Popülizm, dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi Avrupa'yı da tamamen etkisi altına almış durumda. Avrupa'da, özellikle 2008'in üçüncü çeyreğinden başlayarak kıtaya damgasını vuran finansal, ekonomik ve sosyal krizle uzun süredir ilişkilendirilen popülizm, son yıllarda ekonomik krizi takip eden göçmen kriziyle bu kıtada kendini tekrar göstermeye başladı. Yunanistan özelinde ise, bu iki kriz ülkedeki popülizmin kaynaklarından biri olmakla kalmayıp, sosyal ve siyasi manzaranın da parçası haline geldi.
Yunanistan'da popülizmi anlama çabasına girişmeden önce, popülizmin Avrupa'da yabancı bir olgu olmadığını belirtmek gerekir. Aslında, Mark Mazower'in 20. yy Avrupa tarihini özetleyen kitabında da belirttiği gibi Avrupa, demokrasinin kendisini komünizm ve faşizm rakip ideolojileri ile sürekli bir çatışmada bulduğu bir "Karanlık Kıta" ya benzemektedir. Aslında, iki büyük savaş arasında Hitler ve Mussolini'nin Almanya ve İtalya'da yükselişi; Amerika'yı ve kıtayı süpüren 1930'ların ekonomik krizine ve statükoya karşı giderek artan hoşnutsuzluğa bir tepki olarak popülizm ve milliyetçiliğin yükselişi olarak açıklanabilir. Bugünün popülizmi ise, en azından Avrupa'da, bir nebze Avrupa'nın çöküşü ya da dağılmasıyla ilgilidir. Ivan Krastev, Avrupa'dan Sonra başlıklı ufuk açıcı kitabında, Avrupa'da öne çıkan yeni popülizmin vizyondan yoksun olduğu, ekonomik krize, mülteci krizine ve Avrupa'nın görünürdeki düşüşüne tepki olduğunu öne sürüyor.
Yunanistan'da popülizm bu bağlamda tam olarak nereye oturmaktadır? Yunanistan'daki popülizm, Avrupa popülizmindeki genel eğilimlerin bir yansıması mıdır? Yoksa popülizmin özellikle sağ görüşlü bir olgu olduğunu öne süren genel kabulün ötesinde mi değerlendirilmelidir? Aslında, Yunan popülizminin özellikle radikal oluşumlarında hem sağ hem de sol görüşlü bir gelişimi olduğu ileri sürülebilir. Yunanistan popülizmi örnek olarak ele alındığında, bu popülizmin kaynağı Avrupa'dan marjinalleşme duygusu, Yunan medeniyetinin ve Ortodoksluk'un devamlılığı konusunda bir güvence, 1974 yılında demokrasinin geri dönüşünden bu yana ülkenin siyasi tarihini şekillendiren seçkincilik temelli yönetim modeline, başka bir ifadeyle müesses nizama bir tepki ve ülkenin siyasi ve sosyal bölünmelerini ideolojik olarak yeniden tanımlamaya yönelik bir girişim olarak özetlenebilir.
1981 'de onuncu üye devlet olarak Avrupa Birliği'ne girerek nispeten eski bir üye olmasına rağmen, Yunanistan'ın çekirdek Avrupa ile coğrafi uzaklığı bugün devam etmektedir. Aslında Yunanistan, Avrupa Birliği ile ilk kara sınırını 2007'de Bulgaristan Birlik'e katılınca elde etmişti. Aynı durum Yunanistan'ın farklılıkları çözememe acizliğini birlikte taşıdığı ve bu nedenle tarihsel olarak bir tehdit olarak algıladığı komşusu Türkiye ile beraber 1952'de üye olduğu NATO için de geçerlidir. Siyasi seçkilerin ülkenin ait olduğu yer konusunda yaydığı bu marjinallik duygusu, Yunanların kendilerini nasıl tanımladıklarım da belirlemiştir. Aslında, 1974'te demokrasiye dönüşle tutarlı şekilde büyüyen Batı'ya ait olma duygusu, "Yunanlıların kardeşsiz bir ulus olduğunu iddia eden tanımlayıcı başka bir paradigma ile sürekli rekabet içindedir. Başka bir deyişle, antik çağlara öncülük ettiğini iddia eden bu "yanlış anlaşılmış" mazlum ulus, zamanla ister Türkler ve algılanan talepleri olsun, ister Amerikan emperyalizmi veyahut ekonomik kriz dönemindeki Alman hegemonyası olsun, söz konusu dünya güçleri ile uğraşmada tek başına kalmasından dolayı zamanla aşağılık kompleksine kapılmıştır. Bu anlatı Yunan toplumunu ifade eden bir örnek olmuş ve toplumun radikal, marjinal ve elit tabakalarındaki popülizmini şekillendiregelmiştir. Aslında, popülizm, 1967-1974 arasında ülkeyi yöneten askeri diktatörlük söyleminin temel bileşeni olmasına rağmen, 1980'lerde hem başbakan olma yolunda, hem de büyük ölçüde görev süresi boyunca Andreas Papandreu tarafından da araçsallaştırılmıştır. Papandreu'nun, Amerikan emperyalizmi karşıtlığı ve Avrupa Topluluğu'nda yeri olmayan Yunanistan söylemi, 1981 'de merkez sol PASOK'un seçim zaferinin önemli unsurları arasındaydı. Bu yüzden, bu mazlum anlatısı, toplumun kendisini nasıl algıladığına denk gelen siyasi amaçları haklı çıkarmak için bir karşıt "öteki" retoriği ile özümsendi.
