Hayır Katlanamıyorum. Hayır, Beğenmiyorum. Hayır, Onu Görmek Dahi İstemiyorum!

Hayır Katlanamıyorum. Hayır, Beğenmiyorum. Hayır, Onu Görmek Dahi İstemiyorum!

Siyaset uzun yıllardır medya ve iletişim ile birlikte çalışıyor; seçimlerin hemen ardından partilerin siyasal iletişim politikaları tartışılıyor. Hatta, günümüzde liderlikten sonra gelen en önemli ikinci unsurun, politikaları halka taşıyan iletişim ve reklam uzmanları olduğu kabul ediliyor. Peki, yalnızca siyasal iletişim bir diktatörü devirmeye yeter mi?

Şili’de 4 Kasım 1970’de yapılan seçimlerle, Salvador Ailende Şili’nin ve dünyanın ilk Marksist devlet başkanı oldu. En önemli icraatı, Şili’nin maden kaynaklarını millileştirme çabasıydı. Allende döneminde ülkenin hem sağından hem solundan terör yükselmiş; başarısız da olsa bir darbe girişimi olmuş ve parlamento, rejimi tanımadığını duyurmuştu.

Tüm yaşananların ardından, 11 Eylül 1973’te, bizzat Allende tarafından Silahlı Kuvvetler Başkomutanlığı’na getirilen General Agusto Pinochet, Salvador Allende hükümetini devirdi. Savaş uçakları, başkanlık sarayını bombalıyordu. Allende kimilerine göre intihar etti, kimilerine göre elinde silahı darbeye direnirken hayatını kaybetti.

Allende’nin ardından görevi anti-demokratik yollarla devralan Agusto Pinochet, dört kişilik bir cunta ekibi kurarak siyasiK parti etkinliklerine son verdi, parlamentoyu feshetti. 1974’te kendisini ülkenin cumhurbaşkanı ilan etti. Muhalefete sert ve kanlı tepkiler verdi. Darbeyi takip eden üç yılda ülkede 130 bin kişi tutuklandı. Hapishanelerin dolması üzerine futbol stadyumları cezaevi olarak kullanıldı. Güvenlik güçlerinin sayısı üç katına çıktı ve yetkileri arttırıldı. Hatta askerlerin insan hakları ihlalleriyle suçlanmasını bizzat engelledi. Aslında Eduardo Galeano dönemi Kucaklaşmanın Kitabı adlı eserinde tek cümleyle özetliyordu:

“Pinochet iktidarında başkent Santiago sokaklarında, dilenciler insanlardan ‘Lütfen yardım edin, ben sivilim, ben yalnızca zavallı bir sivilim!’diyerek yardım istiyordu

1984’te kendi iktidarına karşı başlayan gerilla hareketi ve terör olaylarını gerekçe göstererek sıkı yönetim ilan etti. Hem sıkı yönetim kararı hem de Pinochet’in cunta rejiminin meşruluğu tüm uluslararası kamuoyu tarafından tartışılmaya başladı. Ülkedeki muhalefet ve uluslararası baskılara dayanamayan Pinochet, tek başına hükmettiği 15 yılın ardından 1988’de referandum kararı aldı. Buna göre halk, Pinochet’in sekiz yıl daha iktidarda kalması için “Evet” anlamına gelen “SI” ya da “Hayır” manasında “NO” oyu verecekti. Kampanya dönemi 27 gün sürecek ve her iki kanat devlet televizyonundan her gün 15 dakika propaganda yapma hakkına sahip olacaktı.

Ilk seçim çalışmaları Hayır: % 19 Evet: % 46 şeklinde duyurulmuştu. Ülkenin çekimser kalan neredeyse % 35’i ise seçimin bir şeyleri değiştirebileceğine inanmıyor ya da korkuyordu. Muhalefet, propagandanın en önemli ayağı televizyon yayını olduğu için siyasal iletişim ve reklam alanında profesyonel isimler aramaya başladı. Birçok isim, para ve çalışma koşullarını dinlemeden; yalnızca Pinochet’ye rakip olduğu için muhalifleri reddetmişti. Pinochet’nin iktidarı boyunca 2.279 kişi siyasi sebeplerle öldürüldü. Binlerce insan kayboldu; 3 binin üzerinde insan sürgün edildi, basitçe reklamcıların kapıyı muhaliflerin suratına kapatmak için haklı tonlarca gerekçesi vardı.

Teklifi genç bir reklamcı olan Rene Saveedra bir aile dostunun da etkisiyle kabul etti. Partilerin önerdiği taslak, Pinochet döneminde siyasi sebepler yüzünden öldürülen, kaybolan ve sürgün edilen binlerce insan hakkındaydı. Basına sansür uygulanıyordu, halk haberlerin çoğuna erişemiyordu ama Saavedra insanlar bu reklamı izledikten sonra umutsuzluğun ve korkunun artacağını; sonuç olaraksa halkın sandığa gitmeyeceğini düşünüyordu.

