” sorusuyla birlikte Türkiye’nin gündemini en çok meşgul eden konu başlığına dönüşmüştür. Takiben Rusya ile girişilen nükleer işbirliğinin ne kadar gerçekçi olduğu konusu da yeniden tartışmaya açılmış görünmektedir. Bu bağlamda, kamuoyundaki Rusya algısının da hızlı bir dönüşüm geçirdiği gözlemlenmektedir. Nitekim Kadir Has Üniversitesi’nce 201 l’den günümüze düzenli biçimde yapılan “Türk Dış Politikası Kamuyu Algılan” araştırmalarında Türkiye için en büyük tehlike oluşturan ülkeler listesinde Rusya yer almazken ‘uçak düşürme olayı’ sonrasında yapılan araştırmada Rusya'nın yüzde 64,7 ile en büyük tehdit teşkil eden ülke olarak listenin başına yerleştiğini görmekteyiz.
Bu bağlamda, 24 Kasım sonrasında değişen Türk-Rus ilişkilerinin ışığında, Türkiye’nin Rusya ile enerji odaklı işbirliği konusu, Türkiye’nin enerji politikaları/diplomasisi ve buna bağlı olarak enerji alanındaki çeşitlendirme girişimleri ile bunun muhtemel sonuçlan/etkileri dikkatle değerlendirilmeyi hak etmektedir. Türkiye enerji piyasalarında, ortalama yıllık enerji talebi yüzde 7- 8 gibi dikkati çekici oranlarda artan ve elektrik talep artışında Çin’den sonra dünyada ikinci sırada yer alan bir ülke olarak göze çarpmaktadır. Enerji konusu, yeterli kaynaklara sahip olunmaması nedeniyle, 2023’te dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri olmayı hedefleyen Türkiye’nin ‘yumuşak karnı’ olarak belirginleşmektedir. Jeopolitik/jeostratejik değerlendirmelerde sürekli biçimde Türkiye’nin dünyanın en büyük petrol ve doğalgaz rezervlerinin hemen yanı başında olmasının getirdiği avantajlar ve dezavantajlardan bahsedilmektedir. Belirtilen hedefler ve konum, Türkiye’nin dış ve güvenlik politikalarının yanı sıra bunlarla iç içe
ve hatta bunları belirler bir biçimde enerji politikalarının da uzun vadeli bir biçimde belirlenmesi ihtiyacını doğurmuştur. Bu bağlamda Türkiye’nin arz güvenliğinin sağlanması konusu enerji politikalarının önceliği olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin arz güvenliği konusuna göz gezdirildiğinde kaynak çeşitlendirilmesine gidilmesi en temel başlık olarak belirginleşmektedir. Bu hem enerji kaynaklarının, taşıma güzergâhlarının ve enerji teknolojilerinin çeşitlendirilmesi hem de ülkenin enerji alanındaki dışa bağımlılığının azaltılarak enerji maliyetlerinin ülke ekonomisi içindeki payının düşürülmesi ve cari açığın azaltılmasını içermektedir. Bu bağlamda yürütülen enerji diplomasisi, ülkenin uluslararası işbirliklerinin geliştirilerek sahip olunan jeopolitik konumun etkin bir biçimde kullanılmasıyla Türkiye’nin enerji koridoru haline getirilmesini amaçlamaktadır. Bu anlayışın, son dönemde gündeme gelen ve en bilinen ifadesi Türkiye’yi bir küresel enerji hub’ına çevirmektir. Buna ek olarak başta nükleer enerji olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklan gibi yeni unsurların da Türkiye’nin enerji çeşitliliğine eklemlenmesi öngörülmektedir.
Rusya, yukarıdaki değerlendirmelerin ışığında ve son 15 yılın küresel gelişmeleri göz önüne alındığında, Türkiye’nin ulaşmak istediği ekonomik ve siyasi hedeflerinin gerçekleştirilebilmesi yolunda enerji alanında işbirliği yaptığı en güvenilir ortak olarak öne çıkmıştır. Özellikle Türkiye için doğalgazın ana enerji kaynağına dönüşmesi ve Rusya'nın da bu kaynağı sağlayacak başlıca güvenilir ortak olarak belirginleşmesi, enerji başlığının iki ülke arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde rekabetle işbirliği arasında işbirliğini önceleyen bir dengenin kurulmasının ana unsuru olmuştur.
