Avrupa’nın en batısında, Atlantik Okyanusu’na bakan İngiltere’nin yanı başındaki İrlanda’nın sineması literatürde “ufak ülke sineması” olarak geçer. İrlanda ve sinema dendiğinde ilk öne çıkan Amerikan sinemasında yer alan ve İrlanda’ya atfedilen özellikleri barındıran filmlerin oluşturduğu klişelerdir. Anadili İngilizce olan diğer ulusal sinemalar gibi İrlanda da Hollywood menşeli Amerikan filmlerine maruz kalan ve on yıllar boyunca özgün bir ulusal sinema üretmekte zorlanan bir ülke.
Küçük bir ada ülkesi için İrlanda’nın etkileyici bir film yapımı tarihi var. 1910’lardan 1940’lara kadar tek tük film üretilen bir mekân. Daha sonra 1950’li ve 1960’lardan başlayarak İngiliz ve Amerikan sineması için egzotik mekân olarak kullanılmış. Avrupa Birligi üyeliği ile gelişen ekonomisi ve sinema kurumlarının devlet desteği vermesiyle birlikte 1980’ler ve 1990’larda özgün bir İrlanda bağımsız sinemasından söz edilmeye başlanıyor. Günümüzde Oscar’a aday olan ve alan; Neil Jordan (Crying Game), Jim Sheridan (My Left Foot) ve Lenny Abrahamson (Room) gibi önde gelen uluslararası film yönetmenleri var. Aynı zamanda yeni nesil Kirsten Sheridan, John Carney (Once) ve Lance Daly (Black 47) gibi yeni yetenekler de yurt içi ve yurt dışında seyirci buluyor. İrlanda film sektörü her an değişebilen ekonomik koşullara bağlı. Ancak yerel seyircisi bu filmleri görmek istiyor. En son tiyatro yazarı ve yönetmeni Martin McDonagh’nın birbiri ardına çektiği filmler (In Bruges) ve kardeşi Michael McDonagh’ın kara komedileri (The Guard, Calvary) İrlanda gişelerinde milyonlarca Euro bıraktı ve dünya çapında sinemalarda gösterildi. Günümüzde Liam Neeson, Cillian Murphy, Brendan Gleeson (ve oğulları), Stephan Rea, Stuart Graham, Saoirse Ronan ve Ruth Negga gibi oyuncuları hem yerel hem de uluslararası tanınırlığa sahip.
Basit ve Sade Başlangıçlar
Sessiz film endüstrisinin ortaya çıktığı ilk yıllarda, Sidney Olcott ilk İrlanda filmi olan The Lad From Old Ireland’ı, 1910’da tamamladı. Bunu takip eden yıllarda 1926’da Paskalya Ayaklanması’nın 10. yıldönümünde İrlanda Bağımsızlık Savaşı›nı arka plana alan bir melodram olan Irish Destiny bağımsız İrlanda Cumhuriyeti’nin ilk filmi oldu. Sinemada sesli filmlere geçildiğinde İrlanda, güzel manzaralarıyla yabancı yapımcıların akınına uğradı ve Abbey Tiyatrosu gibi İngiliz aktörlerinin yoğunlaştığı oyunculardan da istifade eden yabancı filmler çekildi. İrlanda’da çekilen ilk filmlerden biri belgeselci Robert Flaherty’nin 1934 tarihli, İrlanda kıyısındaki Aran adasında yaşayan bir balıkçı olan Colman King’in aile hayatı ve hayatta kalma hikâyesini anlatan Man of Aran adlı filmdir. Yirmi yıl sonra, 1952 yılında İrlanda kökenli Amerikalı yönetmen John Ford, bugün dahi İrlanda’yı ve halkının imajını tanımlayacak bir film olan Sessiz Adam (Quiet Man) filmini yaptı. Sessiz Adam geçmişinden kaçan bir boksör (John Wayne), kan davalısı (Sean Thornton) ve âşık olduğu İrlandalı köylü kızın (Maureen O’Sullivan) etrafında kırsal bir köyde geçen bir göç hikâyesiydi. Filmdeki doğal mekânlar, kırsal yaşam tarzı, karakterlerin aşırı duygusal hareketleri İrlandalılar hakkında basmakalıp fikirlerin dünyaca yayılmasına etken olan kültürel bir etkiye sahip oldu.
