Ahilik geleneği bu toprakları yoğurdu, şekil verdi. Silahla değil, zanaatle kimlik kazandı Anadolu. Kimi zaman Konya'daki İnce Minareli Medrese'nin kapısında gördük o maharetli ellerin izlerini, kimi zaman da Bursa Yeşil Camii'nin mihrabında... O eller, fetihle birlikte İstanbul'u, Haçlı işgalinden beri yoksun olduğu zerafete kavuşturmaya geldi.
Şehrin yeni sakinlerinin, İstanbul olarak tanıdıkları ilk bölgeydi Karagümrük. İsmini de şehre kervanlarla getirilen malların kabul edildiği, toplanıp dağıtıma hazırlandığı, aynı zamanda Anadolu ve Rumeli'den gelen göçün kontrol edildiği yer olması nedeniyle, burada kurulmuş olan gümrük eminliğinden aldığı söylenir. Gerçekten de neredeyse Cumhuriyet’in ilanına kadar Karagümrük bu kimliğini kaybetmedi. İstanbul'un tek kara gümrüğü olduğu için de Kara Gümrüğü- Karagümrük olarak söylenegeldi.
Zanaatin Doğduğu Semt
Haliç'e bakan taraf kadar yoğun yerleşim olmayan bu bölgeye, İstanbul'un fethinin ardından Edirne'den, Bursa'dan gelen Osmanlı zanaatkârları yerleşmeye başlamıştı. Her bir sokak kendi dalında usta zanaatkârların dükkanları ve atölyeleriyle doldu taştı. Yeni ahaliden beceri sahiplerinin yerleşmesi, Karagümrük'ü kısa sürede bir zanaat merkezi haline getirdi. Semtte o dönemden bugüne hiçbir atölye ya da dükkân kalmasa da geriye kalan isimler, bize İstanbul'un ilk semtinin zanaatkârlar çevresinde büyüdüğünü gösteriyor. Meydana açılan sokak isimleri hangi bölgede hangi işin yapıldığını apaçık söylüyor aslında... Sahtiyancı sokak, Lüleci Yekta Sokak, Yazmacı Hüsrev Sokak, Kepenekçi Numan Sokak, Nakkaş Levni Sokak, Tahtacılar Sokak, Rendeciler Sokak, Keçeciler Caddesi, eski ismi Lökümcüler Caddesi olan Prof. Naci Şensoy Caddesi bunlardan bazıları...
Sadece zanaatkârlar değil esnaf da Karagümrük'ün önemli bir kısmım teşkil ediyordu... Meşhurlarından bazılarının isimleri sokak tabelalarında bugüne ulaştı. İşkembeci Malik Sokak, Kömürcü Bahadır Sokak, Sütçü Murat Sokak, Saka Bekir Sokak ve Cevizci Ekrem Sokak Karagümrük'ün o dönem surlara yakın bir kenar mahalle gibi görülmediğini, alışverişin yoğun olduğu, hareketli ve yaşayan bir semt olduğunu gösteriyor...
İstanbul'un Girişi Tasavvufun Merkezi
Karagümrük ticaret olduğu kadar din eksenli de yaşayan bir semtti. Osmanlı'da kahvehaneler yaygınlaşmadan önce esnaf ve zanaatkârların evlerinden sonraki uğrak noktalan tekkelerdi. Bunlardan en ünlüsü Nurettin Cerrahi Tekkesi bugün de faaliyettedir. Kabakulak Tekkesi, Tepedelenli Ali Paşa'nın yaptırdığı Ejder Sadi Tekkesi ve Acıçeşme'deki Şeyh Makarna Tekkesi'nin yerlerinde ise yeller esiyor. Bunun yanında adını burada saymadığımız ya da bilmediğimiz birçok tekke yer alıyordu.
Kırmızı-Siyahlı Tulumbacılar
İstanbul... hiçbir şeyden çekmedi yangınlardan çektiği kadar... Belki de güzelliği nazara getiriyordu bu şehri! Karagümrük de yangınlardan en çok nasibini alan semtlerden biriydi. Tabii olarak tulumbacıları da çoktu. Gücüne, kuvvetine güvenen, çoğunlukla kabadayılardan oluşan tulumbacılar, siyah şalvar üstüne kırmızı cepken giyerlerdi. Siyah dumanı, kırmızı ateşi simgeliyordu. Asırlar geçti; bu renkler 1926’da kurulan Karagümrük Spor Kulübü'nün renkleri olarak kabul edildi.
İstanbul'un fethinden bu yana esnaf ve zanaatkârlarıyla büyüyen Karagümrük, bugün de aynı yerde çarşısıyla, meydanıyla bu geleneği sürdürüyor. Eskiye nazaran esnafı zanaatkârından daha fazla olsa da, klasik Osmanlı semt çarşısı özelliğini kaybetmemiş durumda. O çarşı üzerinde Evliya Çelebi'nin anlattığı haftalık semt pazarı da hala kuruluyor, dolup taşıyor.