Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Tasarımı Bölümü mezunu Doruk Can Yemenici, 2011’den bu yana profesyonel fotoğraf sanatçısı olarak çalışıyor. Geçtiğimiz mayıs ayında Yeni Zelanda’ya içerik yaratıcısı ve görüntü yönetmeni olarak çalıştığı CookLife Dergisi için giden Yemenici ile öğrencilik ve fotoğraf üzerine bir söyleşi gerçekleştirdik:
Bize kısaca kendinden bahseder misin?
1983 yılında İstanbul’da dünyaya geldim. Çok muhteşem ve CV’lere dökecek bir eğitim hayatı geçirmedim açıkçası. 2002 yılında Bilgi Üniversitesi’ne başladım. Medya ve İletişim Sistemleri Bölümü okumaya başladım, ama bölüme ilgim olmadığımı fark edince okulu bıraktım. 2007 yılında Kadir Has Üniversitesi İletişim Fakültesi İletişim Tasarım Bölümü’ne başladım. Okulun yanısıra sürekli çalıştığım için derslere çok vakit ayıramadım. Ve 2015 yılında kendimin de inanamadığı bir şekilde okuldan “3 not ortalaması ile” mezun oldum. “13 sene sen ne yaptın?” diye sorarsanız, ben de bilmiyorum açıkçası; fakat çok güzel anılarım ile muhteşem şeyler öğrendiğim, karşılıklı birçok şey paylaştığım hocalarım oldu. “Eğitimi bırakın” diye söylemiyorum, genel olarak dönüp baktığımda mezun olana kadar üniversite benim için hep taşımak istemediğim bir yük gibiydi. Şu sıralar tamamen işime odaklanmış durumdayım, Cooklife adlı üç ayda bir çıkan yeme- içme dergisinde içerik yaratıcılığı ve görüntü yönetmenliği yapıyorum ve bugüne dek hiç olmadığım kadar mutluyum.
Fotoğrafla ilişkiniz nasıl başladı?
Fotoğraf ile ilişkim aslında ortaokul zamanlarımda başlamıştı, tabii aileden gelen spor fotoğrafçılığının bunda payı çok büyük. O zamanlarda bile bir şeyleri belgeleme fikri çok hoşuma gidiyordu. Şanslıydım da, elimin altında hep profesyonel analog makineler vardı. Lise sona doğru fotoğraftan bir süre ayrı kalmış olsam da, üniversite yıllarında bir şekilde dijital kameralarla buluştum. 2011 yılından beri de profesyonel fotoğrafçılık yapıyorum.
Hem gezip hem fotoğraf çekmek nasıl bir duygu?
Hem gezip hem fotoğraf çekmek aslında hepimizin yaptığı bir aktivite. Sıklıkla yurtdışına gidip geldiğim için kendimi çok şanslı hissediyorum. Tabii ki benim gibi birçok insan var; fakat çoğu zaman bu insanlar fotoğraf çekme eylemini düşünmeden, refleks olarak yapıyorlar. Aslında benim yaptığım tek farklı şey; bu aksiyonu gerçekleştirmeden önce o anı kafamda yaşamak. Kafamı dolduran veya yoran geçmiş ve gelecekteki şeyleri kafamda bırakıp, “anda kaldığımda” hissettiklerime eş bir kare çıkartıyorum ortaya. Çok fazla plan yapmak hiç bana göre değil, karakterime uymuyor. Çok daha kısa vadeli düşünerek yaşıyorum, çok hesap yapmıyorum. O yüzden düşünmeden, ani kararlar alabiliyorum. İzlanda’ya gitmem de böyle oldu, “acaba mı?” dedim ve aynı gün uçak bileti aldım.
İzlanda’da yaşadığın deneyimler nasıldı?
İzlanda’da hissettiklerimi kağıda dökmeye kalksam muhtemelen küçük bir kitap yaratabilirim. Bu yolculuğa çıkmadan önce hayatımın büyük ölçüde değişebileceğini az çok hayal edebiliyordum. Yolculuğun ikinci günü arabaya binip yola çıktığımda, nasıl bir yere geldiğimi o an idrak etmiştim. Hava öyle kötü, rüzgar öyle korkunç esiyordu ki, ilerledikçe arabayı kontrol etmek inanılmaz zorlaşıyordu. Aktif yanardağların yanından geçmek, 60 metre uzunluğu ve 25 metre genişliği olan bir şelalenin iki metre kadar yanına yaklaşmak; bana kendimi o kadar zavallı, o kadar küçük, o kadar işe yaramaz hissettirdi ki, şelalenin altındayken kafamı kaldırıp yukarı bakmakta güçlük çekiyordum. Sanki benimle konuşacakmış gibiydi. Bunları kağıda dökmek ve karşımdaki insana aynı duyguları geçirebilmek gerçekten çok zormuş gibi geliyor. Herkesin kesinlikle hayatının bir döneminde yaşaması gereken bir tecrübe bu.
“Aktif yanardağların yanından geçmek, 60 metre uzunluğu ve 25 metre genişliği olan bir şelalenin iki metre
kadar yanına yaklaşmak; bana kendimi o kadar zavallı, o kadar küçük, o kadar işe yaramaz hissettirdi ki,
şelalenin altındayken kafamı kaldırıp yukarı bakmakta güçlük çekiyordum. Sanki benimle konuşacakmış gibiydi."