Gözleri Gerçeklere Açan Kamera

Gözleri Gerçeklere Açan Kamera

İstanbul'da 2008 yılından beri düzenlenen İstanbul Belgesel Günleri, bu yıl da belgeselseverleri sinema sanatının olanaklarının toplumsal duyarlılıkla birleştiği o uçsuz bucaksız deryaya taşıdı.

7-12 Haziran 2014 tarihleri arasında gerçekleştirilen bu yılki Documentarist'te ilk kez FIPRESGI (Uluslararası Film Eleştirmenleri Federasyonu) ödülü verildi. Almanya, İsviçre, Hindistan, Şili, Suriye, Uruguay, İspanya, Romanya ve Türkiye'den filmlerin yer aldığı FIPRESGI seçkisinde ödül, Güliz Sağlam'ın yönettiği ve sinemacı Ahmet Uluçay'ın hikayesini anlatan Tepecik Hayal Okulu'na verildi. Jürinin "filmin yaratıcı yapısı ve zekice kotarılmış vizyonu sayesinde, ana karakteri olan Ahmet Uluçay ile ilgili önceden bilgi sahibi olmasak bile merak uyandırma ve büyüleme yetisine veriyoruz. Bu inanılmaz derecede ilgi çekici karaktere hayat verenin, film yapma yeteneği olduğunu düşünüyoruz" sözleriyle açıkladığı ödül kararı filmi henüz izlemeyenlerde merak, görüp beğenmiş olanlarda ise memnuniyet uyandırdı. Festival'de Hollanda Konsolosluğu'nun desteğiyle, çığır açıcı belgesel film yönetmeni Johan van der Keuken adına verilen Yeni Yetenek Ödülü'nü ise, Reyan Tuvi'nin yönettiği Yeryüzü Aşkın Yüzü Oluncaya Dek... filmi kazandı. Jüri, ödülü bu filme verme gerekçesini "ilk kıvılcımından başlayarak anlattığı bu ayaklanmayla Türkiye'nin kapsamlı bir portresini sunarken tüm dünyada süregiden meselelere temas etmesi ve böylece uluslararası seyirciye de hitap etmeyi başarması" olarak açıkladı. Nisan ayında gerçekleştirilen 33. İstanbul Film Festivali'nde gösterildiğinde de büyük ilgi ve beğeni görmüş olan filmin yönetmeni, ödüle ilişkin olarak, "direnmek için gittiğim parkta, şahit olduğum bu zulüm ve haksızlığa karşı mücadelenin bir yolunun da bu ruhu ve direnenleri unutturmamak olduğuna karar verdim. Gezi benim gözümde Türkiye'nin vicdanıdır" dedi. Yönetmen, "ödülü bu mücadelenin sürdüğüne inananlar, yeryüzünü aşkın yüzü oluncaya dek hayal ettikleri gibi bir yere dönüştürmek için tüm yürekleriyle direnenler ve yitirdiğimiz canlar için alıyorum" diye ekledi.

Johan van der Keuken Yeni Yetenek Ödülü jürisi, Almanya'da yaşayan Tuna Kaptan ve Felicitas Sonvilla'nın yönettiği Two at the Border (Sınırdakiler) adlı kısa belgeseli de "günümüz dünyasının en yakıcı sorunlardan birini, karakterlerinin dokunaklı hayadan üzerinden çarpıcı ve sinematografik bir dille ortaya koyan belgesel, mahrem hayatlarının sınırından içeri sızdığı iki ana karakteri aracılığıyla, ülkeler arasındaki sınırların yol açtığı yıkımı gözler önüne seriyor" diye açıklayarak Jüri Özel Ödülü'ne değer buldu.

Yokluklar içinde bir festival yaratmak

İstanbul Belgesel Günleri komünal bir ruhla kotarılan bir festival; dolayısıyla onu yaratanların listesi oldukça uzun. Ama yedi yıldır festivalin en ağır yükünü sırtlanan iki kişi var, birbirinden iyi belgesel filmleriyle tanıdığımız iki yönetmen: Emel Çelebi ve Necati Sönmez. PANORAMA Khas okuyucuları için yönlendirdiğimiz sorulara verdikleri yanıtlarla Documentarist'in hikayesini kısaca özetlediler bizim için.

2008'den beri yapılmakta olan Documentarist fikri nasıl doğdu? Yedi yıl içinde festivali ortaya çıkarmak zorlaştı mı, kolaylaştı mı?