Saavedra insanların neye ilgi gösterdiğini; hangi renge ne tür tepkiler verdiğini; hangi sözcüğün nasıl bir etki yaratacağını siyasilerden iyi biliyordu, kendi planının uygulanmasını istedi ve çalışmalar başladı.

Bir hafta sonra, tüm parti temsilcisi Saavedra’nin yapacağı siyasal iletişim sunumu için toplandı. Saveedra gökkuşağı ile kaplı bir “NO” logosu tasarlamıştı. Reklamda renkli kıyafetler giyen güler yüzlü onlarca insan şarkılar söyleyip dans ediyordu. Reklamın fonunda ise, tempolu alkışlarla bir pop şarkısı nakaratını andıran “Mutlu Günler Çok Yakın Şili!” sözleri yükseliyordu. Gösteri bittiğinde hakaretler ve küfürler ile salonu terk edenler oldu; tepkiler hemen hemen aynıydı: “Bu kahkahalar da ne demek oluyor? Neyi böylesine coşkuyla kutluyorlar? Danimarka’dan mı getirdin bunca mutlu insanı?”

Saveedra tepkilerin ardından, reklamı anlatmaya başladı. insanlar televizyonu eğlenmek için izliyor; mutlu anlar görmek istiyordu, reklamı bu nedenle tasarladığını söyledi. Gökkuşağı, bu seçimde bir arada olan 17 partiyi temsil ediyordu. Kırmızı Sosyalistler’in rengiydi; mavi ülkenin en önemli partilerinden Hristiyan Demokratlar’a aitti. Eğlenen insanların hepsi Şili vatandaşıydı, reklamdaki huzur, barış ve kardeşlik; Pinochet, askerleri ve kanlı rejimi ülkeyi terk ettiğinde yaşanacaklardı.

Reklam ülkenin tamamını etkisi altına aldı, fonda yükselen nakarat sloganlaştı. Reklam filminin bir infial yarattığını fark eden Pinochet hükümeti, propaganda saatlerini değiştirdi, artık reklamlar gece yayınlanacaktı.

Saveedra ise ikinci reklam filmi için çalışmalara başlamıştı. Bu kez, ilk reklamın etkisiyle kampanyaya katılmak isteyen tüm ülkenin tanıdığı sanatçılar, sporcular mikrofondaydı. Saveedra ilginç bir şarkıyla, alıcıyı harekete geçiriyordu: “Hayır, katlanamıyorum. Hayır, beğenmiyorum. Hayır, onu görmek dahi istemiyorum!”

Seçim akşamı, sayım sırasında elektrik kesintileri yaşanıyordu. Nihai sonuçlar bir türlü açıklanmıyordu. ilerleyen saatlerde, Pinochet, tüm generalleri acil koduyla Başkanlık Sarayı’na çağırdı, açıkça görünen o ki, bir şeyler ters gidiyordu. Şili, sonuçları gece yarısı Başkanlık Sarayı yolunda bir generale uzatılan mikrofonla öğrendi: “Hayır kazandı!”

General haklıydı; “NO” % 43.67’e karşı % 54.81 ile kazanmıştı! Şili;1973’te darbeyle ülkenin başına gelen binlerce insanın ölümünden sorumlu, on binlerce insan hakları ihlaliyle anılan Agusto Pinochet’yi seçimle devirmeyi başarmıştı. Doğru siyasal iletişim ve reklam stratejisi bir diktatörün sonu oldu.

Bir Diktatörsavar Olarak Siyasi İletişim

Siyasal iletişim temelde bir ikna sürecidir. Dünyanın en eski ikinci mesleği olarak kabul edilen politikanın, medya ile olan birlikteliğinin adıdır. Mesajlar, iletişim ve reklamcılık teknikleriyle insanları ikna edecek; onları sandığa götürecek formlar haline getirilir. Dünyanın her yerinde, her seçim döneminde fark yaratan unsurlardan biridir. Ancak siyasal iletişimin en büyük başarısı yukarıda anlatılan hikayedir; 1988’de bir dikta rejimini tarihe gömmesidir.

Kadir Has Üniversitesi iletişim Fakültesi Halkla ilişkiler ve Tanıtım Bölümü’nün geçtiğimiz yıl başlattığı sektörde bilinen iletişim uzmanlarını Kadir Has Üniversitesi öğrencileriyle buluşturmayı amaçlayan #PRTALKS projesi bu yıl da sürüyor. Bu yıl için belirlenen tema ise Siyasal iletişim Konuşmaları. Bu tema kapsamında etkinliğin ilk konuğu siyasal iletişim uzmanı ve reklamcı olan Ateş İlyas Başsoy oldu. 26 Ekim’de Cibali Kampüs’te düzenlenen etkinlikte İletişim Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sevda Alankuş’un da katılımıyla Başsoy, Türkiye siyaseti ile iletişim teknikleri hakkındaki görüşlerini ve çalışmalarından elde ettiği deneyimleri katılımcılarla paylaştı.

