Elektronik istihbarat: Radyo dalgaları ya da kablo yoluyla, elektronik cihazlar ve tüm haberleşme aygıtları üzerinde taşınan analog veya dijital sinyallerin yakalanıp, incelenmesi yöntemiyle yapılan istihbarattır. Siber istihbarat ile karıştırılmamalıdır; siber istihbarat elektronik istihbaratın altında yer alır.
Savaş ve düşman kavramı iç içe geçmiş iki kavramdır. Her savaşın bir düşmana ihtiyacı vardır. Peki düşmanı ayırt etmekte zorlandığınız bir savaşı nasıl yürütürsünüz? Size benziyor, sizin gibi yürüyor, sizin gibi konuşuyor, belki haftada bir evinde yemek yediğiniz komşunuz. Ya da belki de her akşam işten sonra buluştuğunuz, iş arkadaşınız.
İşte tam olarak Soğuk Savaş sırasında Amerika Birleşik Devletleri'nin karşılaştığı düşman türü buydu. Bir yaddan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği, bir yandan Amerika sınırları içine yerleştirilmiş Sovyet ajanları. Bm4işi tek başına, bir devlete ne kadar zarar verebilir ki? Aslında çok büyük zararlar verebilir. Tek yapması gereken, doğru yerde doğru zamanda olması. Olayı tersten inceleyelim. Amerika Birleşik Devletleri'nin tamamen hayal ürünü olan üstünlüğüne yetişmek üzere Sovyetler Birliği'nin halkının refahı pahasına harcama yaptığı, belki de çöküşünün ana sebeplerinden biri olan Reagan'ın "Yıldız Savaşları". Amerika'da yaşayan Rus ajanları tarafından ele geçirilen bir belge. Amerika'nın fersah fersah Sovyetler'den ilerde olduğunu gösteren bir belge.
Aslında Reagan hükümeti tarafından Sovyetleri kandırmak üzere üretilen bir belge. Bir kişi bir devlete ne kadar zarar verebilir?'
Bu stratejik aldatmacanın başarısı, Amerikan istihbarat birimlerinin, düşmanlarını başarıyla tespit etmesine bağlıydı. Bu, bize, "düşmanı" tespit edebilmenin önemini göstermektedir.
Peki, en yakınlarının bile tanımlayamadığı bir düşmanı nasıl tespit edersiniz? Hayatlarının her saniyesinin parçası olarak, bireysel gizlilik duvarının üzerinden bakarsanız kim olduklarını görürsünüz, amaç doğrultusunda FBI'ın kullandığı eli büyük silahlardan i de elektronik istihbarattı.
Böylece, elektronik istihbarat, orduların birbirlerinin mesajlarım dinlemek için kullandığı bir araçtan, sıradan insanların özel yaşamlarını takip eden bir araca dönüştü.
11 Eylül 2001 saldırılan ile Amerika bir kez daha "içerideki düşman" ile karşılaştı. Ancak bu sefer düşmanın belirli bir ülkesi yoktu ve dünyada hücre örgütlenmesi ile geniş bir coğrafyaya dağılmış idi. 0
Tespit edilmesi zor olan bu yeni "düşman", artık iyice tespit edilemez hale gelmişti. Her ne kadar durum böyle olsa da, 2000'lerde artık elektronik çağ, yerini dijital çağa bırakmaya başlamıştı. Bu çağ, çok daha entegre bir dünyayı beraberinde getirmişti. Artık bireylerarası bağlantıların yanı sıra, altyapı sistemlerinden, ekonomik sistemlere, askeri sistemlerden, uzay sistemlerine kadar her şey birbirine bağlanır hale gelmişti. Sonuç olarak, birbirine bağlanmış ağ merkezli (Network centric) bir dünya yaratılmıştı.
Düşmanı tespit etmekte zorlanan istihbarat birimleri, bu yeni durum karşısında, Soğuk Savaş defterlerini tekrar açtılar. Ancak bu kez, 80'lere göre ellerinde çok daha fazla sayıda olanak bulunmaktaydı. Dinledikçe, takip ettikçe, ellerindeki potansiyelin farkına varmaya başladılar. Eskiden ortam dinlemesi yapmak için böcek yerleştirmeleri gerekirken, artık karşı tarafın telefonlarını onlara karşı kullanabiliyorlardı.
Bugün, hayatımıza siber savaş diye bir kavram girdi. Yarım megabyte'lık (520,192 kb) Stuxnet isimli bir yazılım ile bir ülkenin tüm nükleer programı aylarca durdurulabildi.
Bir byte bir devlete ne kadar zarar verebilir ki?
Elektronik İstihbarat'ın kısa ve özet bir tarihçesini ve gücünü gördükten sonra, gelelim asıl sorumuza; peki, "devletler neden herkesi dinliyor?", kendileri dışında herkesi düşman olarak mı görüyorlar? Almanya Başbaşkanı Angela Merkel'i dinleyen Amerika, Almanları düşman olarak mı görüyor? Aslında cevabın "düşman"la hiç bir ilgisi yok, aslında cevap çok basit: çünkü dinleyebiliyorlar... Yani dinlemek için gerekli altyapıları, olanakları var.