Bodrum'da bir belgesel festivali düzenliyorduk. 2008'de oradaki belediye desteğini kesince festivali de yapamaz olduk. Bir dolu harika film elimizde kaldı. Ne yapıp edip onları insanlara, arkadaşlarımıza göstermeliydik. "Neden İstanbul'da bir festival düzenlemeyelim?" fikri o anda doğdu. Tiyatro için derler ya "iki kalas bir heves" diye... Bizim de elimizde filmlerimiz vardı, bütçe filan yoktu. Festival ilk yılından itibaren büyük ilgi gördü. Kendi seyircisini yarattı. Şimdi salonların bu kadar dolu olması ve filmden sonra yönetmenlerle gerçekleştirilen soru cevap bölümlerinin ilgi görmesi bizi çok sevindiriyor. Yalnızca filmlere değil atölye, panel, ustalık dersi gibi yan etkinliklere de ilgi büyük.

Sizi en çok kimler destekliyor? Kültür bakanlığı ve benzeri kurumlar sizi desteklemek için üzerine düşeni yapıyor mu?

Bütçemiz festival bütçesi denemeyecek kadar küçük.. Bizi genelde filmlerini getirttiğimiz ülkelerin konsoloslukları ve kültür kurumlan destekliyor. Kültür Bakanlığı'na başvurumuzu bu yıl da yaptık ancak festival bitti ve hala cevap gelmedi. Bizi en çok destekleyenlerin ise festivale gönül verip bizle bitikte amatör ücretlerle çalışan arkadaşlarımız olduğunu söyleyebilirim.

Festivalin imece usulü havası çok samimi: gönüllüler çalışıyor, konuklar evlerde misafir ediliyor. Bu bağlamda, Documentarist'in çalışma biçiminden biraz bahsedebilir misiniz?

Festivali gerçekleştirme biçimimiz, Türkiye'de kendi yağıyla kavrulup sınırlı olanaklarla belgesel yapanların film üretme biçimine benziyor. Festival, içeriğini güçlü kılmaya çalışarak, samimiyetiyle finansal engelleri aşmayı ve bu noktaya gelmeyi başardıysa, bundan sonra da başaracak diye umut ediyoruz. Ama tabii tıpkı film yapımında olduğu gibi, sınırlı olanaklarla bazı şeyleri bir yere kadar başarabilirsiniz, festivalin uluslararası düzeyde bir etkisinin olması ve festivaller haritasından yer edinebilmesi, ancak doğru dürüst bir bütçeye sahip olması ve altyapı sorunlarını aşmasıyla mümkün olabilir. En önemlisi Beyoğlu'ndaki özel kurumlara ait kültür merkezleriyle sınırlı kalmayıp sinema salonlarına taşınabilmesi gerekir böyle bir festivalin, o da ancak bütçeyle olabilecek bir şey.

 

7. İstanbul Belgesel Günleri 30'u aşkın ülkeden filmler, yan etkinlikler ve konuklarla bu yıl da dopdoluydu. Suriye'nin mercek altına alındığı festivalde, son aylarda yitirdiğimiz belgeselcilere ve madencilere dair düzenlenen özel bölümlerdeki filmler ücretsiz olarak gösterildi.

 

Bu yedi yılda Documentarist izleyicisi büyüdü mü, kapsamı çeşitlendi mi? Kimdir size takip eden kitle?

Festivale ilgi her yıl giderek arttı. Pek çok arkadaşımız Documentarist'te izledikleri filmlerden sonra "artık yalnızca belgesel izlerim" der oldu. Salonların dolu olması da geçen zamanın bizim lehimize işlediğini gösteriyor. Tabii, sabah saat 10'a gösterim koyarsak ne olacağı belli olmaz! Festivalin her yaştan izleyicisi var.En başta öğrenciler, belgeselciler ve her yıl hiç bıkmadan bizi takip eden belgeselseverler...

Türkiye'de belgesel sinemaya olan ilgiyi nasıl buluyorsunuz? Sizin festivalinizin bu ilginin gelişmesindekini yerini (mütevazı olmadan) değerlendirebilir misiniz?

