İstanbul’dan Paris aktarmalı Kazablanka uçuşum sırasında aklımda olan tek şey bir bilinmeze yolculuktu... Tek başına seyahat eden bir kadın olarak nasıl bir ülke ile karşılaşacağımı bilmeden biraz korku, biraz heyecan içeren duygularla kendimi Kazablanka’daki Mohammed V Havalimanı’na inmiş buldum.
Ülkeye giriş yapmak bir Türk vatandaşı olarak oldukça kolay. Vize uygulaması olmadığından sadece uçakta doldurduğunuz beyana göre gümrükten geçiyor ve kapıdan çıktığınız an Mart ayının Kuzey Afrika’daki sıcak rüzgarını suratınızda hissediyorsunuz. Yeri gelmişken Fas’ı ziyaret için en güzel aylar Ekim-Nisan. Daha sonraki aylarda ülkede kavurucu çöl sıcakları hâkim.
Havaalanından Kazablanka şehir merkezine giderken otobanların düzgünlüğü gözden kaçmıyor. Fas’ın resmî dili Arapça ve Fransızca olduğundan tabelalar hem Fransızca hem de Arapça. Fas; Fransa, İspanya, Portekiz gibi birçok ülkenin belli dönemlerde sömürgesi olmuş olsa da ülkede en çok Fransız etkisinin hâkim olduğunu öncelikli olarak sokakta konuşulan dilden anlayabiliyorsunuz. Bu yüzdendir ki Fas’ta turistseniz “hello” yok, “es selamu aleyküm” yok, sadece “bonjour” var. Fas krallıkla yönetilen bir ülke olmasına rağmen, beklentilerinizin çok ötesinde oldukça modern bir ülke de aynı zamanda. Bunu sokaktaki insanlardan özellikle kadınların giyim konusundaki rahatlıklarından farkedebiliyorsunuz - ki bu yüzden ben de rahatlıkla sokaklarda tek başıma dolaşmıştım (ama gerçekçi olmak gerekirse gece hariç!).
Fas tam anlamıyla bilinmeyen bir dünya. Her bölgesi o kadar farklı ve görülmeye değer ki! Her kesime ve her tarza uygun aktiviteleri bulabileceğiniz bir ülke. Bir yandan Kuzey’inde Akdeniz ve Atlas Okyanusu’nun tadı sıcaklığı; diğer yandan Güney’indeki Atlas Dağları’nın serinliği ve tabii ki Sahra Çölü’nün gün ortasındaki o kavurucu sıcaklığı... 4 mevsimi sonuna kadar yaşayabileceğiniz bir ülke...
Kazablanka: Fas’ın Modern Yüzü
Burada görebileceğiniz iki yer mevcut. Birincisi tabii ki Kuzey Afrika’nın en büyük camii olma özelliğini taşıyan Atlas Okyanusu’nun hırçın suları üzerine kurulmuş Mohammed II Camii. Kral Mohammed II adına yaptırılmış caminin mimarisi etkileyici ama gün batımında bir başka güzel. Güneşin okyanusla kavuşurkenki renklerinin caminin işlemelerine, duvarlarına yansımasıyla oluşan renk geçişleri görülmeye değer - bir yanda bu güzel ışığı görürken bir yanda okyanusun sesini dinlediğinizde huzura ermeniz garanti... Diğeri ise 1942 yapımı Casablanca filmi, işin enteresan yanı filmin hiçbir sahnesinin Casablanca’da çekilmemiş olmasına rağmen Rick’s Cafe bu şehrin olmazsa olması. Bir akşam yemeği ile günü sonlandırırken bir yandan da Casablanca filminin sahnelerini ekranlardan izleyebilirsiniz.
Marakeş: Tüm Algılarınızı Açın!
Bu şehrin görkemli manzaraları ve sesleri göz kamaştırır, parçalar ve büyüler. Babuşlarınızı giyin ve içeri doğru yol alın... Seyahatlerimde genellikle sabit bir yerde kalmaktan hoşlanmayanlardanım. Sıkılmaya başladığım an o şehirden gitmek istiyorum. Ama Marakeş buna bir an bile izin vermiyor. Kuzey Afrika güneşinin altında parlayan bu şehir sizi ilk andan itibaren enerjisiyle büyüleyerek adımlarınızı adeta bir Orta Çağ labirentlerini andıran toz pembe surlarla çevrili 19 km’lik mesafedeki Medina (Eski Şehir)’daki Souk’a yönlendiriyor. Geceleri adeta bir karnaval havasında olan Djemaa el-Fna”nın geniş meydanında eski şehrin ateşli nabzım keşfetmek için salyangoz satıcıları, sofistler, akrobatlar ve yaratıcılar, müzisyenler ve tokat oynamayan gruplar arasında dolaşın. Işıklar sönene kadar sesler size eşlik edecektir.