PASOK zamanla bir ana akım partisi haline gelmesine ve bugünün hem sağ görüşten hem sol görüşten popülistleri tarafından ülkenin ekonomik sorunları nedeniyle suçlanıp kınanmasına rağmen, PASOK'un popülizmi demokrasiye geçiş yapmış Yunanistan'da büyük bir ölçüde sosyal ortamı tanımlamıştır. Bu yıllarda özellikle değerler ve normlar çerçevesinde en yüksek standartları paylaşmayı kabul eden bir AB ülkesinin vatandaşı olmakla beraber, demokratik olmasa bile, pek çok kişi, halkın genelinin düşüncelerinin daha üstün olduğunu kabul etme yoluna gitmiştir. Bunun en önemli örneği, 1975-2002 arasında faal olan ve siyasi ve ekonomik seçkinler Yunanistan'daki Amerikan, İngiliz ve Türk misyonlarının temsilcilerinden 23 kişiyi hedef alan suikastler düzenleyen "17 Kasım" grubunun temsil ettiği "ev yapımı terörizm’e toplumun verdiği destektir. Kamuoyunun "17 Kasım" grubunu terörizm olarak tartışmaya başlaması ancak Athanasios Axarlian adlı masum bir öğrencinin öldürülmesinden sonra mümkün olmuştur. Yinede ev yapımı ideolojik terörizm, dünyadaki güç odaklarını "protesto" eden çeşitli gruplar ile devam etmektedir. Yine popülizm bağlamında bir başka örnek vermek gerekirse, çeşitli sol ve anarşist grupların devlet politikalarına karşı yapılan protestoların çoğunun başlayıp bittiği Atina'daki Exarchia semtine sağlanan "koruma"dır; polis ve ek olarak devlet, kamu düzenini sağlayamamakta veya sağlamak istememektedir.
Başka bir deyişle, Yunanistan'da günümüz popülizm zemini uzun süre önce kurulmuş ve bir açıdan çok müsamahalı bir siyasi çevreden ve yetiştirilen bir mazlum kültüründen kabul görmüştür. Bu da 2008'de ortaya çıkışından bu yana ülkenin gelişimi ve sosyal dokusunda önemli bir yara bırakan ekonomik krizin evrimi sırasında, hem sağ hem de sol popülizmin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Sağ görüşlü popülizm, 1980'de kurulan fakat Yunanistan'ı 1974'den beri karşılıklı yöneten yozlaşmış seçkinci siyasi partilerden bir farklılaşmayı temsil ettiği için nihayet 2012'de parlamentoya girebilen yeni Nazi Altın Şafak Partisi tarafından ifade ediliyor. İdeolojileri ve cinayet faaliyetleri ortaya çıkmış olsa da, söylemi kendini haksızlığa uğramış hisseden kesimin önemli bir bölümünün desteğini ima etmesi nedeni ile anketlerde yüzde 7 ila 8 arasında oy almayı başarmaktadır. Altın Şafak Partisi'ne verilen desteğin artmasında, göç krizinin Yunan ulusunun homojenliğini sulandırmak için "düzen" tarafından geliştirilen bir girişim olarak algılanması da etkili olmuştur. Solda ise, popülizm Ocak 2015'ten beri iktidarda olan radikal sol, SYRIZA tarafından temsil ediliyor. Öncelikle Avrupa'ya şüphe ile bakan entelektüellerden oluşan ve yüzde 4'lük oy gücüne sahip sol ve radikal sol partilerin koalisyonlarından oluşan bu parti, 2012 seçimlerinde oylarını 4 katına çıkardı ve 2015'te oylarını yüzde 36'ya yükselterek Yunanistan'da en büyük parti olma başarısını gösterdi. Gücünün temelinde, daha önceki politikalara karşı yapılan sokak protestolarına, hâlihazırdaki bakanların ve partinin birçok üst düzey yöneticisinin dâhil olması ve bugünkü protestolara karşı gösterdikleri müsamahakâr tavır yatmaktadır. Aslında, merkez sağ ana muhalefet partisi olan Yeni Demokrasi'den doğmuş olan popülist sağcı fanatik grup Bağımsız Yunan Partisi ile koalisyonu -özellikle de elinde bulundurduğu iktidar tehlikede iken, bugünkü Yunan popülistlerin faydacılığının ve geçişkenliğinin iyi bir örneğini teşkil etmektedir.
2015 seçimlerinde elde edilen veriler göz önüne alındığında, bugün popülist partiler, 300 kişilik mecliste 175 sandalyeye (oyların yaklaşık %46'sı) sahiptirler. Sol görüşlü SYRIZA ve sağcı Bağımsız Yunan koalisyonu, iktidarda kalmaya çalışırken, ülkenin ekonomisinin ve diğer krizlerin sorumlusu olarak, kendilerinden önce ülkeyi yöneten partileri ya da ekonomik krizin pençesinden kurtulmaya çalışan Yunanistan'dan alacaklarını isteyen kreditörleri göstermektedirler. Mevcut yönetici seçkinler bir sonraki seçim döneminden sağ çıksa da çıkmasa da, popülizm maalesef kalıcı güç sahibi olmaya devam edecek gibi görünmektedir.