Bir Dönüm Noktası: Ryan’ın Kızı
1960’ların en ünlü yönetmenlerinden David Lean 1970 yılında İrlanda’ya gelir ve Ryan’s Daughter filmini çeker. O dönem için rekor sayılabilecek 10 milyon dolar bütçeli filmde Robert Mitchum ve Sarah Miles gibi yetenekli İrlandalı oyuncular rol alır ve Kerry bölgesinin Dingle kasabasında tam on sekiz ay süren sorunlu bir çekim sürecinden sonra film gişede hezimete uğrayarak yönetmenin kariyerindeki en başarısız film olur. Filmin çekimini zorlaştıran ise fırtınalı havadır. Birinci Dünya Savaşı’nda İngiliz askerlerince işgal altında gösterilen, bir İngiliz asker ile İrlandalı bir kız arasındaki imkânsız aşkı anlatan film tam iki yıl sinemada gösterimde kalır ve iki Oscar ödülü kazanır. Bu dönem, İrlanda Sineması’nın uluslararası yapımlara açık olduğunu gösteren örnekler ile doludur. Douglas Sirk’ın 1955 tarihli Kaptan Lightfoot, Michael Anderson’un 1959’daki gerilim filmi Shake Hands with the Devil ve Stanley Kubrick’in 1975’teki Oscar alan filmi Barry Lyndon İrlanda adasını bir film üretim üssü olarak tanımladı ve ülkeye milyonlarca dolarlık sermaye girişini sağladı. Bu süreçte film oyuncuları ve teknik ekipler yetişti ve 1980’lerdeki bağımsız sinema için zemin oluşmuş oldu.
Birinci Dalga:
1970’ler 1970’lerin başında, bir dizi İrlandalı yazar ve yönetmen, yaşadıkları toplum hakkında, İrlanda sinemasının Birinci Dalgası olarak bilinen filmleri yapmaya başlarlar. Önde gelen yetenekler, Bob Quinn, Pat Murphy, Joe Comerford ve Cathal Black Hollywood filmlerinin İrlanda aksanlı yeniden yapımlarını üretmeye çalışmak yerine, politik bilinçle yerli hikâyelere ilgi duydular. Bob Quinn’in 1978 tarihli filmi Poitín, Sessiz Adam gibi filmlerde kurulan Hollywoodvari İrlanda klişelerini tersyüz etmek amacındaydı. 1982’de yapılan Pat O’Connor’ın The Ballroom of Romance filmi, İrlanda’da erkekler ve kadınlar arasındaki ilişkileri analiz ederken, Cathal Black’in 1984 yapımı Pigs’i, sıra dışı karakterlere sahipti. Pat Murphy’nin 1982 tarihli deneysel filmi Maeve ve 1984’lü tarihli Anne Devlin, İrlandalı kadın yönetmenler tarafından İrlandalı kadınların ilk defa anlatıldığı filmlerdir.
İkinci Dalga: Uluslararası Başarı
İrlanda sinemasının İkinci Dalgası, 1993 yılında İrlanda Film Kurulu’nun (Irish Film Board) yeniden oluşturulmasından sonra geldi ve Alan Parker’ın Dublin müziğiyle bezeli The Commitments’ın olağanüstü başarısı ile sonuçlandı. Kurulun öncülüğünde ve İrlanda vergi kanunlarının yeniden düzenlenmesiyle, İrlanda’da 1990’larda sinemanın icadından beri ülkede yapılan tüm filmlerden daha fazla sayıda film üretildi. Jim Sheridan, Dublinli yazar Christy Brown’un hayatını anlattığı 1989 yapımı biyografik filmi Sol Ayağım’ı (My Left Foot) yaptı. Bu filmin Oscar başarısını bir diğer yönetmen Neil Jordan’ın başarısı takip etti. Jordan Ağlama Oyunu (The Crying Game) filmi ile en iyi senaryo Oscar’ını aldı. İlk uzun metraj filmi olan Angel ile Neil Jordan 1982’de başlayarak İrlanda’nın zengin edebi kültürüne en yakın bağları olan film yönetmeni oldu. 1997’de The Butcher Boy ve 2005’te Pluto’daki Kahvaltı ile derin bir muhafazakâr, geriye dönük düşünce toplumunda yerlerini bulmak için mücadele eden marjinal karakterlere olan takıntısının altını çizdi. Sheridan ve Jordan’ın ardından, yeni yönetmenler uluslararası seyirciyi hedefleyen, Avrupa fonları ve devlet desteği ile şekillenen yeni bir sinema anlayışı oluşturdular. Bunların arasında Paddy Breathnach Ailsa, 1994- I Went Down, 2000 ve Man About Dog, 2004 ile eleştirel ve ticari beğeni topladı. Gerard Stembridge’in 1994 tarihli filmi Guiltrip, aile içi şiddetin içtenlikte tartışıldığı ilk filmlerdendir.
Yeni Kuşak: Küresel Sinemanın Askerleri
Son yıllarda, İrlanda sineması, yerli film yapımcılarının uluslararası açılımıyla küresel bir sinema haline geldi. Yönetmen Lenny Abrahamson, 2004 yılında İrlanda’nın Trainspotting’i diyebileceğimiz ve Dublin’de amaçsızca yaşayan iki eroin bağımlısını anlattığı Adam ve Paul’u yaptı. Abrahamson oyuncudan üstün performans alışı ve sıra dışı hikâye anlatımını Garage ve Room ile sürdürdü ve Brookyln filminin yönetmeni John Crowley ile birlikte en çok bilinen yeni kuşak İrlandalı yönetmen oldu.