Eski bir imparatorluk başkenti olan Marakeş, Ali ben Youssef Medresesi ve Koutoubia Camii minaresi gibi bazı etkileyici İslam mimarisi örneklerine ev sahipliği yapmakta. Fas’taki camiler sadece ibadet saatlerinde açık olduğundan eğer müslüman değilseniz camilere turistik amaçlı girmeniz pek de mümkün değil.
Diğer taraftan, Bahia Sarayı Marakeş’te 19. yüzyılda inşa edilmiş çeşitli çiçeklerle kaplı ahşap oyma tavanların bir isyanı gibi çıkıyor adeta karşınıza. Harem olarak kullanılan bu saray zamanın en gösterişli yapılarından olduğundan kelime anlamı olarak “ihtişamlı, görkemli” olan Bahia ismi verilmiş. Harem olarak kullanıldığı için çok büyük bir avlu etrafında yapılandırılmış binalar ve birbiri ile bağlantılı cariye odaları yer alıyor. Tabandan tavana kadar inanılmaz bir görsel şölenin sergilendiği bu saray Marakeş’te görebileceğiniz en iyi korunmuş Fas ve İslam kültürünü yansıtan eser. Bu tarz bir ambiyansı biraz da olsa hissedebilmek adına modern oteller yerine bir riad'da konaklamayı seçerseniz, bu ihtişamın bir kısmında uyuyabilmeniz de mümkün...
Marakeş’in Medina içinde kalan yüksek duvarların ardındaki her bölgesi keşfedilmeyi bekleyen saklı bir cennet adeta. Bu göz önünde olmayan ama içeri girdiğiniz anda sizi başka bir dünyaya götüren yerlerden biri de Saaddien Mezarları. Evet, belki anlatımımla burayı biraz tezat bulabilirsiniz fakat mimari tutkunları ne demek istediğimi daha iyi anlayacaklardır. Saaddien Mezarlan, Marakeş’in altın çağında hüküm süren Saad hanedanının tek kalıntısı. 18. yüzyılın başlarında, Sultan Moulay İsmail ihtişamlı Saadi hanedanlığının tüm kalıntılarının yok edilmesine ve kalanların tahrip edilmesine karar verse de İtalyan Carrara mermer işçiliğinin saf altın ile zenginleştirilerek yapılmış bir görsel şölen sunan bu mezarlara dokunmamış, onun yerine kafin cami duvarları arkasında saklamış. Bu yüzdendir ki burayı ziyaret ederken dar ve sonunda ışığın görünmediği labirent gibi tünellerden geçmek zorundasınız. Marakeş’in kavurucu sıcağında tünelden geçip portakal ağaçları ile süslü ve mis kokulu bahçesine ulaştığınızda, sessizlik ve siz başbaşasınız - tadını çıkarmak size kalmış.
Herkesin sevdiği ya da görünce kendini huzurlu hissettiği renkler vardır. “Elektrik mavisi” - hatta her tonu bile diyebiliriz - benim için bunlardan biri... Marakeş’te kendimi en mutlu hissettiğim yerlerden biriydi Yves Saint Laurent Majorelle Bahçeleri. 5 kıtadan özel olarak getirilmiş 300’ün üzerinde bitki çeşidini barındıran ve elektrik mavisinin her köşesinde etkin olduğu Majorelle Bahçeleri 1963 yılında ünlü Fransız modacı Yves Saint Laurent tarafından Marakeş’e armağan edilmiş. Öyle ki öldüğü zaman külleri bu bahçeye serpilmiş. Bahçenin bir müzesi, butiği ve etraftaki renk cümbüşünü izleyebileceğiniz çok da güzel bir kafesi var. O güzel enerjiyi hissedebilmek adına kahvenizi yudumlayarak vaktinizi geçirebilirsiniz.