Festivali yapmaya başladığınız yıllarda RTÜK, TV kanallarına gün boyu belgesel gösterme cezası veriyordu. Yani o günlerde belgesel insanların seyretmek istemediği didaktik, belgelere dayanan, sıkıcı bir şeydi. Buna büyük tepki duyuyorduk. Çünkü, yurtdışında pek çok yaratıcı belgesel seyretmiştik. Aslına bakarsanız belgesel, anlatım olanakları bakımından kurmacadan daha sınırsız. Bu filmleri herkes görsün, izlesin, birbirine anlatsın ve biz Türkiye'deki belgeselciler de artık böyle filmler çekelim istedik. Sanırım belgeseli sevdirmekte çorbada bir tuzumuz oldu.

Gezi hareketini nasıl yaşadı Documentarist?

Kaçınılmaz olarak içinde yer aldı, Gezi hareketim içten içe yaşadı. Sokakta olup biten her şey zaten çok geçmeden belgeselin içine sızar. Gezi de Türkiye'nin sokaklarında yaşanan en büyük, tarihin en kapsamlı sokak hareketi. Nitekim bir dolu filmin konusu oldu, daha da olacak, ama daha bu filmler ortaya çıkmadan önce, o tarih yaşanırken/yazılırken festivalin içine işlemiş olması çok ilginç bir deneyim oldu Documentarist için. Sanırım festivalin doğasına ve kimliğine de uygun oldu böylesi.

Suriye sineması ile ilgili özel bölüm nasıl bir ilgi gördü?

Suriye maalesef, kısır tartışmalar ve şiddet yüklü haberler dışında hakkında bir şey öğrenmek için çaba sarfetmediğimiz bir yer. Şu an içinde bulunduğu durum bile, bizi o ülke insanlarıyla sahici bir ilişki kurmaya teşvik etmiyor, hatta tersine gözümüze habis bir ur gibi gözüküyor. Oysa orası bir ülke, milyonlarca insanın evi, memleketi, vatanı ve o ev yangın yerine dönmüş durumda. Suriye bölümünün bu gecikmiş ilgiyi azıcık da olsa uyandırmış, beslemiş olduğunu umuyoruz. Bölümün hedeflerinden biri buydu, onun ne kadarına ulaştık bilemiyorum; ama en önemli sonuç şu oldu sanırım: İstanbul'daki binlerce Suriyeli'nin bir kesimine hitap etmiş olması, festivalin seyirci kitlesine onları da katmış olmamız, salonlarda Arapça dilinde de tartışmaların yaşanması...

Emel Çelebi, "Gündelikçi" ve "Külkedisi Değiliz" sınıfsal mücadeleye ilişkin çok başarılı filmlerdi, nasıl tepkiler aldı filmleriniz?

Ev işçileri 10 yılı aşkın bir süredir mücadelelerini sürdürüyorlar, ama ev işi halen Iş Yasası kapsamına alınmış değil. Türkiye halen ILO'nun 189 sayılı Ev İşçilerine İnsanca İş Sözleşmesi'ni imzalamadı. Sözleşme "Ev işi iştir.

Ev işçileri de tıpkı diğer işçiler gibi insanca koşullarda çalışmalıdır!" cümlesinin altım çiziyor! Türkiye'de 'sürekli' olarak ev işlerinde çalışanlar haricinde ev işçileri sigortalanamıyor. Ancak, 'süreklilik' kavramında da bir netlik yok. Bu boşluk pek çok ev işçisinin sigortasız çalışması sonucunu doğuruyor. Film gösteriminin ardından seyircilerden bu gibi konularda ve "evimde çalışan işçiyi nasıl sigortalatırım" gibi pek çok soru geliyor. Bu da filmin seyircide bir farkındalık yarattığını, konuyu bir kez daha gündeme getirdiğim gösteriyor. Benim de yapmak istediğim buydu.

Documentarist'in geleceğini nasıl görüyorsunuz?

Biz inatla direnmeye, ekonomik zorluklara rağmen festivali ileriki yıllarda da sürdürmeye niyetliyiz. Seyirciden ve bizle birlikte çalışan arkadaşlarımızdan aldığımız olumlu tepkiler de doğru yolda olduğumuzu gösteriyor...


İstanbul Belgesel Günleri komünal bir ruhla kotarılan bir festival; dolayısıyla onu yaratanların listesi oldukça uzun. Ama yedi yıldır festivalin en ağır yükünü sırtlanan iki kişi var, birbirinden iyi belgesel filmleriyle tanıdığımız iki yönetmen: Emel Çelebi ve Necati Sönmez.