Halit Refiğ ve Türkiye'de Ulusal Sinemanın Kurumsal Temelleri

Halit Refiğ ve Türkiye'de Ulusal Sinemanın Kurumsal Temelleri

11 Ekim 2009 günü ulusal sinema akımının değerli yönetmeni Halit Refiğ'in (1934-2009) vefat haberi üzerine 45. Antalya Altın Portakal Film Festivali bir günlüğüne tatil edilir. Festivale katılan oyuncular, yönetmenler, yapımcılar ve Yeşilçam'ın emektarları İstanbul'daki cenaze törenine katılmak için özel olarak kaldırılan uçaklara binerler. Refiğ, Yeşilçam ve Altın Portakal için ilkleri temsil eden bir yönetmendir. 1964 yılındaki ilk festivalde Gurbet Kuşları ile En İyi Film Ödülünü almıştır. 2014 yılında festival organizatörleri bu defa Refiğ'in eşini davet edince ulusal sinemanın ilk kuramcısı olan yönetmenin anısı yeniden canlanır. Gülper Refiğ, eşinin kazandığı ilk ödülü, sonradan özgün tasarımına dönüştürülecek olan Altın Portakal Ödülü'nün ilk örneği olarak festivale bağışlar. Bu ödül tam elli yıl sonra Halit Refiğ'in hem bir düşünür hem de uygulayıcı olarak Türkiye ulusal sinema kuramını yeniden gündeme taşır.

Halit Refiğ 1950'lerden itibaren bir film eleştirmeni olarak mesleğe girdi ve kısa bir süre sonra bir film yönetmem oldu. O tarihten öldüğü güne kadar ulusal sinemanın hem pratiğini hem de teorisini yapmaya devam etti. 1960'larda ulusal sinema akımında beraber yola çıktığı diğer yönetmen yol arkadaşları Metin Erksan, Lütfi Akad, Memduh Ün, Duygu Sağıroğlu, Ertem Göreç, Nedim Otyam ve İlhan Arakon oldu. Yeşilçam sinemasının çöktüğü 1975 yılında aynı arkadaşları ile Mimar Sinan Üniversitesi Sinema-TV Enstitüsü'nde 25 yıl ders verdi. Günümüzde Osman Sınav, Serdar Akar gibi önemli yönetmenler Halit Refiğ ve ulusal sinema anlayışına dayalı eğitimin sonucu olarak yetişmiştir.

Halit Refiğ hem bir düşünür hem bir uygulayıcı olarak Türk ulusal sinemasındaki tartışmalar üzerinde etkili olmuştur. 1953'te ilk sinema eleştirisini yazan Refiğ, 1960'larda kavgasını verdiği ulusal sinema yazılarını 1971 yılında Hareket Yayınları'ndan kitaplaştırdı. Ulusal Sinema Kavgası kitabında Osmanlı İmparatorluğu'nu ve onun bir devamı olarak Türkiye'yi kuşatan kültürel perspektiflerden hareketle ulusal sinema kavramını ayrıntılı olarak anlatıyor. Refiğ'e göre, Türk sineması Batı'daki kapitalizm, burjuvazi sanatı ve Marksizm fikirlerinden ayrı ve farklı olarak geleneksel Türk sanatının bir uzantısı olarak yorumlanmalıdır. Refiğ, geleneksel Türk sanatlarında diyalog ve diyalektik yoluyla ve Batı sinema geleneklerine karşı bir ulusal sinema kurma potansiyelini araştırır.

