Eski Düzen, Yeni Medyaya Ayak Uyduramıyor

Eski Düzen, Yeni Medyaya Ayak Uyduramıyor

Bir tarafta şirketlerin ticari hakları ancak diğer tarafta da milyonlarca internet kullanıcısının bilgiye erişim hakkı! Sonuç: Medyadan takip ettiğimiz mahkeme kararları. Bu kararlar, Türkiye’de sosyal medya, hatta internet diye bir şey bırakmayabilir ve bu durum, internet kullanıcıları ile hak sahipleri arasında ciddi çatışmalara neden olabilir.

Geçtiğimiz ay sosyal medyada en çok tartışılan olaylardan biri de, Spor Toto Süper Lig maçlarının izinsiz yayınlandığı gerekçesiyle, dünyanın en büyük blog platformlarından Blogspot.com’a erişimin engellenmesiydi.

Yayıncı kuruluş Digitürk’ün mahkemeye başvurarak aldırttığı engelleme kararının, hukuksal açıdan tartışılacak bir yanı yok. Mevcut internet ve telif yasasının uygulamacısı durumunda olan bir yargı mensubunun da tereddütsüz vereceği bir karar bu, erişim engellemesi. Ancak konunun ayrıntılarına inildiğinde mevcut düzende ciddi sıkıntılar olduğu görülüyor.

Öncelikle bu ve benzeri kararların işleyişini özedeydim: İnternet üzerinde hak sahiplerinin telifli içerikleri iki şekilde paylaşılıyor, ilki kullanıcıların kendi aralarında yaptıkları ve herhangi bir ticari alışverişe dayanmayan paylaşımlar. İkincisi ise kimi ‘uyanık girişimcilerin’ hak sahibinden izinsiz olarak alıp kendi işlettikleri web sayfalarından yaptıkları (ve çoğu zaman ticari bir kazanımı olan) paylaşımlar.

Mevcut hukuk işleyişine göre, her iki paylaşım da yasal değil. Şimdilik ilk durumdaki paylaşımlara pek dokunulmuyor, ama İkincisindeki gibi bir paylaşım tespit edildiğinde, hak sahibi soluğu mahkemede alıyor ve çıkan mahkeme kararının ardından siteye erişime engelleniyor.

İşte bu işleyişte sıkıntılı bir kaç nokta var: Bunların ilki; erişime engellenen, 156 milyon blog sayfaya sahip ve bu sayfalan 1 milyar kişinin takip ettiği blogspot.com gibi devasa bir sosyal medya platformu olduğunda, bir anda internetin en önemli uğrak noktalarından biriyle ülkenin iletişimi kesiliyor.

Örneğin bu erişim engellemesinde, sitede sayfa açan onbinlerce Türk kullanıcısı ile bu blogları izleyen geçen ocak ayı itibariyla 4,5 milyon Türk ziyaretçinin mağduriyeti söz konusu. Kuşkusuz Digitürk de kendi ticari mağduriyetini öne sürecektir ancak kendi blog sayfalarına bile erişemeyen onbinlerce bloggerin, konuyu sosyal medyada öfkeyle tartışmaya açmasının sonuçlarının da dikkatli biçimde değerlendirilmesi lazım.

Digitürk ile Blogspot sitesinin sahibi Google arasındaki iletişimin de konuya köklü çözüm getirebileceği kanaatinde değilim. Kaldı ki Digitürk’ün, Blogspot’tan talep ettiği Youtube benzeri bir telifli içerik silme hakkının bu olayda pratik bir geçerliliği olmadığı ve bunun onbinlerce bloggerin bireysel mahremiyet hakkını ihlal etmek anlamına geldiği de unutulmasın. Konuyla ilgili zengin bir tartışma için tıklayınız: http://ff.im/zcIBG

Sonuçta bir yasal işleyiş, olayın içindeki birkaç tarafı birden mağdur ediyorsa, burada hakem olması gereken yasa koyucunun mevcut yasayı ciddi bir biçimde ele alması ve değiştirmesi gerekli. Nitekim, konuyu Twitter’daki mesajlarında değerlendiren Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de bu duruma dikkat çekmiş.

Bu bağlamda, 5651 sayılı internet yasasında sosyal medya döneminin ruhuna uygun değişiklikler yapılması artık bir zorunluluk. Ayrıca mevcut yasada suçu işleyen sayfaya değil suçun işlendiği platforma ceza veriliyor. Ancak suçlu olan o milyonlarca kişinin yazıp çizdiği platform değil, o platformdaki birkaç sayfa ve onu işleten kişiler). Dolayısıyla yasanın çiğnendiği sayfalara odaklanmak ve yasayı o sayfalar vasıtasıyla çiğneyenlerin peşine düşmek daha anlamlı.

Yasada yapılması gerekli önemli değişikliklerden biri de, kullanıcılar arasındaki herhangi bir ticari çıkara dayanmayan paylaşımların artık suç olmaktan çıkartılması. Özellikle eğlence endüstrisi şirketleri, bunu internet kullanıcılarının başında ‘Demokles’in kılıcı’ gibi bir tehdit olarak kullanmaktan artık vazgeçip aksine bunu bir tanıtım ve yayılım fırsatı olarak konumlamalılar.

Bunun da ötesinde, bu yeni medyada çok da geçerli olmayan klasik ‘al-sat’ yönteminden ziyade ‘freemium’ gibi belli bir aşamaya kadar ücretsiz ve reklamlı ancak sonrası için ücretli gelir modelleri devreye sokulmalı.

