Suriye’de despot bir rejim, halkını katletmeye pervasızca devam ediyor. Dünya basınında ise bir çaresizlik duygusu hakim. Gazetelerdeki yorumlar her gün onlarca insanın öldürüldüğü Suriye’de akan kanın yakın bir tarihte durmasının güçlüğüne işaret ediyor. Peki Suriye halkının kabahati topraklarının Libya’daki gibi değerli bir petrole sahip olmaması mı?
12
Dünya medyası bir yılı aşkın süredir Suriye’de akan kanı manşetlerine taşıyor. Artık kendini gizleyemeyen bir çelişki ise sere serpe gözler önünde. Tunus’ta başlayan Arap Bahan’ın Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki totaliter rejimlere demokrasi getireceği düşüncesiyle hemen her ülkede destekleyen Batı; Suriye’de duvara toslamış durumda. Zira Libya’da isyancılara olan desteğini, Birleşmiş Milletler’deki fikir ayrılıklarını hiçe sayarak bir hava saldırısına dönüştürecek kadar demokrasi şampiyonu gözüken Batı, şimdi Ortadoğu’nun dipsiz bataklığında ayağını çamura bulamak istemiyor. Ve Suriye’de sivil halkın ağır silahlarla yok edilişini sabun köpüğünden ibaret tepkilerle izlerken aynı fikir ayrılıklarının ardına saklanıyor.
Avrupa medyasında Batilı ülkelerin, pervasızca katliam yapmaya devam eden Suriye Devlet Başkam Beşar Esad’a neden yeterince cephe almadığını sorgulayan haberler kadar, Suriye’ye yönelik bir askeri operasyonun neden çözüm olamayacağına dair kalem oynatanların fazlalığı da dikkat çekici. Hatta, Ispanya’nın liberal sol eğilimli El Pais gazetesi gibi Suriyeli rejim yanlılarını sessiz çoğunluk olarak tanımlayarak, muhaliflere dönük eleştiriler yayımlayanlar bile var. Üstelik Batı basınında uygar dünyayı eleştirmek bir yana, Bati’nın katliamı görmezden gelmeye devam etmesini önerenler dahi mevcut. ABD’nin liberal eğilimli New York Times gazetesinin küresel edisyonu International Herald Tribune’de “Silahsız sivillerin öldürülüşünü seyretmek acı da olsa bazen bu cesareti göstermek yiğitliğin önemli bir parçasıdır” diyen ABD’nin eski Ortadoğu arabulucusu Aaron Miller gibi. Geçen Kasım ayında yayımlanan ‘Suriye’yi işgal etmeyin’ başlıklı yazısında Miller şöyle diyordu: “Amerika’nın NATO’yu da harekete geçirerek Suriye rejimini devirmek adına adım atması için uygun bir zaman mı? Cevap “hayır!” Çünkü bu aşamada yapılacak bir askeri müdahale sonuç vermeyecektir. Libya’nin ne bir hava gücü ne de önemli bir hava savunma sistemi bulunuyordu. Suriye’deki muhalifler en basit silahlardan dahi yoksun. Dışarıdan gelecek desteklerin yönlendirilebileceği bir merkeze de sahip değiller.”
RUSYA ve ÇİN ENGELLEDİ
Birleşmiş Milletlerim (BM) Suriye’ye karşı güçlü yaptırım kararlarım alamamasının sorumlusu olarak ise iki büyük güç Rusya ve Çin öne çıkıyor. Rusya ve Çin, 4 Ekim’de BM Güvenlik Konseyi’nde Suriye rejimine karşı sert önlemler alınmasını veto etmişti. Almanya’dan liberal çizgili haftalık Die Zeit gazetesi Ortadoğu Baş Editörü Michael Thumann BM toplantılarında Suriye’ye müdahaleyi engelleyen ülkeleri kendi çıkarlarım gözetmekle suçluyordu: “Esad’a halen arka çıkan İran, Rusya ve Çin, Suriye üzerinde çıkarları olan devletler. Asıl sömürgeciler onlar: Tahran için Suriye Akdeniz’de kılıç işlevi görüyor, Moskova ise ülkeyi kendine ait Deniz Kuvvetleri üssü ve silahlarım satma imkanı nedeniyle önemsiyor, Pekin ise Suriye’yi, Ortadoğu’ya açılan bir kapı ve cazip bir pazar olarak değerlendiriyor.”