1950'li yıllarda Türkiye'de üretilen sinema üzerine "Kurutulması Gereken Bataklık" diye yazan Refiğ, kısa süre zarfında Yeşilçam'da farklı ve kaliteli filmler yapan Memduh Ün ve Ömer Lütfi Akad'la tanışarak ömür boyu dostu olacak olan bu yönetmenler ile sinemaya adım attı. Refiğ'i ulusal sinema üzerinde kuram üretmeye sevk eden önemli gelişmelerden biri, Metin Erksan'ın 1963'te Berlin Film Festivali'nde Altın Ayı ödülünü kazanan Susuz Yaz filmi oldu. Bu beklenmeyen uluslararası başarı devlet katında da ilgi buldu ve sinema emekçileri, eleştirmenleri, yapımcıları ile devlet temsilcileri ortak bir sinema şûrasında bir araya geldiler. Bu şûrada sanat sinemasını teşvik eden özgün bir Türk sinema sanayisinin yaratılması hakkında çeşitli gruplar fikir beyan ettiler. Nijat Özön ve Onat Kutlar gibi sinema eleştirmenlerinin başım çektiği grup BFI tipi özerk ama devlet fonlarından beslenen bir sinema üretim-eğitim kurumu üzerinden bu sektörün yapılanmasını savundular. Refiğ'in de içinde bulunduğu sinemacılar halka dayalı ve devlet müdahalesinden uzak bir sinemayı savundular. Karşılıklı atışma ve hakaretlere varan bu kavgalar 1980'lere kadar sürdü. Özön ve arkadaşları, Sinematek Derneği'ni kurup Genç Sinema dergisini yayınladılar ve böylece hem sinema arşivciliği ve dergiciliğinin hem de İstanbul Film Festivali gibi önemli kültürel oluşumların temelini attılar. Bu ekibin önde gelen isimleri fotoğrafçı Şakir Eczacıbaşı, şair ve akademisyen Cevat Çapan, eleştirmen ve senarist Onat Kutlar, yönetmen Tuncan Okan, grafik sanatçısı Mengü Ertel, Jak Şalom ve edebiyatçı Sabahattin Eyüboğlu'dur. Refiğ ve diğer yönetmenler ise sinemada kaliteye prim adı altında yaptıkları toplantılar sonucu aldıkları ortak kararla daha yerel konu, biçim ve estetik içeren filmler üretme prensibinde uzlaştılar. Refiğ, Erksan, Akad, Ün, Yılmaz bu yolda film üreten yönetmenler oldular. 1961- 1979 yıllan arasında Refiğ'in ulusal sinema kavramı üç evrede gelişti. Halk sineması, toplumsal gerçekçi sinema ve ulusal sinema.

Halk Sineması

Refiğ'e göre, Türkiye sineması devletten bağımsız ve halkının desteği ile gelişmiştir. Seyirciler popüler buldukları halk öykülerinin kitlesel sinemasal anlatılara dönüşerek kendilerine sunulmasından hoşlanmıştır. Bu tür filmlerin yapılabilmesi için yapımcı sermayesi olmadığından birbiriyle bağlantılı gelişen iki sistem vardı: bölge sistemi ve bono/senet sistemi. Bölge sisteminde Türkiye çeşitli film dağıtım bölgelerine ayrılmıştı. Çeşitli bölgeler örneğin İstanbul salon filmleri ve burjuva karakter hikâyeleri beklerken, Karadeniz'de tarihi macera filmleri, Ege'de eşkıya filmleri ve Anadolu'da melodramlar tutulabiliyordu. Her bölgeye hitap eden türlere çeşitli yıldız oyuncular ve tiplemeleri de eklenince satış formülleri oluşturan yapımcılar, sinema salonu sahiplerinden sipariş alarak senarist oyuncu ve yönetmenlere gidiyorlardı. Ortada halen para olmadığından tüm kazanç, gelecekte filmin izlenmesi ile elde edilecek gelir üzerine kuruluyordu. Bu gelir beklentisi ile sinema salon sahipleri yapımcılara bono/senet verirdi. Bu senetler ile de yapımcılar ödeme yapardı. Filmlerin tutmaması ve batması halinde tüm sistemin madden çökeceğini düşünürsek böyle bir sistemi 1950-75 arasında götürmeyi başaran Yeşilçam'ın, Türkiye seyircisinin zevklerini iyi tespit edip formüle etmiş tam bir halk sineması olduğunu söyleyebiliriz. Refiğ'in sinemasında bu tür örnekler 1960'lı yıllardan 1980'li yıllara; Karakolda Ayna Var'dan Beyaz Ölüm gibi filmlere kadar görülebilir.

