Günümüzde; sanat yapma biçimleri üzerine yeniden düşünen, günlük hayatımızı düzenlerken ve yaşadığımız mekânların kullanımını planlarken farklı sanat pratikleri yardımıyla yaşamın içine nüfuz eden, müdahale eden sanatçılarla karşı karşıyayız. Batılı sanat tarihine baktığımızda, çeşitli dönemlerde yaşam - sanat sınırını farklı şekillerde ihlal eden, geçişkenliği araştıran sanat akımlarının varlığından haberdarız. Birinci Dünya Savaşı sonrası Dadacılar, 1950 sonrası disiplinler arası çalışmalar ile performans sanatçıları, feminist sanat pratikleri ile uğraşan sanatçılar, postmodern dans sanatçıları bu anlamda yeni araştırmalar ve müdahale yöntemleri geliştirerek günlük hayatımızı çok daha renkli ve sanatsal bir yola soktular.
Günümüze geldiğimizde ise çok önceden beri varolan bu sanatsal ihlal ve müdahale damarının çeşitlendiğini, özellikle internet ortamının da yardımıyla eskiye nazaran çok daha etkili ve geniş nüfus tarafından hızla paylaşılan, ulusal sınırlamaları çok kolay aşan bir hale geldiğini söyleyebiliriz. Geçtiğimiz senelerde, Kuzey Afrika’da ve Ortadoğu’da yaşanan politik devrimlerin sanal ortamdaki örgütlenmeler ve haber paylaşımı olanaklarıyla tetiklendiğini hepimiz deneyimledik. Günümüzde bu ortamları yaratmak için uğraşan ve yeni sanatsal, sosyal, politik diller geliştirmeye çalışan birçok sanatçı ve sanatsal inisiyatif grupları var. Bunlardan biri, The Yes Men grubu, sosyal aktivist iki sanatçı olan Andy Bichlbaum ve Mike Bonnano’dan oluşuyor. “Taktik medya eylemleri” dedikleri eylemler geliştirerek problemli sosyal meseleler üzerinde bir farkındalık oluşturmaya çalışıyorlar. Eleştirdikleri kurumları ve kişileri temsil ediyormuş gibi gözüken sahte internet siteleri tasarımlarıyla birçok medya kanalına ulaşan ve eleştirdikleri karakterleri gerçek hayatta “perform” ederek, halkı bu kişi ve kurumların dünya menfaatine karşı işledikleri suçlara karşı uyaran, bilinçli hale getiren “performans” lar yapıyorlar. Bazı işlerinde tasarlanmış objeler de kullanıyorlar. Bu grupla ilgili 2003 yılında hazırlanmış, yönetmenliğini Dan Ollman ve Sarah Price’ın yaptığı The Yes Men başlıklı bir belgesel film de mevcut. 2009 yılında, yönetmeliğini Kurt Engfehr ve sanatçıların kendilerinin yaptığı bir başka film ise The Yes Men Fix The World, başlığıyla karşımıza çıkıyor.
Amerikalı Suzanne Lacy, sanatla sosyal sorumluluk projelerini yanyana götüren bir başka sanatçı. 1994’de “The Roof Is On Fire/ Çatı Yanıyor” isimli çalışmasında, Kaliforniya, Oakland’da ikiyüzü aşkın lise öğrencisinin katlı bir otoparkın en üst katında arabaların içinde oturarak gerçekleştirdikleri tartışmalar daha çok siyah renkli genç nüfusun yaşadığı problemlere odaklanıyor. Medyadaki steryotipler, ırkçı yaklaşımlar, az ödenekli devlet okulları, vb. Oakland’da yaşayan bin küsur kişiyi aşan bir seyirci kitlesi otoparkın çatısına bu “performans”ı gözlemeye davet ediliyor. Lacy, 30 yılı aşkın süredir sosyal içerikli kamusal diyalog geliştiren yaratıcı performanslar düzenleyen bir sanatçı, aynı zamanda kullandığı kamusal alanları da dönüştürüyor ve yeni bir estetik algı geliştiriyor. Sanatçının kendine ait bir web sitesi de mevcut.