Fas’tan Tunus’a Kuzey Afrika coğrafyasının en ünlü lezzetlerinin sunulduğu Tajin, Türk Mutfağı’ndaki sahanı andıran, ancak ondan çok daha büyük ölçülerde olan bir çeşit seramikten yapılmış renkli bir tencere çeşidi. Sulu ya da kuru her tür yemek “Tagine” (tajin) adı verilen bu kapaklı tencerelerde hazırlanıyor ve kuskus da dahil olmak üzere tüm sıcak yemeklerin servisinde de yine bu kap kullanılıyor - bir renk cümbüşü ile sunuluyor adeta. Fas’ı ziyaret eden herkes bilir ki dumanı tüten, tatlı ya da çok tatlı olarak cam bardakta servis edilen nane çayı olmadan misafir ağırlanmaz. Fas’ta çayı geleneksel olarak evin en yaşlı erkeğinin demlediği söylenmekte ve burada çay, taze ya da kuru bol nane ile yapılır ve şekerle tatlandırılır. Ama benim en hoşuma giden kısmı ise servis şekli: Ayakta durarak yüksekten cam bardağa dökülür. Bu son derece güzel ve özenli bir harekettir. Böylece içeceğin havalanması sağlanırken odaya çayın mis gibi kokusu yayılır.
Siz hiç ağaç meyvesi olarak “keçi” gördünüz mü? Evet, ben gördüm! Ve ilk bakışta Salvador Dali’nin eserlerinden birinin Marakeş - Essouria yoluna konuşlanmış olabileceğini bile düşündüm. Ah benim heyecanlı hayal gücüm! Argan ağacı gereksinimleri gereği dünyada sadece Fas’ta ve hatta sadece Essouria bölgesinde yetiştirilmektedir ki bu yüzden UNESCO koruması altındadır. Bu yüzden saf argan yağlarının fiyatları dudak uçuklatan cinsten. Argan yağının faydalarından detaylı olarak bahsetmeyeceğim ama yiyecek sektörünün yanı sıra tıp ve kozmetik alanında da ağırlıklı olarak arganın kullanılmakta olduğunu söyleyebilirim. Ve bu gördüğünüz sevimli keçiler argan ağaçlarının dallarına tırmanarak zeytine benzeyen argan meyvesini yedikten sonra çekirdek kısmını dışkı yoluyla atarlar ve Berberiler hâlâ geleneksel yöntemleriyle bu çekirdeklerin içindeki argan meyvesini ezerek argan yağını üretirler.
Essaouira: Sahra Çölü’nün Atlantik ile Kucaklaştığı Nokta!
Roma imparatorluğu döneminde bir liman kenti olarak kullanılırken şu an şirin bir balıkçı kasabası. Ayrıca, bol rüzgarlı kumsalı ile de sörfçüler için bir çekim merkezi. Eski şehri çevreleyen surlar Portekizliler tarafından yapılmış ve o surlardan güneşin okyanusla kavuşmasını izlemek paha biçilemez. Aman rüzgara dikkat, uçmamak için biraz çaba sarfetmek gerek! Kasabanın kendine has bir estetiği var - sadece bu bölgeye özgü balıkçı teknelerini ve onların etrafında dönüp duran martıları biraz geçince tipik bir Akdeniz kentine geçiş yapıyorsunuz adeta. Dar ve labirent gibi sokaklardan biraz kaybolarak biraz da bazen cellabeli (yaz-kış yerel halkın giydikleri uzun ve kapşonlu tek parça giysi) birinin ya da elinde sörf tahtası ile dolanan bir sörfçünün peşine takılarak o anda başka bir dünyaya çıkabiliyorsunuz. Anlatması güç bir yer Essaouira, eski ile yeninin sentezi ve öyle bir sentez ki birbirlerine dokunmadan yaşıyorlar. Limandaki açık balık pazarı ile modern resim satan bir dükkan arasında sadece 200 metre var... Surlar içinde kalan eski şehir aynı zamanda UNESCO Dünya Mirası listesinde ve bu listede olmayı sonuna kadar hakediyor. Ayrıca Game of Thrones, tutkunlarına da güzel bir haberim var, Essaouira dizinin belli başlı bölümlerine ev sahipliği yapmış!
Fas ile ilgili anlatacaklar, gösterilecekler sadece bu kadar ile sınırlı değil. Öyle ki daha görülmesi gereken, birbirinden farklı ve güzel şehirleri var. Benim aklım Fas’ta kaldı. Tekrardan bu büyülü topraklara giderek Sahra Çölü’nde develerle seyahat edip, çölde konaklayarak güneşin o altın rengi kumlar üzerine eşsiz doğuşunu ve batışını sükunet içinde izlemektir dileğim...