Rusya'dan Sevgilerle isimli ilk James Bond filmi egzotik mekân olarak İstanbul’u seçeli 50 yıl oluyor. Şu anda Hollywood’da Türkler’i ve Türkiye’yi temsil eden 150’den fazla film olduğunu görüyoruz (Scognamillo 2006). Batının demokrasi anlayışına 60 yılı aşkın süredir bağlı olmasının ötesinde, liberal pazar ekonomisini kurup çok partili sistemi işlevselleştirse de Türkiye’nin Hollywood imajları hala doğulu. Peki Hollywood’a göre İstanbul kimin şehri? İstanbul’un imajında doğulu olan ne? Bu yazı İstanbul’da çekilen Skyfall ve Taken2 isimli filmler üstünden bu iki soruya cevap arayacak.
İstanbul Egzotizmi: Tarihî Bir Girizgah
Lumiere Kardeşler ve Pathe emperyal oryantal şehre kamera operatörlerini koyduğunda 1896 kadar erken bir yıldı. Ahmet Gürata ve Murray Pomerance film tarihinin ilk hareketli çekiminin Lumiere Kardeşler için kamera operatörleri Alexander Promio tarafından çekilen bu iki filmle gerçekleştiğini söylerler (Gürata 2011:34; Pomerance 2013:2). Farklı onyıllarda şehri başarıyla tasvir etmiş yönetmenler olmuştur. Bu filmlerde temiz, muntazam ve modem bir İstanbul şehri {İstanbul Sokaktan, 1931; Şehvet Kurbanı, 1940, yön. Muhsin Ertuğrul), Boğaz’ın güzel manzaraları {Yılmaz Ali, 1940, yön. Faruk Kenç) varken 1950’de çekilen Mehmet Muhtar’ın İstanbul Geceleri, Lütfi û. Akad’ın Kanun Namına (1952) filmi ve Halit Refiğ’in 1964 tarihli İstanbul’un Kızları isimli filmlerinde İstanbul’un kırsal alandan göçle birlikte geçirdiği yavaş dönüşüm gösterilir. 1958-1962 yıllan arasında Sirkeci, Eminönü, Ortaköy gibi denize yakın ve İstanbul’un eski bölgelerinde yer alan filmler bir sel gibi akan Alim Kafes (yön. Osman F. Seden, 1958), Üç Arkadaş (yön. Memduh Ün, 1958), Yalnızlar Rıhtım (Lütfi Akad, 1960), Şoför Nebahat (Metin Erksan, 1960) gibi filmler bize şehir boyunca farklı mekânlar ve yaşam tarzlarım görme imkânı sağlar. Mahalle, insanların birbirlerini tanıdıkları ve komşular olarak bir çeşit aile kodunu muhafaza ettikleri küçük sokaklar olarak birçok kez görülür. Kırık Çanaklar {yön. Memduh Ün, 1960), Üsküdar İskelesi (yön. Suphi Kaner, 1960), Otobüs Yolcuları (yön. Ertem Göreç, 1961), Üç Tekerlekli Bisiklet, Acı Hayat (yön. Metin Eksan, 1962) ve Külhan Aşkı (yön. Osman F. Seden, 1962) 1963 öncesi dönemde yapılan ve İstanbul’a dair ilerlemeci ve pozitif bir imaj yansıtan filmlerden bazdandır. Şehiri insanlar, göçmenler, turistler, sıradan vatandaşlarla dolu biçimde defalarca tasvir edilir. Ama Amerikan filmlerinde şehrin gizemli, egzotik, doğulu, örtülü kadınlar ve bıyıklı erkeklerin Arap Müziği’nin arka planda olduğu ve erkeklerin uzun süredir kullanılmayan hatta yasaldı olan fesleri taktığı bir şehir olarak tasvir edilmesi eğilimini görürüz. 1960’lardan günümüzde İstanbul’u konu alan Türk filmi sayısı bir hayli fazladır: Turist Ömer (yön. Hulki Saner, 1964), Karanlıkta Uyananlar (yön. Ertem Göreç, 1964), Suçlular Aramızda (yön. Metin Erksan, 1964), Son Kışlar (yön. Erdoğan Tokadı, 1965), Taşak Sokaklar (yön. Feyzi Tuna, 1965), İstanbul Tatili (yön. Türker İnanoğlu, 1968), Beyoğlu'nun Arka Takası (yön. Şerif Gören, 1986), 2 Süper Film Birden (yön. Murat Şeker, 2005) ve Beyaz Melek (yön. Mahsun Kırmızıgül, 2007).
