Aslında, herkes IŞİD'i sırf hava operasyonlarıyla saf dışı etmenin mümkün olmadığını biliyor. IŞİD'in tamamen çökertilmesi için kara harekâtına ihtiyaç var. Ama açıkçası kimse askerini bu cepheye sürmek istemiyor. Kimse karada angaje olmak istemiyor. Bunun için "elini taşın altına koy"up; "heey, ben de buradayım", demekten kaçınıyor.
Ankara, hâlâ akıllanmadı...
Hala (öncelikli olarak), Şam'daki rejimle uğraşıyor. Kendi dış politikasında, bütün kriterleri ve elindeki bütün kozlarını tek bir şey için kullanıyor: "Beşar Esad'ın Suriye halkı tarafından iktidardan indirilmesi."
Evet, belki eli kanlı, acımasız bir diktatörle karşı karşıyayız ve Beşar Esad, orada kaldıkça Suriye'de hiçbir şey düzelmeyecek. Bunun doğruluğunu herkes kabul ediyor. Ama iş "önceliklere" gelince, ortalık bayağı bir karışıyor...
Ankara dışındaki hemen herkes "Beşar yönetimi"ni, IŞÎD ya da El Nusra gibi îslami örgütlerin iktidarda olduğu bir yönetime yeğliyor. Kısacası, Esad, bu örgütlerin yaptıklarının yanında pek bir masum kalıyor...
Ayrıca, unutmamak gerekir ki, Rusya'nın, Akdeniz'deki tek deniz üssü, Tartuma'da (Suriye'de). Bununla birlikte, hali hazırda İran'ın Lübnan'da Hizbullah'a ve Gazze'de Hamas'a gönderdiği silah ve paraların kavşak noktası da Suriye... Bu, Ortadoğu'daki tüm dengeleri altüst ediyor. Bu nedenle Beşar Esad, uluslararası arenada sırtını Rusya ve İran'a dayamış durumda. Bunlar bir yerde, Beşar Esad ve ailesinin "güvencesi"; "sigortalan" oluyor...
Kaldı ki, daha herşeyin başında uyarmıştık: "Beşar Esad, askerlerini Suriye-Türkiye sınırından; Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölgelerden çekince, Ankara kendini PKK (Suriye'de PYD) ve El-Kaide (Suriye'de El Nusra ve şimdi de IŞİD) arasındaki bir savaşın ortasında; sıkışmış kalmış buldu.
Bu durum, o kadar aleni hale geldi ki şimdi herkes bunu konuşmaya başladı. Bir yanda "Esad Rejimini" yıkması için başta "zımmi destek" gösterilen; ya da en azından "göz yumulan" Sünni Muhalefet" (El Nusra, IŞİD v.s.), öte yandan, devam eden "çözüm süreci" yüzünden Türkiye'nin (bir şekilde) destek vermesi beklenen PKK sempatizanı, Suriyeli Kürtler... Tahmin edebileceğiniz gibi, "İki camii arasında bînamaz kalma" durumu fazla süremedi. Devreye Amerika Birleşik Devletleri (ABD) girince ve Ankara'nın "rehineler çekincesi" ortadan kalkınca, Ankara tavrını belirlemek zorunda kaldı.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu'nda yaptığı ve tüm dünyada yankılanan konuşmasında ilk defa Türkiye'nin resmi tavrını ortaya koydu: "IŞİD, bir terör örgütüdür"...
Cumhurbaşkanı Erdoğan bunu söyleyince öncelikle TRT haberlerinde, hükümet yanlısı gazete ve televizyonlarda, daha önce "savaşçı"; "militan" ya da "unsur" olarak gösterilenler bir anda "IŞİD teröristleri" oldular...
Ardından, KCK'dan ateşkesin bittiği açıklaması geldi.
Üstelik şu anda, Ankara'nın önüne yepyeni "durumlar" ve "sıkıntılar" çıkmış durumda.
Anlayacağınız, Ankara açısından durum çok daha vahim; çok daha kötü bir hale geldi...
IŞİD, tüm dengeleri altüst ederken, çözüm sürecini de zora soktu...
IŞİD şu anda tüm dünyanın karşı karşıya olduğu en önemli "bela" durumunda. Ve bu belayla karada savaşan; Kuzey Irak ve Suriye'de IŞİD'e başarıyla kafa tutabilen tek bir oluşum var; o da PKK. Evet, ABD gerektiğinde IŞİD hedeflerini, önce Kuzey Irak'ta ve sonra da Suriye'de havadan bombalamaktan çekinmedi. Ama, ne gariptir ki, karada bu terör örgütüyle en etkili savaşanlar PKK'lılar (veya PYD'liler). Asıl önemlisi de, bunu herkes; tüm uluslararası kamuoyu görüyor...
Dolayısıyla, bu durum hiçbir işe yaramazsa bile, PKK'ya yeni bir "manevra alanı" açacaktır. Ve herşeyden önce, Türkiye ile yürütülmeye çalışılan "çözüm sürecinde" örgüte yeni "kozlar"; yeni "kartlar/argümanlar" kazandıracaktır...
Daha da önemlisi, PKK dünya medyasında giderek "sempati" kazanıyor. Türkiye'nin konumu (izafi olarak) zayıflarken, PKK, Batı nezdinde kendisine yeni bir stratejik alan açıldığının farkında. Bu durum, örgütü pazarlık sürecinde daha talepkâr hale getirecektir.
