Stellenbosch, Güney Afrika’nın Cape Town Üniversitesi’nden sonra ikinci en eski üniversitesi olan ve 1874 yılında kurulmuş şehirle aynı ismi taşıyan Stellenbosch Üniversitesi’nin hâkimiyetinde bir şehir. Batı Cape bölgesinde bulunan şehir, doğayla iç içe ve üzüm bağları tarafından çevrelenmiş. Merkezinde birinci sınıf bir üniversiteyi barındıran, çoğunlukla yüksek- orta sınıf ve beyazların yaşadığı kasabada yüksek gelir grubuna hitap eden restoranlar, kafeler ve güzel evler bulunuyor.
Kadir Has Üniversitesi’nde geçirdiğim altı akademik yılın sonunda, bu yaz Güney Afrika’nın Stellenbosch Üniversitesi’nde misafir öğretim üyesi olma şansını yakaladım. Kadir Has, Coventry ve Stellenbosch Üniversiteleri’nin ortaklaşa gerçekleştirdiği bir Avrupa Birliği projesi kapsamında, yeni bir akademik ortamı deneyimlemek için 14 Temmuz günü İstanbul’dan ayrıldım. Tabii ki, benim 15 Temmuz gündüzünde Stellenbosch’a sessiz sedasız varışım, o gece Türkiye’de yaşanacak olayların habercisi değildi. Dolayısıyla, dorp olarak adlandırılan Güney Afrika’nın küçük yerel şehirlerinden birinde bir aylık görevimi yerine getirip, tazelenip kendimi yeni akademik döneme hazırlarken, aklımda hep İstanbul’da ve Türkiye’nin diğer yerlerinde bulunan ailemin, arkadaşlarımın ve iş arkadaşlarımın iyi olup olmadığı sorulan vardı.
Nihayetinde, Türkiye’de olan olaylarla ilgili medyaya demeçler verirken, başka bir kıtada, çok sevdiğim İstanbul’dan uçakla on saat uzaklıkta olduğumu aklımdan çıkarmadım ve yeni yuvam olan sazdan yapılmış evden başlayarak, bu yeni toprakların bana sunduğu yeni lezzederi tatmaya ve kokulan almaya başladım.
Ama yine de bu küçük cennetin her yerinde çok da tozpembe olmayan bir geçmişin ve sorunlu bir bugünün izlerini görmek mümkün. Sonuçta Güney Afrika’da ayırımcılık; resmi olarak Nelson Mandela ile arkadaşlarının uzun süren mücadeleleri sonucunda ve o dönemin Başkam FW de Klerk’ın ırkçı rejimin geleceğinin olmadığı gerçeğini kabul ettiğinde yapılan Nisan 1994’deki ülkenin ilk demokratik seçimleri ile sonlandırılmışti.
Yine de, değişim ya da diğer bir ifadeyle değişimin kabulü yavaşça gerçekleşiyor. Nihayetinde, bir zamanlar ırkçı rejimin kalesi olan Stellenbosch’daydım. Bulunduğum üniversite, eskiden sadece beyazlar ve Afrikan dilini konuşan Hollandalı yerleşimcilerden oluşsa da, bugün nüfusunun yüzde 40’ı siyahilerden oluşuyor. Ancak bu, Eylül 2015’te eylemcilerin uzun süren mücadelesinin sonucunda, üniversite yönetimi eğitim dilinin İngilizce olmasını ve öğrencilerin ihtiyacına göre diğer Güney Afrika dillerinde akademik destek sağlamayı kabul etmelerinden sonra olmuş. Diğer bir deyişle, birçok siyahi öğrenci ırkçı rejimle ilişkilendirilen Afrika dilini konuşamıyor ve dolayısıyla iyi eğitim alma imkânına erişmekte zorluk yaşıyorlardı. Nihayetinde, Güney Afrika'nın on bir resmi dili var. Gerçekten çok renkli ama sorunlu bir toplum.
Geride kalanlar ve geçmişin korkulan, tel çitler ve tik tak ritmiyle üzerinde elektriğin olduğunu işaret ederek ona alışık olmayanların sinirlerini bozan elektrikli çitlerle çevrilmiş evlerde olduğu gibi varlığını sürdürüyor. Sabahın erken saatlerinde yürüyüşe çıktığımda, ara sıra karşılaştığım koşucular dışında, kasabalarından şehirdeki evlere hizmetçi ya da bahçıvan olarak gelen siyahi kadınlar ve erkekler görüyordum. Zili çaldıktan sonra, sakince birinin kapıyı açmasını bekliyorlardı. Süpermarketlerde, fast-food restoranlarında, inşaat alanlarında ve belediyede çalışanların hepsi siyahiyken, yöneticiler, müdürler ve müteahhitler çoğunlukla beyazdılar. Kampüste sadece çok az ırklar arası ilişki kuran arkadaş grubu gördüm ve sadece bir ırklar arası çift gördüm ki bu pek de sıradan olmayan görüntünün bir serap olmadığına emin olmak için iki kere
bakmak zorunda kaldım. Güney Afrika yavaş da olsa değişiyor, çünkü sadece anayasal değişiklikler yaparak, yerleşik alışkanlıkların, pratiklerin ve ayrımcılığın törelerinin bir gecede üstesinden gelinemiyor.