Toplumsal Gerçekçi Sinema

Refiğ'in geçirdiği ikinci önemli dönem olan toplumsal gerçekçilik akımını besleyen çeşitli tarihsel ve sinemasal olgular mevcuttur. 1960'lı yıllarda soğuk savaş döneminde Türkiye NATO şemsiyesinde Amerikan füzelerinin kalkanı altında korunan Batılı bir müttefik haline gelmişti. Ayrıca, sineması da İkinci Dünya Savaşı sonrasında Avrupa ve Amerika'dan gelen filmlerden özellikle de İtalyan sinemasının etkisinde kaldı. İtalyan yeni gerçekçi sineması kendi ülkesinde 1944-52 yıllarında etkiliyken Türkiye'de, 1960'ların başında etkili oldu. Amerikan emperyalizmini eleştiren ve yerel/özgün bir sinema çağrısı yaparı yönetmenler içinde olan Refiğ ve arkadaşları 27 mayıs 1960 darbesinden sonra yapılan yeni anayasa ile gelen sol fikirlerin özgürce ifade edilebilmesi rüzgârıyla da özgürce film yapabildiler. Artık sömürü düzeni, toplumsal gerçekler, kadının yeri gibi konular sinema konusu olabiliyordu. Bu evrede Refiğ, Türkiye'de yaşanan toplumsal gerçekleri, sıradan insanların öyküleri üzerinden anlatarak odaklanmayı tercih etti. Kendi ifadesiyle filmler gerçekçi olmalı, yani "gerçek" insanlarla ve gündelik sorunlarla uğraşmalı; bireyin yabancılaşması ve modern toplumda insani değerlerin kaybolması eleştirilmelidir. Ona göre, filmlerin bir anti-burjuva ve anti-kapitalist tavrı olması; grevler, sivil itaatsizlik ve büyük kente göç gibi toplumsal olaylarla siyasi bir arka plana sahip olması; filmlerin, daha önce ana akım sinemada bulunmayan, yeni bir estetik, biçimsel denemelerde bulunması gerekir. Bu akımın örnekleri olarak ilk akla gelen filmler şunlardır: Metin Erksan'ın Titanların Öcü (1962), Susuz Taz (1963), Refiğ'in Gurbet Kuşları (1964), Ertem Göreç'in Otobüs Tokuları (1961) ve Karanlıkta Uyananlar (1965) ve Duygu Sağıroğlu'nun Bitmeyen Tol (1965).

Ulusal Sinema Akımı

Refiğ'in kuramsallaştırdığı ve pratiğini de yönetmen arkadaşları ile yaptığı toplumsal gerçekçi sinema hareketi 1965 genel seçimlerinden sonra sağda Adalet Partisi'nin iktidara gelmesi ve seyircinin gişede bu tür filmlere ilgi göstermemesi üzerine biter. Bu akımın yönetmenleri piyasa şartlarına boyun eğerek ticari işler çıkarmaya başlarlar. Ancak Refiğ, ulusal sinemaya giden kuramsal ve pratik yolda daha da olgunlaşır. Bu üçüncü aşamada, Refiğ, Osmanlı/Türk kültürel tarihinden gelen ilişkileri çağdaş sinema diliyle birleştirmeyi başarır. Refiğ sırasıyla 1930'larda Sedat Hakkı Eldem'in çalışmalarıyla yeni bir ulusal mimarinin doğuşundan, 1940'larda Ahmet Adnan Saygun'un çalışmalarıyla yeni bir ulusal müzik stilinin ortaya çıkmasından ve romancı Kemal Tahir'in 1950'lerde yeni bir diyalektik-materyalist edebiyatı yaratmasından etkilendiğini belirtir. Tüm bu çağdaşlaşmış ve yerelleşmiş Batılı sanat biçimlerinin üzerine Refiğ, Karagöz ve Ortaoyunu'nda bulunan iki boyutlu karakterler ve Anadolu halk hikâyeciliği anlatımı ile Osmanlı sarayı minyatür sanatını sinemada birleştirir. Bu son evrede Türk sinemasının yeniden tanımlanması Batı'ya karşı eleştiriye ve Osmanlı kültürel köklerine dönüşe bağlıdır. Nitekim, Refiğ'in Türk sinemasını kavramsallaştırılması, Türk modernleşmesinin bir eleştirisi olarak da ele alınabilir. Şunu belirtmek gerekir ki Kemalist devrimlere ve Cumhuriyet değerlerine oldukça bağlı olan Refiğ, kültürel alanda hızlıca ve tarihi köklerden koparak Batılılaşmayı da eleştirebilmiştir. Kültürel modernleşmenin yerel ve geleneksel Türk sanat biçimlerini tehdit etmesine ve küçük görmesine karşı çıkar. Pozitivist ulus-devlet ideolojisinin öne çıkardığı bale, klasik müzik ve tiyatro gibi Batı kökenli sanatların dışında sinema sanatının halkın geleneksel öykü anlatım diline daha uygun olduğunu savunur.