The Rugmaker’s Daughter (yön. Oscar Apfel, 1915) ve The Virgin of Stamboul Batılılar tarafından yapılmış ilk anlatı filmlerindendir (yön. Tod Browning, 1920). Bu filmler tıpkı onlardan sonrakiler gibi Batılı bir kadının oryantal canavarlardan yine batılı bir kahramanca kurtarılması üstünedir. Hollywood filmleri mekânda çekim yapmaz. Bunun yerine projeksiyon teknikleri ya da stok görüntüleri kullanırlar. Gürata (2011: 24) bu filmlerin bir listesini yapar: Joumey Into Fear (yön. Norman Foster, 1943), Background to Danger (Raoul Walsh, 1943), The Mask of Dİmitrios (yön. Jean Negulesco, 1944), 5 Fingers (yön. Joseph L, Mankiewicz, 1952) İstanbul (yön. Joseph Pevney, 1957) ve You Can’t Win ‘Em all (1970).
From Russia With Love (yön. Terence Young, 1963) ve The World is Not Enough (yön. Michael Apted, 1999) olmak üzere Bond serisi filmleri İstanbul’u Skyfall’dan (yön. Sam Mendes, 2012) önce iki kez ziyaret etmişti. Bond serisinin 1963 tarihli ikinci filminde Türkler’in Kerim Bey ve bir çingene kadından ibaret olduğu bir şehir görülmüştü, özellikle gösterilen mekân Aya Sofya idi, yani Batı’nın hayal gücündeki son Hıristiyan mekânı. Jules Dassin’in Topkapi (1964) filmi formüle daha çok gizem ve doğu elması eklemiştir. Ardından Görevimiz Tehlike serilerinde kullanılan tavana bağlı biçimde giderek yapılan hırsızlık sahnesi dünyadaki kitlelerin akıllarına kazındı. Örneğin; Sidney Lumet’in Murdar on the Orient Express (1974) filmi de İstanbul’u bir komplolar şehri olarak gösterdi.
Nadiren de olsa İstanbul’u benzer bir anlamda fantezileştiren Avrupa filmleri de yapılmıştır. Vampros Lesbos (Jess Franco 1971) İstanbul’u bu dünyadan olmayan karanlık bir yer olarak sunar. Yıllar sonra Türk yönetmen Kutluğ Ataman Yerebatan Sarnıcı’na Serpents Tak (1992) isimli bir başka korku filmi çekmek için döner. Buradaki istisna Alain Robbe-Grillet’in L’lmmortelle (1963) filmi olabilir. Frankly filmi oryantal Robbe-Grillet’in kamerasını çevirerek yıktığı şehre dair fantezileri olan Avrupalılar’ın gözünden çekmiştir.
Alan Parker’ın yönettiği ve Oliver Stone’un yazdığı Midnight Express, uzun yıllar boyunca Amerikalılar’ın filmin korku tacirliği yüzünden şehri ziyaret etmemesine neden oldu. Filmlerin hapishane sahnelerini ele alışları dünya çapında bir rezaletti (Kaya Mutlu 2005). Midnight Express kalabalık bir pazarda geçen bir kovalamaca, insanlarsa yalnızca Batılı insanların izleyicileri olarak meydana çıkıyorlar. Kadın imajı örtülü durumda. Egzotik oryantal kadının bedeninin karanlık arzuların olduğu bir ortamda saklanması ve bedenin örtülmesi gerektiğine dair gizli belirtiler yakalıyoruz.