Rusya’nın Suriye rejimine olan desteğinin arkasında yatan diğer bir nedense iki ülke arasındaki silah ticareti. Rusya’dan muhafazakar Vedomosti gazetesi Rusya’nın Esad rejimine yönelik desteğini de buna bağlıyordu: “Ülkemiz halen BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’ye yaptırım uygulamasının ve Esad rejimini kınamasının önündeki en büyük engel olmaya devam ediyor. Suriye ile Rusya arasında 3,5 milyar dolarlık silah anlaşması mevcut. Rusya ile Libya arasında da 4 milyar dolarlık silah anlaşması vardı ve anlaşmaların iptali sonucunda Rusya büyük zarar gördü. Rusya, Suriye’de Libya senaryosunun tekrarlanmasını istemiyor. Rusya, Esad rejimini reformlar yapması için ikna etmeye çalışıyor. Ancak maalesef, bu umutlar da boşuna. Suriye rejimini sert biçimde desteklemekle Rusya sadece bu rejimin ömrünü uzatıyor ve toplu katliamlar için ortam oluşturuyor.”
Fransa’nın sol eğilimli gazetesi Liberation ise Rusya’nın Suriye söylemlerinin Sovyetler Birliği’nin söylemleriyle benzer olduğunu savunan satırlarıyla dikkat çekiyordu: “Moskova, Arap-Müslüman dünyasında 1960’larda doğan monarşik cumhuriyetlerin devrinin bittiğini ya görmek istemiyor ya da göremiyor. Rusya, Ortadoğu’daki son olayların, devrik rejimlerin şiddet ve yolsuzluklarının bir sonucu olduğundan çok yabancı güçlerin komploları olduğu fikrini pekiştirmek istiyor.”
KRİZ BAROMETRESİ: PETROL
Geçen yılın Kasım ayında dünya gittikçe büyüyen katliam karşısında sesini biraz daha yükseltmek zorunda kaldı. Arap Birliği ve Avrupa Birliği’nin yaptırım kararlarının cılızlığı ise dünya basınında tartışma konusuydu. Batı’nın Rusya ve Çin’in engellemelerine boyun eğmesinin altında Suriye’nin sahip olduğu petrolün Batı için o kadar da değerli olmamasının yattığı görüşü pek çok gazetede dile getirildi. Bunlardan biri olan İsviçre’den Neue Zürcher Zeitung’un Suriye petrolüne dair analizi, Batı’nın da küresel sorunlarda sadece kendi çıkarım gözettiğinin bir kanıtı gibiydi. Gazeteye göre global bir kriz barometresi olan petrol fiyatlarında Suriye etkisi hissedilmiyordu, zira Suriye ürettiği günlük 387 bin varil petrolün ancak 109 bin varilini ihraç ediyordu. Bu rakamsa Libya’nın ihraç ettiği günlük 1.3 milyon varil petrolün yanında devede kulaktı. Ayrıca Libya’dan farklı olarak Suriye OPEC üyesi de değil ve dünya petrol rezervlerinin ancak binde 2 kadar küçük bir bölümüne sahip: “Avrupa’nın Suriye rejimine karşı aldığı yaptırım kararları etkisiz ve ülkedeki göstericilere karşı rejimin uyguladığı şiddete gem vurmayacaktır. Alınan tedbirler Arap çölünde bir kum tanesi kadar etkisiz, çünkü her şeye rağmen ülkenin petrol sektörü Libya ya da Irak’ınki kadar öneme sahip değil.” Suriye’de petrol üretimi dursa dahi dünya çapındaki 90 milyon varillik günlük petrol üretiminin önemsenmeyecek kadar küçük bir bölümünü oluşturuyor.
