Prof. Dr. James Crotty özellikleMarksist ve Keynesyen ekonomigörüşlerinin tamamlayıcı vekuvvetli yanlarını analitik olarakbirleştirmeye yönelik yaptığıçalışmalarla tanınan heterodoksbir makroekonomist. ÇalışmalarıAmerican Economic Review,Quarterly Journal of Economics,Monthly Review, Journal of PostKeynesian Economics ve dahabirçok saygın dergide yayınlananProf. Crotty halen University ofMassachusetts, AmherstKampüsü’nde akademikkariyerine devam etmektedir.
Yaklaşık dört sene önce başlayan küresel finansal kriz, dünya çapında bir durgunluğa dönüşmüş durumda ve tüm dünyada ekonomik büyüme ve istihdam beklentileri sönük. Krizin nedenleri ve sonuçlarıyla birlikte, ekonomi biliminin içinde bulunduğu durumu ve krizin sınıfsal mücadele açısından anlamını University of Massachusetts-Amherst Ekonomi Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. James Crotty’e sorduk:
Yaşadığımız küresel finansal krizin nedenleri nelerdir ve neden dünya çapında ekonomik bir darboğazla karşı karşıyayız?
- Bu çapta bir finansal krizin önkoşulları geçtiğimiz onlarca sene süresince gelişmekteydi. Finansal piyasaların 1930’larda tamamen çöküşü ve Büyük Buhran’ın ardından ortaya çıkan Keynesyen ekonomi, süregelen serbest piyasa teorisinin tersine, piyasaların istikrarsız olduklarım ve tam istihdam için devlet müdahalelerinin kaçınılmaz olduğunu göstermişti. 1970’lerden itibaren ekonomi teorisi ve politikası tekrar serbest piyasa teorisinin boyunduruğu altına girdi. Yeni küresel Neoliberal rejim ekonomik büyümenin dünya çapında yavaşlamasına neden oldu.
Bu dönem içerisinde içinde bulunduğumuz krizin oluşmasına katkıda bulunan gelişmeler yaşandı. Öncelikle, radikal finansal serbestleşme, yeni finansal buluşlar ve finansın küreselleşmesi, piyasaların görülmedik biçimde büyümesine ve finansal araçların karmaşıklaşmasına neden oldu. Diğer yandan piyasalarda saydamlık azaldı, küresel finansal bütünleşme arttı ve finansal kurumlardaki yıkıcı ikramiye sistemleri yaygınlaştı. İkinci olarak, ekonomik büyüme ancak artan tüketim harcamalarıyla sürdürülebildi. Bu da borçlanmanın artışı, yükselen emlak ve menkul fiyatlarından kaynaklanan refah etkisi sayesinde mümkün oldu. Son olarak, neredeyse tüm dünyada gelir, eşitsizliği gözle görülür biçimde arttı. Aslında “kriz geliyorum” eliyordu.
2OO6’nın sonunda ABD’de ev fiyatları düşmeye başladığında, ev kredileri, bu kredilere bağlı olan menkuller ve türev araçların fiyatları çöktü. Bu araçları bulunduranlar çokça borçlu olduklarından ve dünya çapında yayıldıkları için, küresel çapta bir finansal kriz kaçınılmaz hale geldi. Kredi piyasaları donup, faiz oranlan yükselmeye başlayınca da ancak borçlanarak sürdürülebilen mütevazı büyüme oranlan da yok olup gitti. Kriz başladığında devreye giren devasa devlet harcamaları olmasaydı, derin bir ekonomik buhran yaşıyor olabilirdik.
2012 itibariyle küresel büyüme yavaş, işsizlik oranlarıysa yüksek seyrediyor. ABD ve küresel ekonomi için büyüme ve istihdam ihtimalleri hakkında düşünceleriniz nelerdir?
- ABD’deki ekonomik koşullar sıkıntı verici. İşsizlik oranlan 1930’lardan beri görülmüş en yüksek seviyelerde ve iyileşme beklentisi yok denecek kadar az. ABD’deki teşvik programlan ufak ve yetersiz, ve hâlihazırda da yerlerini tasarruf politikalarına bırakıyorlar. Avrupa’nın büyüme ihtimali de, uygulanan tasarruf politikaları bir taraftan talebi öldürüp diğer taraftan da zayıf ülkeleri iflasın eşiğine sürükledikçe, yok olmaya mahkum. İngiltere Merkez Bankası’na göre ekonomik durgunluğun uzun vadede neden olduğu gelir kaybı 60 ile 200 trilyon dolar arasında.