Kapalıçarşı haset ve arzunun bir başka mekânıdır. Bond (Daniel Craig) motorsikleti kötü adam tarafından takip edilir. Motorsikletli Kapalıçarşı’nın içine, Bond’un gittiği çatıya girer ve eski çarşının dar koridorlarına dalar. Bu kovalama yalnızca saniyeler sürer ancak mekân hakkında oryantal bakışı vermeye yeterlidir. Oryantal müzik (Arapça) çalar, adamlar kaçarken kaos vardır. İstanbul’un sokakları Bond takım arkadaşlarının öldüklerini keşfederken sergilenir. Karanlıktaki görüntü sepya (oryantal) rengi ile karşılaştırılır. Bizler seyirci olarak biliyoruz ki orası düzenbazlık ve hilenin yeri.
İstanbul’a yönelik Hollywood oryantalizminde yansıtılan bir diğer nitelik sesin ve kaosun mekânı olmasıdır. Bond’u izleyen araç bir motosiklet kovalamacası sırasında esnafa çarpar. Tüm olup biten ne olduğunu bilmeyen insanlar tarafından pasif biçimde gözlenmektedir. Sirkeci sahnesini de içeriyordu ki Amerikan filmleri şehri bu tarz ortamlarda göstermeyi seviyordu.
Günümüzdeki uluslararası yapımlar İstanbul’u uluslararası komplonun meskeni olarak kullanıyor. The Accidental Spy (yön. Teddy Chan, 2001) Fay Grim (yön. Hal Harley, 2006), Mission İstanbul (yön. Apoorva Lakhia, 2008) ve The International (yön. Tom Tykwer, 2009) standart mekânlarda yapılan çekimler içeriyor: Yerebatan Sarnıcı, Kapalıçarşı ve Sultanahmet Camii.
Skyfall: Karanlık Bir Şehir Olarak İstanbul
2012’de James Bond romanlarının film uyarlamalarının yapılışının 50. yıldönümü kutlandı. Yapımcılar Michael Wilson ve Barbara Broccoli İstanbul’u bu başarılı film franchise’ının 23. ürünü olan Skyfall için açılış sekansı olarak seçtiler. Filmin ilk 13 dakikası oryantalizmin kente yönelik temel önyargılarının tamamım temsil ediyor.
İstanbul’a yönelik en oryantalist yaklaşım ise kentin içinde yaşayanlara değil abidelere ait bir kent olarak gösterilmesi. Kent ve Eminönü tüm canlı ve renkli şehir hayatıyla Batılılar’ın içinden geçtiği dar sokaklarda, Kapalıçarşı’nın çatısında ya da arkada Sultanahmet Camii’nin görünümüyle görünmektedir. Türk bayrakları sürekli olarak kovalamaca halindeki Batılılar’ın kafalarının üstünde görünmektedir böylece olayın gerçekleştiği yerin aslında Türkiye olduğu gösterilmektedir.
Tren sahnesinde Batı film yapımlarının istedikleri mekânları, istediklerinde nasıl sahte mekânlarla değiştirebileceklerini görüyoruz. Skyfall’da her ne kadar açılışta yakın bir noktada tren istasyonu olsa da İstanbul’da olmayan türde yollar ve dağlar görünmektedir. Tren sahnesi bir Akdeniz şehri olan Adana’da çekilmiştir. Bond yapım ekibi binlerce kilometre uzaktan bir treni getirerek iki noktayı film anlatısı içerisinde bağlamıştır. Ve yine şaşırtıcı olmamakla birlikte aynı yıl Akademi Ödülü’nü alan Argo (yön. Ben Affleck, 2012) da İstanbul’u İran olarak kullanmıştır.
Taken2: Herşeye Kadir Batılı!
Liam Neeson’un başardı CIA ajanı Bryan Mills Kim’i (Maggie Grace) başka bir yerde beladan kurtarmıştır. Luc Besson taralından yazılan ve yapımı gerçekleştirilen laken 2 (yön. Olivier Megaton, 2012) kente daha pozitif yaklaşımlar getirse de yine de Hollywood filmlerinde bulunan oryantalist klişeleri kullanmaktadır. Bu sefer Müslüman bir Arnavut çetesi Bryan’m ailesinden intikam almaya karar verir ve onu ve eşi Lenore’u (Famke Janssen) kızlan Kim’in onları bulup kurtarması için bırakarak kaçırırlar.