Birini en güvende hissettiği anında dinlemek, hemen hemen düşüncelerini okumakla aynı anlama geliyor. Karşınızdaki insanların düşüncelerini okuyabildiğinizi bir düşünsenize, size nasıl bir üstünlük sağlardı. Olayın düşmanlık ya da savaşla bir ilgisi yok. Uluslararası alanda elde edilen üstünlükle ilgisi var. Devletlerin, dinleme olanağına sahip olduğu sürece gerekli gördüklerini dinlemeye devam edeceklerini varsaymak yanlış olmaz.
Wikileaks ve Edward Snowden, Amerikan elektronik istihbaratının, hem ülke içi, hem de ülke dışındaki derinliğini ve kapsamını gösteren belgeleri sızdırdığında; devletin kendi vatandaşlarının özel yaşamlarım ihlal ederek, onların her bir dijital ve elektronik adımım takip ettiği ortaya çıktığında, beklenen, bu konunun tıpkı Amerikan Başkam Nixon'in siyasi kariyerine bedel olan Watergate gibi bir skandal yaratmasıydı.
Ancak beklenen skandal gerçekleşmedi. Toplum, tepkilerini, siyasilere vermek yerine belgeleri sızdıranlara yöneltti. Onları, devletin zayıflıklarım teröristlere göstermekle suçladılar. Ulusal ve yabancı siyasi liderleri de kapsayan büyük çapta dinlemeleri ise, ulusal güvenliği sağlamanın kabul edilebilir bir bedeli olarak nitelendirdiler.
Karanlıktan korkmak gibi...
Aslında karanlık değildir korkutucu olan. Karanlıkta neyle karşılaşacağımızı bilememenin, başımıza gelebileceklerin oluşturduğu tehdittir asıl korkutucu olan. "Düşmanı" net olarak
tanımlayamayınca, her karanlıkta "düşman" olduğunu varsaymaya başlarız. Böylesi bir durumda, karanlıkta, bizim için "düşmanları" arayanlar bize güven vermeye başlar.
Devletler artık hem her türlü olanağa hem de bu olanakları her türlü koşullarda kullanmak için gerekli meşruiyete sahipler. Bu, ürkütücü bir senaryoyu beraberinde getirmekte: Gölgelerde çalışan ve sınırsız bilgiye sahip olan bir devlet ve özel yaşam hakkını ve mahremiyetini kaybetmiş bir toplum.
Snowden'in açığa çıkardığı belgelerde, Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) MYSTIC adlı bir programı kullanarak, dünyada herhangi bir ülkenin tüm telefon konuşmalarım kayıt edebildiği ve bir ay boyunca saklayabildiği ortaya çıkarmıştır. Mahremiyetini kaybetmiş bir dünya.
Ne zaman ki internette tüm arama geçmişimiz özel şirketler tarafından kayıt edilmeye başladı (bizim onayımızla); ne zaman ki, sosyal paylaşım siteleri bize "Ne düşünüyorsun?" diye sormaya başladı, işte o zaman bireysel özel yaşam ve mahremiyetimiz çoktan bitmişti.
Ne zaman ki, kişisel soruların cevapları internette yayınlanabilecek bir malzeme oldu, fotoğraflarımız, nerede ve kimlerle beraber vakit geçirdiğimiz, gönüllü olarak dünyaya duyurduğumuz bilgiler haline geldi; ne zaman ki, akıllı telefonlarımız 7/24 ağlara bağlı kaldı; işte o zaman özel yaşam hakkımızı değil, ama bu hakkımızı sürdürebilme olanağımızı yitirdik.
Artık, geri dönüşü olmayan ağ merkezli bir dünyaya doğru gidiyoruz. Her ne kadar Avrupa Birliği'nin, "Unutulma Hakkı" kavramı üzerine kurmaya çalıştığı düzenlemeler var olsa ve gelişmiş şifreleme yöntemleri üretilse de, devletler, dinleme olanaklarına, meşruiyet zeminine ve bu toplumsal desteğe sahip olduğu sürece elektronik istihbarat devri sürecek gibi gözüküyor.
Amerika'nın kurucularından Benjamin Franklin'in çok önemli bir uyarısını hatırlamamız lazım; güvenliğimiz için özgürlüğümüzden vazgeçmeye hazırız. Gizlilik olanağımızı kaybetmiş olabiliriz, güvenliğimiz için elektronik istihbarata da sıcak bakabiliriz. Birçok batılı ülkede, istihbarat örgütleri kuruluş amaçlan gereği "karanlık" bölgelerde çalışmalarına karşın, net bir şekilde çizilmiş, yasalarla düzenlenmiş, yaptırımları ve kontrol mekanizmaları olan sistemler içerisinde faaliyet gösteriyor.
Regüle edilmemiş, belli kurallara bağlı olmayan hiçbir teşkilat doğru çalışamaz. Doğru çalışmayan bir sistem ise güvenliği tam anlamıyla sağlayamaz. Hem gerçek anlamda güvenlik için hem de kişisel hak ve özgürlüklerin korunması için, "ağ"dan kopmak yerine, istihbarat sisteminin sorumlu, hesap veren, regüle edilmiş bir hale gelmesi gerekiyor.