(www. suzannelacy. com)
Türkiye’de bu şekilde çalışmış ve halen varlığını sürdüren sanatçı gruplan, inisiyatifler ve çeşitli dernekler var. Medyada çok görünür olmasa da; toplumsal hayata sanatsal müdahalelerde bulunan, farklı iletişim ve görünürlük biçimleri oluşturan, sivil inisiyatifi hiçe sayan dayatmacı politikalara muhalefet etme yollarını geliştiren ve alışılmadık estetik paylaşımlar yaratan bu sanatçılar ve sivil topluluklar belli tarihsel dönemlerde sessizleşseler de varlıklarını sürdüreceklerine inanmak istiyoruz. İlk akla gelen örneklerden biri olan Assos Uluslararası Gösteri Sanatları Festivali, 1995-1999 yıllan arasında, her sene kendisi de yönetmen - oyuncu olan Hüseyin Katırcıoğlu önderliğinde, Behramkale köyünde gerçekleştirildi. Bu festivalin, Türkiye’de gerçekleştirilen ve hem içerik hem de estetik anlamda yeniyi arayan, uluslararası platformda özgünlüğü ve kalitesiyle adını duyuran diğer festivallerden en önemli farkı şuydu: Farklı sanatsal disiplinlerden gelen bir çok sanatçı üç hafta Behramkale köyünde yaşayıp, yöreye özgü işler üretir ve üç haftalık üretim sürecinin sonunda, işlerini / performanslarını /oyunlarını Behramkalelileri ve çevresinden gelenleri, İstanbul ve dünyanın diğer şehirlerden gelen sanatçıları kapsayan festival izleyicisine sunardı. Daha da önemlisi festival köyde ve yerlilerin katılımıyla gerçekleşirdi. Özellikle çocuklar, sonra gençler ve erkekler, son olarak kadınlar üretim süreci de dahil olmak üzere festivale değişik seviyelerde katılıp, kendi yaratıcı yönlerini keşfeder ve izleyicilerle paylaşırlardı. Konuyla ilgili Sabancı Üniversitesi’nde 2008 yılında Özgül Akıncı tarafından tamamlanan “Remembering the Assos International Performing Arts Festival Through the Iconic Memory of Hüseyin Katırcıoğlu: Reading the Rural- Urban Divide Through Gender, Humour and Reflexive Ethnography” başlıklı bir yükseklisans tezi bulunmakta. Hüseyin Katırcıoğlu, talihsiz bir şekilde 1999’da hayatını kaybettikten sonra başkalarının devam etme çabaları olsa da, festival Katırcıoğlu’nun gerçekleştirdiği şekilde Assos’da devam edemedi ama bu çeşit bir sanatsal üretimi ve paylaşımı deneyimlemiş birçok Türk sanatçı daha genç ekiplerin de katılımıyla 2000’li yıllarda İstanbul’da farklı paylaşım ve üretim platformları kurmaya başladılar.
2005’de çağdaş gösteri sanatları ile uğraşan sanatçı, akademisyen, araştırmacı ve sanat yöneticilerinin bir araya gelmesi ile kurulan Çağdaş Gösteri Sanatları Girişimi (ÇGSG) Derneği bu oluşumlardan sadece biriydi. 2005-2012 seneleri arasında gösteri sanatları alanında aktif rol oynayan dernek, resmi kimliğini sonlandırmayı tercih etti, ancak kurucularından Şule Ateş, bugün Cihangir Akademi adı altında birbirinden farklı pek çok atölye ve seminerler düzenlemeye devam etmekte. ÇGSG derneği aktif olduğu süre içinde birçok etkinlik, seminer ve çalıştaylar düzenledi. Bu etkinlikler içinde bizim konumuzla ilgili olarak, şehir, günlük hayat, sanat ilişkisi üzerine öneri geliştiren ve Şule Ateş’in bir projesi olan “Açık Alan-Cihangir: Kamusal Alanda Performans” ve “Geçici İşgal”lerden söz edeceğim. “Açık Alan — Cihangir: Kamusal Alanda Performans” Haziran 2005’de Cihangir semtinin, sokaklar, otoparklar, mezarlıklar, parklar, evler gibi birçok farklı mekânında gerçekleştirilen çağdaş dans, performans, tiyatro çalışmalarından oluştu. O sırada sokaktan geçen ya da parkta çocuğunu dolaştıran insanların seyirci haline geldiği bu etkinlik, kamusal alanı sanatsal bir festivale dönüştürdü. Seyirci - oyuncu ilişkisini yeniden tanımladı. “Geçici İşgal’lere gelirsek, ilki 21-22 Mayıs 2008’de Santralİstanbul’da gerçekleştirilen festival tarzındaki etkinlik, aslında sahne olarak tasarlanmamış bir mekânı geçici bir süre için gösteri mekânına dönüştürmeyi hedefleyen bir alternatif festivaldi. Altı topluluk daha önce sahneledikleri çalışmalarını bu mekâna göre yeniden uyarladılar. Dört ayrı bölümün iç içe geçmesi ile oluşmuş binayı kullanan topluluklardan bazıları, örneğin Hareket Atölyesi, “İnsan(lık) Hali” adlı hareket tiyatrosu çalışmalarını seyirciyi ayakta tutarak ve devamlı mekanı dolaştırarak sergiledi. Bir başka tiyatro topluluğu olan Biriken, “Uzakdoğu’da ihanet” adlı çalışmalarını bir odanın köşe duvarına taşıdı. Bu iki topluluğun web sitelerinin de mevcut olduğunu belirtelim.