UZUN VADEDE GELİR KAYBI 60-200 TRİLYON DOLAR
Ekonomik durgunluk sürdükçe kamu borçları da görülmedik şekilde yükseliyor ve çözüm tasarruf politikalarında aranıyor. Sizce bu politikaların ekonomik büyüme ve istihdam getireceği düşüncesi ne kadar gerçekçi?
- Maalesef hiç gerçekçi değil. Aslında çıktı, gelir ve istihdam, mal ve hizmetlere olan toplam taleple kısıtlıdır. Ekonomi çöktüğünde bile, işsizler tüketim yapmak isterler fakat bu ancak firmaların onları işe almasıyla mümkündür. Öte yandan firmalar da iş alımlarını ancak satışları arttığında düşünecektir, fakat işsizlikten ötürü düşen gelirlerden dolayı bu mümkün olamaz.
Keynes’in de gösterdiği gibi, bu durumdan ancak net ihracatın ciddi büyümesi ya da devletin talebi canlandırmasıyla çıkılabilir. Devlet, talebi doğrudan harcamalarla, vergileri azaltarak ya da faiz oranlarını düşürerek canlandırmaya çalışabilir. ABD’de faiz oranlarının sıfıra yakın ve vergilerin düşük olduğunu dikkate alırsak, devlet harcamalarının üretken yatırım ve ihtiyaç duyulan sosyal hizmetlere yönelik artırılması geri kalan tek yol olarak görünüyor. Dolayısıyla, aslında ihtiyaç duyulan, tasarruf politikalarının önerdiklerinin tam tersi gibi düşünülebilir.
YENİ BİR BÜYÜME MODELİNE İHTİYAÇ VAR
Peki, bu durum günümüz makroekonomik politikaları hakkında bize neler anlatıyor?
- Gelinen noktada makroekonomik politika için kısa ve uzun vadede sorunlar mevcut. Kısa vadede sorun, ulusal ekonomilerin şu andaki ve gelecekteki ekonomik durumları. Ülkeler daha hızlı büyüme ve daha düşük işsizlik oranlan için tasarruf politikalarını reddetmek zorundalar.
Tasarruf politikalannın mütemadiyen kullanımı küresel ekonomi için istenmeyen sonuçlara, hatta yeni bir finansal krize neden olabilir. Keynesyen makroekonomik politikalara ve Keynes- Minsky temelli finansal piyasa ve düzenleme teorilerine dönülmesi gerekiyor. Bunlar kısa vadede sorunların çözümü için yeterli olacaktır.
Uzun vadedeki sorun ise küresel neoliberal rejimin insanlık için yeterli seviyede refah ve güvenlik üretememiş olmasıdır. Bu noktada, ulusal ve küresel seviyede yeni ekonomik modellerin benimsenmesi, kitleler için ekonomik güvencenin yeniden sağlanması yeterli olacaktır. Dolayısıyla, küresel neoliberal rejimin yerini alacak, yeni ve alternatif bir büyüme modelinin geliştirilmesi gerekmektedir.
Aralarında sizin de bulunduğunuz birkaç heterodoks ekonomist krizi öngörmüş olsa da ekonomistlerin büyük çoğunluğu bu konuda sınıfta kaldılar. Sizce günümüz ekonomi bilimi süregelen ekonomik sorunları anlamaya ne kadar uygun?
- Küresel finansal sistemle birlikte dünya ekonomisinin çöküşü ekonomi biliminin entelektilel olarak iflasın eşiğinde olduğunu göstermiştir. Anaakım ekonomistler finansal infilakı ön görememiş ve krizin nedenlerini açıklayamamışlardır. Bununla birlikte krize yönelik etkin politikalar da geliştirememişlerdir. Tüm bunlara rağmen, birçoklarının öngördüğünün aksine, ekonomi bilimi halen daha ana akım teorilerini reddetmemektedir ve bunun gerçekleşmesi için yaşanması gereken serbest piyasa felakederinin büyüklüğü hakkında maalesef bir fikrimiz yok.
Krizi ve krize yönelik politika seçimlerini kapitalizmin sınıfsal doğası ve özellikle ABD’de ortaya çıkan Occupy Wall Street (OWS) protestoları ışığında nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Sosyal demokrasi birçok ülkede Büyük Buhran ve ikinci Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkım ve kayıplar nedeniyle ortaya çıkan isyanlar sonucunda şekillenmiştir. Buna karşılık ABD’li elitler, 1920’lerin ekonomi politiğinin ekonomi için daha iyi olduğunu, hatta en uygun ahlaki düzen olduğunu düşünmekte ve ülkeyi yönetmesi gerekenlerin varlıklılar olduğuna inanmaktaydılar. 1930’larda Başkan Roosevelt’in sosyal demokrasi anlayışını zayıflatmak adına başlattıkları girişim 1970’lere kadar, sistemin yarattığı yaygın refahtan ötürü etkisiz kalmıştır.