BOTAŞ’ın verdiği rakamlarla Türkiye’nin doğal gaz ithalatına bakıldığında 1987’de 500 milyon metreküpün altındaki doğal gaz kullanım miktarın 1994’te 5 milyar metreküpe çıktığı görülmektedir. Bu miktarın 1990’h yılların sonunda 10 milyar metreküpü aştığı ve günümüzde 45 milyar metreküp civarında seyrettiği görülmektedir. Bu miktar Türkiye’nin güncel toplam enerji tüketiminde doğal gazm yaklaşık yüzde 30’luk bir paya sahip olduğuna işaret etmektedir. Türkiye’nin toplam elektrik üretiminin yaklaşık yüzde 45’i de doğal gaz çevrim santrallari vasıtasıyla sağlanmaktadır.
Türkiye kullandığı doğal gazın neredeyse tamamım ithal etmektedir. Türkiye’nin doğal gaz talebinin yaklaşık yüzde 55’ini sağlayan Rusya ise bu bağlamda Türkiye’nin enerji talebinin karşılanması açısından öncelikli, neredeyse tekele yakın bir konuma sahip bulunmaktadır. Rusya’yı yaklaşık yüzde 9’luk bir payla İran ve yine yaklaşık yüzde 6’hk bir payla Azerbaycan takip etmektedir.
Rusya, Türkiye’nin ağırlıklı biçimde tükettiği bir diğer Enerji kaynağı durumundaki (ve yine ithalat bağımlılığının söz konusu olduğu) petrol alanında da doğal gaz da olduğu kadar olmasa da rol oynayan bir ortak olarak belirginleşmektedir. Türkiye’nin toplam enerji tüketiminde doğal gazdan sonra yaklaşık 30’luk payla ikinci ana kaynak olan petrol ithalatında Rusya’nın Iran ve Irak’tan sonra üçüncü önemli ortak olduğu görülmektedir.
Nükleer enerji konusu ise Türkiye’nin neredeyse 60 yıldır peşinde olduğu; fakat Rusya'nın desteği ile Enerji çeşitliliğine geliştirmesinde gündeme yeni/yeniden eklenen üçüncü bir işbirliği başlığı olarak karşımıza çıkmaktadır. Türkiye’nin 2023 hedefi üç nükleer santrale sahip olmak ve elektrik ihtiyacının yüzde 20’sini bu nükleer tesislerden sağlamaktır. Türkiye’nin yürütmekte olduğu nükleer program çerçevesinde inşa edilmesi öngörülen nükleer santrallerin ilki olan Akkuyu Nükleer Santralinin ‘yap-sahip ol-işlet’ iş modeline uygun biçimde Rusya tarafından inşa edilmesi öngörülmektedir. 12 Mayıs 2010’da imzalanan ve 6 Ekim 2010’da yürürlüğe giren anlaşma ile ihaleye çıkılmadan, ‘hükümetten hükümete’ formülüyle hayata geçirilen bu proje ile Türkiye’nin nükleer enerji sürecinde yeni bir safhaya geçilmiştir. 10 yıllık bir sürede tamamlanması ve 2020’ye kadar tam kapasiteyle faaliyete geçmesi beklenen projeye göre birinci reaktörün yer aldığı ilk blok yedinci yılın sonunda bitirilecek, diğerleri de birer yıl arayla faaliyete geçecektir. Proje maliyetinin 20 milyar dolar olacağı tahmin edilmektedir.