Taken 2’de Türk bayrağı kendisini daha ulusal bir hava vermek için gösterir. Camiiler bayraklarla bezenmiştir. Türk bayrakları dükkanlarda ve diğer binalarda asılı olarak görülür. Skyfall’da olduğu üzere Türk bayrağını göstermedeki bu inat Hollywood’un deniz ötesi prodüksiyonunun yerel otoriteleri etkileme çabası olabilir. Bayrağın oradaki varlığı, orada olmaması halinde milli bir alandan ziyade ‘oryantal’ bir yerde yüründüğü algısının oluşmamasının istenmesine bağlı olabilir.
Kullanılan mekânlar bir önceki filmlerle benzerlik gösterir. Sultanahmet Camii defalarca gösterilir. Galata Köprüsü’nün havadan çekimleri sayısızdır. Bryan ve Kim arasındaki sohbet Boğaz boyunca geçen bir feribotta çekilmiştir. Bryan, Türk çayı içer ve Avrupa ile Asya üstüne konuşur ve İstanbul’un fethinin dünya tarihindeki öneminden bahseder. Bu tür diyaloglar Türkiye’deki turizm bakanlığının uluslararası ortak yapım anlaşmalarına bağlanabilir. Yolculuk boyunca Sultanahmet Camii’nin Batılılar’ın gösterildiği anlarda daha soğuk tonlarda görürüz.
Eminönü ve Kapalıçarşı çevresi belirgindir. Skyfall’da ki çatı kovalamacasının aynısı Kim, teröristler tarafından kovalanırken de gerçekleşir. Sokaklar insanlarla doludur ve yine tüm kadınlar başörtülüdür. Bazı sahnelerde kadınlar gözlerini de kapatan burkalar giymektedirler. Kim, babasını beklerken bir kadın onu örtünmediği için azarlar. İstanbullu kadınlar ayrıca orta sınıf başörtüsüz kadınlar olarak önyargılı yaklaşımı dengelemek amacıyla da gösterilmişlerdir.
Taken 2 bir kez daha İstanbul’u entrikaların döndüğü ve kötü adamların gizli eski müttefikleriyle cirit attığı bir yer olarak göstermektedir. Arnavutluk’tan gelen Müslüman teröristler dar sokaklarda sepya renklerle gösterilirken bir araba kovalamacasında Bryan BMW’sini sürerken tahribat oluşturmaktadır. Satıcılara, motorsikletlilere çarpıp onların düşmesine neden olmaktadır. Polisle kovalamacası sırasında bir polis komiserim de vurur. The Boume Ultimatum filmine benzeyen bu kovalamaca İstanbul’daki Amerikan Elçiliğii’nde son bulur. Bryan’ın son kavgası bir buhar banyosundadır. Kovalamaca ve kavga sahneleri The Boume Identity (yön. Doug Liman, 2001) filmindekilerle benzerlik gösterir.
Sonuç
Ahmet Gürata’ya göre: “... erken dönem seyahatnamelerinden beri İstanbul’un sinemadaki temsili pek değişmemiştir. Kozmopolitan bir şehir olarak İstanbul tıpkı Doğu-Batı, Komünist-Kapitalist, Asyalı-Amerikalı ve Egzotik-Modern gibi birçok ikili karşıtlık ortaya çıkarır” (2011, 25). Sinema ve kültürel nitelikler ile normların ulusal sinemalar tarafından empoze edildiği şehirler üzerine çalışmalar yapılmıştır (Brunsdon 2012; Göktürk ve Soysal 2010).
Hollywood oryantalizminin önyargısı bugün de uluslararası ortak yapımlarla İstanbul’un entrikaların döndüğü karanlık bir yer olduğu Batılı bir film tasavvuruyla sürmeye devam etmektedir (Burris 2008). İstanbul; başörtülü kadınların, kara sakallı adamların, kaosun, Kapalıçarşı’nın, Sultanahmet Camii’nin ve Galata Köprüsü’nün şehri konumundadır. Kent filmlerde Bati, ile Doğu arasındaki köprü değil, Hollywood için Batı’nın sona erdiği yerdir.