Kanada’da yayımlanan Edmonton Journal gazetesi ise Suriye’nin yaptırım kararlarına daha fazla zulüm ve cinayetle karşılık verdiğine dikkat çekiyordu: “Maalesef biz Suriye’de yaşanan tüm zalimliği bilmemize rağmen bugüne kadar yapmamız gerekeni yapmadık. Onca cinayet ve aradan geçen bunca zamana karşın halâ Suriye aleyhine BM Güvenlik Konseyi’nden bir karar çıkarmayı başaramadık. Şu andan itibaren derhal harekete geçilmelidir.”
YENİ HAYAL: HAVEL’İN AVRUPASI
Aradan geçen uzun süre zarfında cılız yaptırım kararları işe yaramadığı gibi Esad’ın ölümcül vahşeti de iyiden iyiye arttı. ABD’nin etkili gazetesi Washington Times Daily, şubat ayında yayımladığı Kim R. Holmes’un makalesiyle “Suriye konusunda neden bu kadar az seçeneğimiz var?” sorusunu soruyordu: “Suriye kendine özgü bir vaka olduğu için çözüm yolları oldukça kısıtlı
görünüyor. Zira rejim büyük bir orduya ve bu ordudan aldığı gücü sivil halk üzerinde uygulamaya kararh bir lidere sahip. Üstüne üstlük bu ülkedeki isyancıların gerçekte kim olduklarıyla ilgili belirsizlik onlara yapılacak yardımı da sorunlu bir hale getiriyor. Bu da uluslararası kamuoyunda Esad’ın iktidardan uzaklaştinlması konusunda genel bir uzlaşı sağlanmasına karşın askeri müdahale seçeneğinin çok az taraftar bulmasına neden oluyor.”
Bati basınında üzerinde durulan önemli noktalardan biri de Suriye muhalefetinin bölünmüş yapısı. Almanya’dan 450 bin tirajlı sol eğilimli Süddeutsche Zeitung “Dünyanın geri kalanı tarafından terk edilmiş” başlığıyla yer verdiği haberinde, uluslararası camianın Suriye’deki şiddete kayıtsız kalmasının nedenlerine şöyle değiniyordu: “Suriye Ulusal Konseyi Tunus’da silahlandırılmayı talep etti ancak ‘Suriye Dostları’ bu konuda tereddüt ediyor. İnsani koridor, uçuşa yasak bölge, tampon bölge oluşturmak gibi tüm öneriler Batı’nın haklı olarak çekindiği şiddetin kontrolden çıkması ve tırmanması potansiyelini de içeriyor. İnsani koridoru kim koruyacak ve saldırıya uğradığında kim savunacak? Suriye hava kuvvetlerini etkisiz hale getirmek ne kadar çaba ve maliyet gerektiriyor?”
İtalya’dan Corriere Della Sera ise Suriye konusundaki çözümsüzlüğe Rusya ve Çin’e dönük eleştirilerle yaklaşıyordu. “Beşar Esad, iki büyük gücün oylarıyla Güvenlik Konseyi’ni engellemesi sayesinde son derece rahat. Şam ve civarında insanların öldürülmesine izin veren bu vetonun gizli sebepleri nedir? Esad Humus’a 230 ceset daha yığdığında Rusya’nın, verdiği veto oyundan dolayı içi rahat etti mi? Bu cinayeti halâ nasıl destekleyebildi? Yaşanan acılardan dolayı hiç mi içi sızlamadı?” diye soran gazete Avrupa'nın Suriye’deki insan haklarım savunmak için Havel ruhunu yeniden kazanması gerektiğini savunuyordu: “Avrupa Birliği, Berlin duvarı yıkıldığı zaman cennetin kapılarının açılacağım, savaşsız ve krizsiz yeni bir döneme girileceğini sandı. Oysa işte ellerinde Pekin ve Moskova oligarklarından aldıkları sadakayı koydukları kapla bekliyorlar. Artık kendi yöntemleriyle, savaşacak enerjiyi bulmak zorundalar. Bir başka Avrupa’yı, yarım yüzyıl içinde kendi küllerinden doğan Vaclav Havel’in Avrupası’nı hatırlamak zorundalar.”