Orada bulunduğum sürede, Güney Afrika 1994’ten bu yana gerçekleştirilen dördüncü yerel ve dokuzuncu genel seçimini gerçekleştirdi. Mandela’nın partisi Afrika Ulusal Kongresi bir seçimde ilk kez yüzde 60’tan daha az oy aldı. Parti ülke genelinde yüzde 54’lük oy oranıyla, seçimlerden lider olarak çıksa da, güçlü oldukları belediyelerde büyük hezimet yaşadı. Bir anlamda, bu seçim ırkçılık sorunuyla birlikte kötüye giden ekonomide yolsuzluk ve temel hizmetlerin sağlanamamasının odak noktasında olduğu bir normalleşme sürecine yavaş bir geçişi işaret ediyor. Diğer bir deyişle, çoğunlukla siyahi olan seçmenler, Afrika Ulusal Kongresi’ne ırk meselesinin onları oy vermeye götüren tek neden olmadığı ve siyasi partilerin vatandaşların günlük hayatlarım iyileştirmek için çalışmaları gerektiği mesajım verdi. Stellenbosch’da seçim günü göreceli olarak sakin olan seçim atmosferini ve yerel televizyonlarda uzmanlar ve politikacıların seçim sonuçlarını kendi taraflarına yormaya çalıştıkları hararetli tartışmaları deneyimlemek etkileyiciydi.
Genel olarak, Stellenbosch’daki hayatım inanılmaz şekilde zengindi. Üniversite şehrin merkezinde büyüyen kampüsüyle gerçekten harikuladeydi. Yazın güney yarımkürede olmak, Stellenbosch’da dünyanın tersine dönmesi demek. Kendimi bir anda, ılık ve yağmurlu kışın tıkırında işleyen yoğun bir akademik dönemin ortasında buldum.
Sabahın erken saatlerinde kütüphane açılır açılmaz kütüphaneye gelen öğrencilerden oldukça etkilendim. Sabah saat dokuzdan sonra gidildiğinde, lisans üstü öğrenciler ve benim gibi ziyaretçiler için kütüphanede oturacak masa bulmak neredeyse imkânsızdı.
Sınıflar ve oditoryumlar, vızır vızır not alan öğrencilerle doluydu. Öğrenci birliği binası içlerinden seçme imkânı sunulan birden çok çeşidiyle herkese kahvaltı ve öğle yemeği imkânı sağlıyordu. Yağmur yağmadığı zamanlarda, bakımlı çimler dedikodu yapan, flört eden ya da kitaplarına dalmış öğrenciler tarafından doldurulmuş oluyordu. Ayrıca, kampüs etrafındaki birçok kafe öğrenciler ve onların bilgisayar ve kitaplarıyla sarılmış durumdaydı. O zamanlarda, Birleşik Amerika’da geçirdiğim lisans ve lisans sonrası dönemimi anımsadım. Tabii ki, buranın bizim kendi güzel üniversitemizden ve sunduğu imkânlardan büyük bir farkı vardı: Güzel ama bir o kadar da yorucu İstanbul’un aksine, tüm Stellenbosch şehri üniversite için çalışıyor ve öğrencilere yiyecek içecek hizmeti sunuyordu. Ayrıca, dünyada ya da ülkelerinde meydana gelen olaylara karşı ilgisizlik, öğrenme deneyimime oldukça büyük katkıda bulundu.
Öğrenciler akşamlan zamanlarının çoğunu şehirde veya odalarında parti yaparak geçirirken, ben evimde takılıp kalmadım, şehirdeki yiyecek içecek yerlerine gittim; keseli antilop, devekuşu veya Afrika ceylanı ederinin tadına baktım. Bu sırada tabii ki yerel şarapları tattım, ki özellikle Pinotage ve Syrah benim için istisnai olarak güzeldi. Diğer günler, kurutulmuş et biltong ve Afrikalıların atıştırmalık olarak tükettikleri bir tür yerel sucuk olan droewors gibi yerel gurme lezzetlerle tanışmama vesile olan evimin yanında bulunan süpermarketi ziyaret ettim. Uzun yürüyüşler yaptım ve ağaçların güzellik ve dinginliğine, uzun gagasıyla bilinen yerel bir kuş olan ibis’in ilginç şekline hayran kaldım. Yağmurdan sonra toprağın kokusu ve yemyeşil doğaya bayıldım. Ve yerli halk, özellikle de siyahiler yanımdan geçerken bana “merhaba” dediklerinde oldukça şaşırdım. Her şeyin ötesinde kendimi buldum; ruhen, zihnen ve fiziksel olarak yenilendim. Yeni bir yer keşfettiğim başka bir macera yaşadığım ve ilhamsız geçen yıllardan sonra yeniden şiir yazabildiğim için minnettarım.
Stellenbosch, söz veriyorum, geri döneceğim.