Başsoy sektörde en önemli faktörün maddi kaynaklar olduğunu şu sözlerle vurguladı:

“Amerika ve Avrupa’daki seçim kampanyalarında genellikle eşit bütçeli rekabetler oluyor; Türkiye’de rakip markalar da iletişim ve reklama eşit bütçeler ayırıyor. Ancak Türk siyasetinde bütçeler arasında inanılmaz farklar bulunuyor. Hazine yardımı da bu makasın kapanmasını önleyemiyor. Örneğin, 2014 Cumhurbaşkanlığı seçimi hazine yardımı olmadan, adayların elde ettiği bağışlarla yapılmıştı. Tüm kampanya dönemini Ekmellettin Ihsanoğlu 8 milyon TL, Selahattin Demirtaş 1 milyon TL bağışla geçirmişti. Ancak Recep Tayyip Erdoğan 55 milyon TL bağış toplamıştı. Erdoğan’ın yalnızca Kazlıçeşme Mitingi için yaptığı harcama Demirtaş’ın kampanya döneminde yaptığı harcamadan fazlaydı.

Çok iyi kurgulanmış bir fikriniz olduğunu varsayalım ama yalnızca broşüre basacak bir bütçeniz var. Diğer taraftan çok kötü, hatalarla dolu ancak her saat başı televizyonda gösterilen bir reklam var. Ne kadar kötü de olsa, kazanan ikinci reklam olur. ”

2001’den itibaren iletişim teknikleri ve reklamcılık üzerine fikirlerinin olduğunu söyleyen Başsoy, siyasal iletişim serüvenin 2008 yılında bir arkadaşının kendisini Antalya’ya davet etme süreciyle başladığını söylüyor ve deneyimlerini paylaşıyor:

“Belediye Başkanlığı seçimlerine yaklaşık bir sene vardı; arkadaşım 'Burada kazanması mümkün olmayan biri var, aradaki fark % 22 ancak burası senin teorilerini uygulayabileceğin bir alan olabilir. Her şeyi sana bırakacağız’ demişti. Cumhuriyet Halk Partisi adayı Mustafa Akaydın ile bu sayede tanıştık.

Yıllardır CHP’ye oy verenlere ya da koyu AKP seçmenlerine hitap etmedik, genelde yapılan hata budur. Biz Akaydın’a nötr olan ve çoğunluk olan kitleyi ikna etmek için çaba harcadık, sloganlarımız; projelerimiz; reklamlarımız onlar içindi. Elbette, tek etken ben değilimdir ama Mustafa Akaydın en yakın rakibine 40 bin oy fark atarak Antalya Belediye Başkanı oldu.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin 2009’daki en büyük kaybı Antalya olmuştu. Bir önceki seçimde elinde bulundurduğu ancak 2009 seçimleriyle kaybettiği tek büyükşehir Antalya’ydı. Seçimleri takip eden günlerde AKParti’nin kaybedebildiğim gördük!’ başlıklarıyla Antalya üzerinde analizler duyulmaya başlanmıştı”

Başsoy’un konuşmasının ardından etkinlik soru-cevap bölümüyle sona erdi. Seçmenler adaya mı yoksa partiye mi oy veriyor? şeklindeki soruya “İstisnalar elbette var, örneğin Ordu’da Seyit Torun; ancak genel olarak Türkiye’deki seçmen profili hala aday üzerine değil, parti üzerine...” Seçmen rasyonel mi yoksa duygusal mı? sorusuna ise “Duygusalız. Adayların ya da partilerin islamiyet ya da Atatürk hakkındaki düşünceleri; ekonomi projelerinden daha çok fazla önemseniyor.” dedi.

# PRTalks’un Konuklan

Sektörlerinde bilinen iletişim uzmanlarını Kadir
Has Üniversitesi öğrencileriyle buluşturmayı
amaçlayan, # PRTalks’un Ekim-Aralık 2015
konukları şunlardı:

•   Nilüfer Pembecioğlu-İstanbul Üniversitesi

öğretim üyesi

•  Sanem Güler-Hollings Centre iletişim uzmanı

•   Bengü Üçüncü-Ekşisözlük iş yöneticisi

•   Eylem Ertürk-Anadolu Kültür temsilcisi

•   İsmet D. Akalp- Greenpeace gönüllü

koordinatörü

•  Gözem Göçeri Uçar-Marketing PR uzmanı

•   Sevda Kılıçalp-Çözüm Alanı Derneği

temsilcisi

•   İsmail Küçükkaya-Fox TV Çalar Saat

Programı sunucusu

•   Uğur Yüksel-!f İstanbul Basın Sorumlusu