Kısacası ticari açıdan bakıldığında 2008 yılında 38 milyar dolar seviyesine kadar çıkan; fakat son 10 yılda ortalama 30 milyar dolar seviyesinde seyreden Türkiye-Rusya ticaret hacminin neredeyse yansım enerji kalemi oluşturmaktadır. Bu oranlar ve miktara bakıldığına genelde üzerinde durulan konu Türkiye’nin Rusya’ya enerji alanındaki bağımlılığıdır. Uçak düşürme olayından sonra gerginleşen Türkiye-Rusya ilişkilerinde kurulan modelin sert bir biçimde eleştiriliyor olmasının başlıca nedeni Rusya’nın ‘enerji kartım’ Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanıp kullanmayacağı tartışması çerçevesinde yeniden gündeme gelen ve aslında ‘geleneksel’ olarak da niteleyebileceğimiz ‘güvensizlik’tir.
Konuya Türkiye açısından bakıldığında geleneksel güvensizliğe rağmen bu noktaya nasıl gelindiği sorusunun cevabı aslında uluslararası gelişmelerde saklıdır. 2000’li yıllarda yakın çevredeki Irak gibi enerji zengini ülkelerin karşı karşıya kaldıkları iç savaşlar ve siyasal istikrarsızlıklar, İran gibi potansiyel ortakların uluslararası alandaki yalnızlıkları ve muhatap oldukları ambargolar, Hazar gibi alternatif kaynaklan Türkiye’ye bağlayacak altyapının yetersizliği gibi başlıklar Rusya’yı Türkiye açısından alternatifsiz ortak olarak öne çıkartmıştır.
Diğer taraftan bakıldığında Rusya açısından ise kaynaklarını Türkiye büyüklüğünde bir pazara hem de aracılar olmadan iletilmesi ve güvenilir bir müşteri edinilmesi gayet mantıklı görünmektedir. Türkiye’nin Rusya açısından sadık ve güvenilir bir müşteri ya da ortak olduğu akılda tutulmalıdır. Türkiye, Rusya ile büyüyen ekonomisinin ihtiyaç duyduğu enerjiyi sağlayabileceği güvenilir ortağı keşfederken, Rusya’da hızla büyüyen bir pazar ve güvenilir bir müşteri edinmiştir. Bu durum ikili ilişkilerde uzun soluklu bir karşılıklı bağımlılık ilişkisi anlamına gelmektedir.
Rakamlara bakıldığında Türkiye, Rus ekonomisine yıllık yaklaşık 15 milyar dolar seviyesinde bir kazanç sağlamaktadır. Bu miktarın Rusya’nın bir övünç konusu olarak gördüğü silah satış gelirlerinden edindiğinden daha fazla bir miktar olduğu görülmektedir. Rusya'nın Türkiye’den elde ettiği petrol ve doğal gaz satışı gelirleri toplamının denklemden çıkması durumunda Rusya’nın ticari açığının yaklaşık 2.5 milyar dolar seviyesinde olacağı belirtilmelidir.
Bu noktada ortaya atılan “Türkiye’nin Rusya’dan hızlıca vazgeçip farklı alternatiflere geçip geçemeyeceği” ve “Rusya’nın Enerjiyi Türkiye’ye karşı bir silah olarak kullanıp kullanamayacağı” sorularına bahsedilen genel çerçeveden bakarak gerçekçi bir biçimde cevap vermeye çalışmak gerekmektedir.
Türkiye açısından kısa vadede hızlı bir dönüşüme gitmek çok da kolay görülmemektedir. Bir kere Rusya ile Türkiye arasındaki Enerji ticaretinin ana eksenini oluşturan doğal gazda Batı hattından alım ile ilgili anlaşmanın süresi 2021 ’de, Mavi Akım hattından alım anlaşmanın süresi ise 2028’de dolacaktır. Bu tarihe kadar geçecek süre zarfında satış/alım sürecinde yaşanacak bir aksama ya da sapma konuyu ikili ilişkilerden çıkartarak uluslararası bir meseleye dönüştüreceği ve oyunu bozan tarafın uluslararası ticari saygınlığına halel getireceği aşikârdır. Bu çerçevede bir tür ‘oyunbozanlık’ tarafların tercih etmeyecekleri bir davranış olacaktır.