Hatta daha da yaratıcı modeller üzerine kafa yorulmak. Aksi takdirde, bu tip birkaç mahkeme karan, Türkiye’de sosyal medya, hatta internet diye bir şey bırakmayabilir ve bu durum, internet kullanıcılan ile hak sahipleri arasında ciddi çatışmalara neden olabilir.

Hiç kimse unutmasın; içerik dediğimiz şey artık ‘sanal bir meta’ya dönüşüyor. Ve çok yakın bir gelecekte bu metanın üretim-dağıtım- tüketim süreci, eski düzenin kaset, CD, DVD ve geleneksel medya organlarında değil tamamıyla bu yeni medyanın üzerinde gerçekleşecek.

FriendFeed İLE UZAKTAN EĞİTİM                                                                                                        

Klasik sınıf ortamında ders yapmak yerine bir gün sosyal medyayı kullanarak ders yaptım. Ancak internet bağlantıları kopabildiği için öğrenciler zaman zaman derse katılamadı, ses-görüntü olmadığından kimi öğrenci de derste olduğunu hissedemediğini söyledi. Uzaktan e-eğitimin temel taşı olan internet altyapısı Türkiye’de kurulursa, bu sorunlara çözüm bulunabilir.

Olumsuz hava koşullarını görünce, aklımdan üniversitenin Yeni Medya Bölümü öğrencilerinin aldığı ‘Yeni Medya’ya Giriş’ dersini iptal etmek geçti. Durumu öğrencilere açıklayan bir kısa mesaj hazırladım. Sms’i tam toplu mesaj servisi üzerinden gönderiyordum ki, aklıma ilginç bir fikir geldi.

Hemen mesaj metnini değiştirdim ve öğrencilere ertesi günkü dersin okuldan değil, evden verileceğini ve herkesin sabah 10:00’da bilgisayarının başında olması gerektiğini bildirdim. O gecenin neredeyse tamamım da, verilecek dersin içeriği ve altyapısını kurmakla geçirdim.

Zamanın kısıdı olması nedeniyle ileri teknolojilere sahip bir eğitim platformu bulmak zordu. Çünkü bunların çoğunda bilgisayarınıza program indirmeniz gerekiyordu. Zaten planladığım şey de, sınırlan zorlayan böyle teknolojik bir sanal sınıftan ziyade öğrencilerin Yeni Medya’nın temel unsurları olan ‘etkileşim, sanallık ve mobilite’yi bizzat deneyimleyebilecekleri ve bilgisayar ya da cep telefonlarından erişebilen bir iletişim ortamıydı. Aslında hedef böyle konulunca, çözüm platformu da kendiliğinden belirdi; Sosyal Medya!

Ders için araştırdığım sosyal medya platformları içinden, bir grubu tek bir başlık altında toplayabilme, aynı başlık altında dosya paylaşabilme ve tartıştırabilme özellikleri nedeniyle FriendFeed’i seçtim. Sabah, öğrencileri ders için FriendFeed.com platformunda kurduğumuz grupta topladım.

Dersi FriendFeed ile yapmam, derste ama aklı dışarıda öğrenciler için, dışarıda ama aklı derste bir eğitim deneyimi haline dönüştü.

ilk olarak yoklama yaptım, daha sonra öğrencilere derse nereden katıldıklarım sordum. Çoğu evden, birkaçı internet kafelerden ve birisi de dışarıda cep telefonundan bağlanmıştı. Onlardan, paylaştığım dokümanı incelemelerini istedim. O dokümanın içeriğini birkaç cümleden oluşan yazılı bloklar halinde anlattıktan sonra, anlamadıkları yerler varsa sormalarım talep ettim. Dokümana ilişkin soru sordum ve onların da sorularım yanıtladım.

Ders sonrası öğrencilerden aldığım izlenimlere göre, en çok hoşlarına giden şeyler, evden dışarı çıkmamaları, yollarda vakit kaybetmemeleri ve klasik sınıf ortamına girmemeleri.

En çok şikayet ettikleri ise, bazı öğrencilerin internet bağlarının kopması nedeniyle derse katılamamaları ile canlı ses ve görüntü olmadığı için ders olduğunu tam hissedememeleri. Tabii bu durumun aslında kendileri için olumlu olduğunu söyleyenler de var(!)

FriendFeed ile öğrenci dersi bu kez klasik sınıf ortamında değil her nerede iseler orada takip ettiler.

Kuşkusuz ders, sınıftaki gibi, belli bir sıkışta gitmedi ve anlatım tüm duyulara hitap etmedi. Ancak ‘derste ama aklı dışarıda’ değil ‘dışarıda ama aklı derste’ öğrencilerin olduğu farklı bir eğitim deneyimi yaşadık.

Bu deneyimin ışığında üzerinde durulması gereken birkaç husus ise şöyle: Öncelikle uzaktan eğitimin temel taşı, ülkenin internet altyapısı. Bu altyapının gerçeğe ysıkın bir eğitim deneyimini taşıyabilecek kapasitede ve kalitede olması lazım.

Hazırlanacak e-eğitim hizmetlerinin ise her türlü cihazdan kolaylıkla bağlanılabilir şekilde standardize edilmesi ve sosyal medya platformlarına entegre edilmesi gerekli. Özellikle sosyal medya entegrasyonu, öğrencilerin eğitim sürecini farklı şekillerde etkileyecektir. Sonuçta, öğretmenlerin domine etmeyip moderatör olduğu daha eğlenceli ve araştırmacı bir sanal eğitim sürecinin ilk ipuçları yavaş yavaş ortaya çıkmaya başladı.