Bu dönemde Refiğ, Haremde Dört Kadın ve Bir Türke Gönül Verdim filmlerinde Metin Erksan ise Sevmek Zamanı ve Kuyu filmlerinde ulusal sinema akımının örneklerini verirler. 1974'te TRT'nin açılması ve yenilikçi genel müdür İsmail Cem'in davetiyle ulusal sinemacılar geleneksel Türk hikâyelerinden uyarlanan kısa diziler üretirler. Bunlardan Halit Ziya Uşaklıgil'in Aşkı Memnu'sunu Refiğ uyarlarken, Lütfi Akad, Ömer Seyfettin hikâyelerini uyarlar. Metin Erksan ise çok farklı çağdaş kısa öykü yazarlarından uyarlamalar yapar. 1979'da Refiğ bu defa Kemal Tahir'in romanı Yorgun Savaşçı'yı dizileştirir. Refiğ için bu ulusal sinemanın en üstün örneğidir. Ancak çok büyük emek verilerek yapılan dizi, 12 Eylül askeri darbesinin gazabına uğrar ve televizyonda gösterilmeden tüm negatifleri yakılır. Refiğ için bu olay büyük bir kişisel darbedir. Bunun üzerine çalışmalarım Türkiye'deki mevcut sinema ortamında devam ettirir. Yapımcısı Türker İnanoğlu'nun her gişe filmi karşılığı bir ticari olmayan kişisel sanat filmi yaptırma önerisi ile uzun yıllar film yapmaya devam eden Refiğ bu dönemde Teyzem, Hanım, Köpekler Adası gibi üstün yapıtlar yaratmaya devam eder. Metin Erksan ve Lütfi Akad gibi ulusal sinemacıların köşelerine çekildiği bir dönemde Refiğ aktif olarak hem film yapar hem de öğrenci yetiştirir. 1980'de darbeyle devrilen ve 1991'de tekrar iktidara gelen dönemin başbakanı Süleyman Demirel'in Halit Refiğ'e bizzat verdiği kişisel söz üzerine Yorgun Savaşçı’nın kaset teybe aktarılan bir kopyası 1992'de bulunur ve TRT'de gösterilir.

Ulusal Sinemanın Bugünü

Halit Refiğ'in Mimar Sinan Üniversitesi Sinema ve Televizyon bölümünde 25 yıl boyunca yüzlerce mezun vermesi Türkiye'deki sinema sektörüne bilinçli bir katkıdır. 2000'lerin başında tekrar TRT için bu defa Devlet Ana romanını uyarlamak için çalışmalara başlasa da hem ekonomik kriz hem de kişisel anlaşmazlıklar nedeniyle bu proje gerçekleştiremeyen bir miras film olarak kalır. Hem Refiğ hem de Erksan günümüzde Ezel Akay'ın kendi düşüncelerine göre ulusal sinema kavramına en uygun yönetmen olduğunu belirtmişlerdir. Özellikle Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü filmini gören Erksan, "Devlet Ana'yı Ezel Akay Yönetmeli" başlıklı bir yazı yazmıştır. Akay'ın Yedi Kocalı Hürmüz filmi de aynı şekilde çok iyi yapılmış bir ulusal sinema filmidir. 2017 itibariyle Halit Refiğ, Metin Erksan ve Lütfi Akad'ın ulusal sinema eseri sayılabilecek filmleri restore edilmekte ve film festivallerinde özel gösterimlerde sunulmaktadır. Halit Refiğ'in kuramsal ve uygulamalı katkıları yeni kuşak sinemacılara yol göstermeye devam etmekte.