(hareketatolyesitoplulugu.blogspot.com.tr, www.biriken.com)
Bir mekânın içinde olsa da o mekânı tamamen dönüştürerek gerçekleştirilen bu gösterimlerde sanatçının ve seyircinin yaşadığı oldukça farklı bir deneyimden bahsetmemiz mümkün, ikinci “Geçici İşgal”, Kanyon alışveriş merkezinde, 13. İstanbul Bienali’ne paralel etkinlik olarak Ekim 2009’da gerçekleşti. Burada işlerini sergileyen gruplar ya tamamen mekâna göre yeni işler ürettiler ya da önceki çalışmalarını mekanla birlikte yeniden yorumladılar. Seyircisini o anda orada bulunan kişilerden oluşturan etkinlik, şaşırtıcı, günlük hayat rutinlerini kıran, beklenmedik anlar yaratan ve mekan algısıyla oynayan farklı bir estetik deneyime dönüştü.
Bugün, özellikle sokakta çalışmayı seçen birçok sanatçı ve topluluk var. İlk anda akla gelenler; birçok çalışmasını dış mekanlar veya terkedilmiş depo, fabrika, hapishane gibi iç mekânlarda gerçekleştiren Tuğçe Tuna; seyircisini şehrin bir çok kamuya açık mekânında dolaştırarak oyunlar kurgulayan Mekan Artı, özellikle mekân tiyatrosuna odaklanmış çalışmalarıyla tanınan Ilgın Abeln gibi isimleri sıralayabiliriz.
Ülkemizde kamusal alanı izinsiz kullanmak belki yurtdışında olduğundan biraz daha zor, gerekli izinleri almak daha meşakkatli olabilir. Buna rağmen, farklı deneyim alanları yaratmak ve görsel, mekânsal algımızı dönüştürmek birçok sanatçıya o kadar çekici geliyor ki bu zorluklara katlanıyorlar. Ayrıca, kamusal alanı sanat diliyle yeniden şekillendirmenin, toplumsal hayat içindeki bireyin varlığım yeniden farklı bir şekilde kurgulamanın da yolu olduğunu unutmamak gerek.
Merak edenler için bu alandaki referans kaynaklardan bazılarını da belirtmeden geçmeyelim: Nicolas Bourriaud’nun 2005 yılında yayınlanan İlişkisel Estetik (Çev. Saadet Özen) isimli kitabı ve çeşitli dergilerde yayınlanmış yazıları, Clair Bishop’un 2006 yılında yayınlanan “Toplumsal Dönüm: işbirliği ve Yarattığı Hoşnutsuzluklar” (The Social Turn: Collaboration and its Discontents) başlıklı makalesi, Grant H. Kester’in 2004 yılında yayınlanan “Conversation Pieces: Community, Communication in Modern Art” adlı kitabı.
Son olarak, sanatsal işgal yöntemleri, saygılı bir ihlalin, dolayısıyla demokratik hayatımızı yeniden bireysel platformda, sivil bir şekilde kurgulamanın farklı yöntemlerini araştırması açısından çok heyecan verici.