Zaman zaman kamuoyunda ve siyasi liderlerin söylemlerinde aykırı değerlendirmeler yapılsa da tarafların bu konuda hassasiyetle davrandıkları görülmektedir. Rus Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Manya Zaharova’mn “Türkiye-Rusya ilişkilerinin, özellikle ekonomik işbirliğinde bazı zorluklar yaşanması ve kötüleşmesi için herhangi bir neden görmüyorum, ikili ilişkiler oldukça dinamik bir şekilde ilerliyor.” yönündeki değerlendirmesi veya Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun “Türk-Rus ilişkileri de kolay kopacak ilişkiler değil karşılıklı ihtiyaç halinde olduğumuz ilişkilerdir. Enerjide ben Rusya’nın böyle bir yola tevessül edeceğini düşünmüyorum. Çok kanşık angajmanlar, uluslararası hukuk, reel olarak 2. müşterisiyiz Rusya’nın. Karşılıklı haklanınız taahhütlerimiz var.” değerlendirmesi en dikkati çeken iki örnek olarak verilebilir.
Fakat bu son olayın iki tarafı da diğeri konusunda kuşkuya sevk ettiği ve özellikle Türkiye’nin enerji politikalarında bir takım yeni yönlere doğru bakmaya başladığının işaretleri görülebilmektedir. Bunların yönlerin başında Hazar gelmektedir. Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkilerin yeni boyutu olarak öne çıkan Trans Anadolu Doğalgaz Boru Hattı Projesi (TANAP) en öncelikli gündem maddesidir. Başbakan Davutoğlu’nun uçak düşürme olayının hemen sonrasında 3 Aralık’ta Bakü’ye yaptığı ziyaret sonrasında yapılan açıklamada iki tarafın projenin öngörülen 2018 yılından önce bitirilmesini kararlaştırdıkları açıklandı. Davutoğlu yaptığı değerlendirmede “Bölgede yeni tehdit ve riskler var, bunlara hazır olmalıyız. Gece gündüz çalışacağız. TANAP Projesi, Avrupa içi dengeleri de etkileyecektir. Türkiye üzerinden enerji sevkiyatı en güvenli yol konumunda. Türkiye'nin kalkınması, Azerbaycan'ın kalkınmasıdır.” diyerek yeni bir yön belirlendiğine işaret etmektedir. Bir diğer gelişme Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 2 Aralık’ta Katar’a yaptığı ziyaret ve BOTAŞ ile Katar milli petrol şirketi arasında Türkiye’nin bu ülkeden uzun vadeli ve düzenli LNG ithalatı yapmasını sağlayacak ön mutabakat zaptının imzalanmasıdır. Tarihler Türk-Rus ilişkilerinin seyri bağlamında dikkate alınmalıdır.
Bir diğer potansiyel ortak olan İran’la ikili görüşülmelerin yoğunlaştırılması, İsrail ile sorunlu seyreden ilişkilerin özellikle Doğu Akdeniz’deki doğal gaz kaynaklarının Türkiye üzerinden uluslararası pazarlara taşınması ve bu vesileyle Türkiye’nin enerji talebine katkı sağlanması yönündeki değerlendirme ve haberler de bu çerçevede okunabilir. Hatta bir adım daha ileriye gidilerek Kıbrıs müzakerelerinde uzun bir aradan sonra ilk defa olumlu bir takım gelişimlerin yaşanıyor olması da bu konu ile ilişkilendirilebilir. Kısacası, uçak düşürme olayı sonrasında Türkiye ile Rusya arasında yaşanan gerginlik ve rekabetin olumsuz etkilerinin henüz Enerji alanına sirayet etmediği görülmekte. Bu türde bir gerginlik kısa vadede her iki ülkenin de çıkar ve beklentileriyle uyuşmamakta. Fakat geleceğin neler getireceği sorusu ise belirsizlikleri bünyesinde barındırmakta. Söylenebilecek olan Türkiye’nin enerji politikalarında temel bir takım değişikliklere gitme yönünde ve önceden gündeminde olmayan bir biçimde, biraz da hızlıca bir takım adımlar atacağıdır. Bunun Rusya’ya ne yönde yansımaları olacağını ise zaman gösterecek.