Kaldı ki, ABD ve müttefiki olası Arap Devletleri ve Körfez Ülkeleri ile Avrupalı müttefikleri (İngiltere, Fransa, Belçika. Hollanda, v.s) sadece hava operasyonu yapıyorlar. Yani uzaktan "atari" oynar gibi sadece uçaklardan füzeleri kullanıyorlar...
Aslında, bunların hepsi de IŞİD'i sırf hava operasyonlarıyla saf dışı etmenin mümkün olmadığını biliyorlar. Arazide bu örgütü bitirecek bir güç lazım...
Evet, hava bombardımanlarıyla düşman yenilmez, ancak zayıflatılır. Bu aşamada yapılan da budur. IŞİD'in tamamen çökertilmesi için kara harekâtına ihtiyaç var. Bunu herkes biliyor, ama açıkçası kimse askerini bu cepheye sürmek istemiyor. Dolayısıyla bu aşamada bu iş Irak'ta peşmergelere ve Irak ordusuna, Suriye'de de dağınık muhalif güçlere ve özellikle de, Suriye'nin kuzeyindeki örgütlü Kürt direnişçilerine; yani PYD'ye (yani, PKK'ya) kalıyor.
Kısacası, IŞİD'in sadece Irak ve Suriye odaklı bölge için değil, bütün dünya için çok ciddi bir tehdit oluşturduğu konusunda artık uluslararası bir konsensüs var. BM Genel Kurulu'nda son yapılan konuşmalar, Güvenlik Konseyi'nde oybirliğiyle alınan karar, bunun açık göstergesi...
ABD liderliğinde de 40 ülke bir araya gelmiş durumda. Stratejik hedef, IŞİD'in "zayıflatılması ve ortadan kaldırılması". Ama, kimse karada angaje olmak istemiyor. Bunun için "elini taşın altına koy"up; "heey, ben de buradayım", demekten kaçınıyor.
Oysa basit bir terör örgütünün ötesinde farklı bir yapıya ve ideolojiye sahip IŞİD, çok hızlı bir şekilde Irak ve Suriye'yi hâkimiyeti altına almak ve hatta onu daha da yaymak peşinde...
Yani, şu anda bu örgütü askeri açıdan acilen durdurmak ve çökertmek gerekiyor.
Yoksa Ankara, PKK'ya verilecek askeri ve maddi yardıma karşı kendisini IŞİD'le savaşıyorken bulabilir...
Şu sıralar, Türkiye'de devlet içinde iki farklı üslup göze çarpıyor...
Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın New York gezisinde IŞİD'le birlikte PKK'ya yüklenmesiyle başlayan "IŞİD'e karşıyız; ama PKK'ya da aym şekilde karşıyız" görüşü... Askerler; yani Genelkurmay, bu gruba giriyor. Ordunun, sadece IŞİD değil aynı zamanda bölgede yükselen PKK/PYD aktivizminden de rahatsız olduğu çok net ortada.
Kimilerine göre, Meclis'e sunulan tezkere de, "güvenli bölgeler" stratejisi de, Suruç'ta günlerdir devam eden gazlı müdahaleler de, gazetecilere fısıldanan Genelkurmay Başkam Necdet Özel'in aslında Suriye'ye girmek istediği yolundaki haberler de, burada gerçek tehdit algısının IŞİD değil PKK olduğunu gösteriyor.
Öte yandan, arazideki durum bambaşka...
Kobani'de sınırlar kalkmış; IŞİD bize kafa tutar hale gelmiş; Türkiye koalisyonun dışında kalmış; PKK Kuzey Irak'ta peşmerge ve ABD'yle operasyon yapar hale gelmiş...
İşte bu yüzden, İmralı'da tıkanmış gibi gözüken müzakere süreci, geçen hafta yapılan temaslar sonunda (aniden) yeniden hareketlendi...
Aynı şekilde, Başbakan Ahmet Davutoğlu'yla görüşen HDP lideri Selahattin Demirtaş'ın çıkışta "IŞİD tehdidinin bölgeden bertaraf edilmesi için hükümetin ve muhalefetin yapması gerekenleri" konuştuklarını belirtmesi, Davutoğlu'nun yaklaşımını övmesi bizler için sürpriz olmadı...
Türkiye'nin artık giderek netleşen bir IŞİD stratejisi var....
Cumhurbaşkanının deyişiyle, Ankara; IŞİD'in Türkiye ve bölge için oluşturduğu tehdit karşısında şimdi "eskisinden farklı bir yol haritası"na sahip.
Bu farklılık veya değişiklik, IŞİD'in elindeki Türk rehinelerin serbest bırakılması sayesinde mümkün oldu. Ankara rehine krizi süresince çok ihtiyatlı davrandı ve IŞİD'e karşı oluşan koalisyona mesafeli durdu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın da belirttiği gibi, şimdi şartlar değişti, Türkiye hareket serbestisine kavuştu. Cumhurbaşkanı'nın New York'taki son temasları sırasında ve Türkiye'ye döndükten hemen sonra yaptığı açıklamalar ve tabii ki tezkere konusu, hükümetin IŞİD meselesinde ve daha genel olarak Ortadoğu'da izleyeceği yeni politikanın açık işaretlerini veriyor.
Amerika'nın ya da Avrupa'nın PKK'ya sağlayacağı herhangi bir desteğe karşı Ankara, kendi 'elini", hatta "gövdesini taşın altına koymak"tan ve "heey, ben de buradayım", demekten çekinmiyor...
Zaten, önünde başka bir seçenek de görünmüyor... Haydi hayırlısı....