Temalar: Bağımsızlık ve Varolma Mücadelesi
İrlanda’nın kuzeyinde üretilen ve İngiltere kontrolünde bulunan bölgede üretilen filmler 1968-1997 arasında geçen sorunlu (the Troubles) dönemi anlatan filmlere de mekân oldu. Les Blair’in 2002 draması H3, 1980’lerde açlık grevlerine sahne olan Maze isimli hapishanede geçer. Aynı şekilde, aktör Michael Fassbender’ın dünya sinemasına tanıtan Steve McQueen’in yönettiği Hunger (Açlık) filmi de açlık grevinde ölen Bobby Sands’in son günlerini anlatır. Paul Greengrass, 2004 yılında Bloody Sunday adıyla Derry kentinde İngiliz askerlerin ateş açarak öldürdüğü İrlandalı göstericileri anlatan “Kanlı Pazar” gününün filmini çekmiştir. İngiliz yönetmen Ken Loach,2006 yılında, İrlanda Kurtuluş Savaşı sırasında geçen ve bölünmüş bir aileyi anlattığı filmi The Wind that Shakes the Barley (Arpa Sallayan Rüzgar) ile Cannes Film Festivali’nde Büyük Ödülü’n sahibi olur. 2009 yılında, Alman yönetmen Oliver Hirschbiegel, Kuzey İrlanda’daki barış sürecini anlatan Liam Neeson ve James Nesbitt’in oynadığı Five Minutes of Heaven ile meseleyi doğrudan ele alan ilk filmlerden birini yaptı. Benzer şekilde ‘71 filmi de Kuzey İrlanda’daki çatışmaları dışarıdan bakan gözle anlatan bir filmdir. Bunun yanında Kuzey İrlanda’daki siyasal ve toplumsal yıkımı dolaylı yoldan anlatan yerli yönetmen filmleri de vardır. Bunlardan başarılı olanları The Survivalist (Stephen Fingelton), Bad Day For the Cut (Chris Baugh) ve The Dig’dir (Ryan Tohill). Bu filmler aynı zamanda Netflix’te gösterilen ilk İrlanda filmlerindendir.
Kısa Film: Ödül Makinesi
Özelikle İrlanda’da belgesel sinemacılık ve kısa filmcilik de yaygındır. İrlandalı yönetmenler kısa filmde neredeyse her yıl bir Oscar adaylığı almakta bazen de bu kategoride ödül almaktadır. Bunların en bilinenleri bir ilkokul öğrencisinin öğretmenine olan aşkından dolayı onun nişanlısını düelloya davet ettiği bir ilk aşk filmi olan The Crush’tir.
Benzer şekilde tiyatro yazarı Martin McDonagh’in ilk filmi olan ve bir seri katilin tren yolculuğu yapmasını anlatan 6 Patlar (Six Shooter) kısa film dalında Oscar alan filmlerdendir. Son yılların Boogaloo and Graham (Michael Lennox) ve Cry Rosa filmleri benzer şekilde yönetmenleri uluslararası arenaya taşıyan ve devlet kaynaklı sanatçı desteğinde neler başarılabileceğini gösteren önemli örneklerdir. Hem Irish Film Board hem de Northern Ireland Screen her yıl milyonlarca euro değerinde genç yeteneklere destek sağlayarak ulusal İrlanda sinemasının gelişmesine katkıda bulunurlar.
Son Dönem: Küresel Açılımlar
2008’de dünyayı vuran ekonomik kriz ve bunun toplum üzerindeki etkisini anlatan bir dizi film yapılmıştır. Dublinli yönetmen Ivan Kavanagh, 2010 yılında, Fading Light ile bir aile dramını anlatırken, Brian Lally’in 8,5 Saat’i, başarısız bir yazılım şirketi ve kontrolden çıkan personelinin hayatından kesitler verir. Darragh Byrne Parked ile devlet sistemi tarafından evsizliğe zorlanan ve geri dönmek zorunda kalan bir göçmenin öyküsünü anlatırken, Brendan Muldowney’in Savage’ı da toplumun giderek daha fazla şiddete maruz kalmasını eleştirir. Margaret Corkery’nin Eamon filmi İrlandalı kadın sinemacıların oluşturduğu yeni sinema dalgasının temsilcilerinden. 32A ile yönetmen Marian Quinn, Oscar ödüllü Juanita Wilson Lady Bird, Brooklyn ve Atonement filmleri ile Oscar adayı olan Saoirse Ronan ve Book of Kells ile Oscar’a aday olan animasyon yönetmeni Nora Twomey bu yeni dönemin yıldızları. Günümüzde İrlanda’nın yeşil alanları kayalık fırtınalı sahilleri Star Wars: The Last Jedi ve Game of Thrones gibi film ve dizilere ev sahipliği yapmaya devam etmekte. Bunun yanında Amerikan film ve dizileri hala İrlandalıları yari vahşi duyguları olan ilginç tipler olarak sunmaya devam ediyor (yakın dönem American Gods dizisindeki Lapricon Mad Sweeney ve Essie MacGowan karakterleri buna en iyi örnektir). Adanın bölünmüş yapısı, devlet destekli ortak Avrupa yapımcıları, teknik ve estetik tecrübesi olan ekipleri ve uluslararası yıldız oyuncu ve yönetmenleri ile İrlanda sineması dünya ölçeğinde adını daha çok duyuracağa benziyor.