1980’lerde Ronald Reagan ile birlikte sağ politikalara doğru bir rejim değişikliği gerçekleşti. Vergi oranlarında kesintilerle başlayan değişim, işçi sendikalarının saldırı altına alınması ve artan gelir eşitsizliğiyle devam etti. Finansal ve sınai serbestleşmeyle birlikte para, siyasal süreçlerde tekrar baskın bir rol üstlenmeye başladı. Uluslararası ticaret ve finansal sermaye hareketlerinin önündeki engeller kaldırıldı. Bunun sonucu olarak, firmalar güçlenirken emek zayıfladı ve devletlerin giderek küreselleşen firmalar üzerindeki hakimiyeti azaldı.
SON 20 YILDIR SÜRE GELEN SINIFSAL SAVAŞI ZENGİNLER KAZANDI
Yeni rejimde büyüme yavaşladı ve vergi gelirleri sınırlandı, fakat buna rağmen muhafazakâr sağ kanat savunma harcamalarını ve sosyal programları devam ettirdi. Sonuç olarak yeni dönemde federal hükümetin kamu borcu patladı. Reagan döneminde milli gelirin yüzde 26’sına denk gelen kamu borcu Clinton başkan olduğunda yüzde 48’ine tekabül ediyordu. Clinton döneminde azalan borçlar, George W. Bush döneminde, artan vergi kesintileri, iki büyük savaş, yavaş büyüme ve finansal kriz dolayısıyla, tekrar yükselişe geçerek 2011 ’de milli gelirin yüzde 68’inde yükseldi. Ayrıca bu dönemde, nüfusun en zengin yüzde birinin gelirden aldığı pay, toplam gelirin yüzde 10’undan yüzde 24’üne sıçradı.
Kamu borçlarındaki bu keskin sıçramaya neden olan sağ kanat, şu anda bütçe açıklarının nedenini Amerikalıların ödemeye razı olduklarından fazla kamu hizmeti talep etmesi olarak gösteriyor. Artan borcun asıl nedenlerine saldırmaktansa, tasarruf politikalarını ve firmalarla zenginlere yönelik vergi kesintilerini talep ediyorlar. Demokratlar Roosevelt’in sosyal demokrasisinin erozyonuna göz yumarken, muhafazakârlar sosyal demokrasinin külliyen tasfiyesini arzuluyor. Ünlü milyarder Warren Buffet’ın da söylediği gibi: “Son 20 yıldır süregelen sınıf savaşını benim de içinde bulunduğum sınıf kazandı.”
Tasarruf politikalarının etrafında şekillenen bu sınıfsal mücadelenin taraflarından biri oldukça organize, parayla yürüyen bir siyasal süreçte oldukça bol miktarda paraya sahip ve kitle iletişim araçları üzerindeki gücünü kendi istediği öykünün anlatılması için çekinmeden kullanıyor -öyle ki, bu öyküde bizler ayağımızı yorganımıza göre uzatmıyoruz. Yok olmaktan halkın vergileriyle kurtarılan finansal kurumlar, tasarruf politikaları uygulanmazsa devletlere yönelik ‘güvenlerini’ kaybedeceklerini ve ancak yüksek faizle borç verebileceklerini söylüyorlar. Buna karşılık tasarruf politikalarına zıt görüşler ise zayıf kalıyor. Sendikalar bir zamanlar sahip oldukları kuvvetten yoksunlar, tasarruf politikalarına karşı bir siyasi parti yok ve halk çoğunluğunun siyaset ya da kitle iletişim araçları üzerindeki etkisi neredeyse yok denecek kadar az.
Öte yandan, eşitsizlik ve tasarruf politikalarına, özellikle de Sağlık, eğitim ve diğer önemli sosyal programlardaki kesintilere yönelik, artan bir muhalefet gözlemleniyor. Occupy hareketi ve ABD çapındaki kamuoyu anketlerinde alınan sonuçlar durumu açıkça ortaya koyuyor. İçinde bulunduğumuz durum kötüleşmeye devam ettikçe, bu muhalefetin genişlemesi ve güçlenmesi kaçınılmaz, fakat gelecekte nasıl şekilleneceği ya da etkisinin ilerici mi yoksa gerici mi olacağını kestirmek şu andan mümkün değil.