Karagöz Oynatanlara "Hayali" Denir

Karagöz Oynatanlara
Hayali yani Karagöz oynatan oyun metnini kendisi yazar, oyun tiplerini kendi tasarlar, nevregan denen bıçaklar, çeşitli zımbalar, deliciler ile işler ve kendi hazırladığı kök boyalarla bunları boyar, oyunu tek başına oynar ve tüm şarkıları da bizzat canlı olarak seslendirir. Hayali bir yazardır, bir ressamdır, bir oyuncudur, bir musiki icracısıdır.

Gölge oyununun Anadolu'ya gelişiyle ilgili değişik görüşler ileri sürülmektedir.

Birincisi gölge oyununun Çin'den Moğollar'a geçtiği, buradan da Türkler'in Anadolu' ya göçleri sırasında beraberlerinde getirmiş oldukları şeklindedir. Bu görüş daha çok araştırmacı Georg Jacob taralından savunulmaktadır.

İkinci görüş ise Karagöz'ün Türkiye'ye geliş tarihi ile, çingenelerin geliş tarihlerinin çakışması, Karagöz'de rastlanan bazı çingene özellikleri nedeniyle gölge oyununu Cava ve Hindistan'dan Türkiye'ye çingene oynatıcılarının eliyle getirilmiş olduğudur.

Bir diğer görüş ise gölge oyununun Yahudiler tarafından İspanya ve Portekiz'den getirilmiş olabileceğidir.

Yaygın kabul gören görüş, Prof. Metin And'a aittir. And'a göre gölge oyunu Mısır'dan gelmiştir. Bu görüşe göre 1517 yılında Mısır'ı ele geçiren Yavuz Sultan Selim bir gölge oyunu sanatçısının Memluk Sultam Tumanbay'ın asıhşım canlandırdığı gölge oyununu izlemiş, bu sanatçıları İstanbul'a getirmiştir. Türkler de bu sanatçılardan gölge oyununu öğrenmişlerdir.

Bu görüşlerin tamamı birer iddia ve yorumdan ibarettir. Bu konu daha çok bilimsel araştırma ve tartışmaya muhtaçtır. Yeni çalışmalar-tartışmalar daha fazla veri ortaya koyacak ve yeni tezlere zemin hazırlayacaktır.

Herkesin zaten bildiği Bursa Ulu Camii efsanesini tekrar etmeye gerek görmüyorum. Herhangi bir bilimsel veriye ya da kanıta dayanmadığı, sadece bir "efsane" olduğu aşikardır. Olsa olsa toplumun Karagöz'ü ne kadar sevdiğine ne denli içselleştirdiğine güzel bir kanıt teşkil etmesi nedeniyle değerli bir halk hikayesidir.

KARAGÖZ GÖLGE OYUNU MU?

Şimdi Karagöz'ün nasıl tanımlandığına bakalım. "Karagöz Türklerin gölge tekniğinden yararlanarak kendi sanat ve estetik anlayışlarına göre geliştirip oynattıkları bir gölge tiyatrosudur."

Hemen soralım: Peki Karagöz gölge oyunu mudur?

Karagöz'den önce Akdeniz'de gölge oyunu vardır, Mısır, İtalya, İspanya...vb. Seyyahların yazılarında bu kayıtlara geçmiştir. Osmanlı yayılımı ile özellikle İslam dünyasında gölge oyunu yerini Karagöz'e bırakmıştır. Aynı şekilde seyyahların benzetmelerinden dolayı Karagöz de gölge oyunu olarak tanımlanır.

Bilinen yerli kayıt ve kaynaklarda ise "Hayal-i Zili ya da Zıll-i Hayal, Hayal Oyunu ya da Karagöz" şeklinde geçmektedir... 19. yy da ise Karagöz'e "ombre chinoise" denmiştir. Çünkü dünyada sadece Karagöz ve Çin geleneğinde renkli resim yansıtma söz konusudur. Oysa gölge oyunu beyaz perdeye siyah silüet düşürülerek oynanır. Peki biz Karagöz perdesinde "gölge" mi görüyoruz? "Renkli gölge" mi yoksa? Renkli gölge olabilir mi? Ya da perdede tasvirlerin (iki boyutlu deri kuklalar} yansımalarım mı görürüz yoksa kendilerini mi? Acaba gölge oyunu tanımı Karagöz'ü karşılar mı?

Şu halde biz Karagöz'e Çin Gölgesi mi demeliyiz? Ya da "hayal, zili, yansıtma, gölge" sözcüklerini derinlemesine inceleyip, Karagöz'ün özüne ruhuna uygun, tasavvufa. tarafım unutmadan yeni bir tanımlama mı yapmalıyız? Var olduğu kültürde, yaşadığı ve yaşattığı dilde Karagöz'ü karşılayacak bir tanımlama... öte yandan Karagöz oynatanlara verilen ismi incelemek bile tek başına bu tanımlamayı sorgulamaya yeterli olacaktır.

Karagöz oynatanlara "Hayali" denir. Hayali yani Karagöz oynatan oyun metnini kendisi yazar, oyun tiplerini kendi tasarlar, nevregan denen bıçaklar, çeşitli zımbalar, deliciler ile işler ve kendi hazırladığı kök boyalarla bunları boyar, oyunu tek başına oynar ve tüm şarkıları da bizzat canlı olarak seslendirir. Hayali bir yazardır, bir ressamdır, bir oyuncudur, bir musiki icracısıdır.

Yani Karagözcü hayal eder yaratır ve uygular-canlandırır. Onun için ona "gölgeci" değil "hayali" denir. Çünkü hayali perdeye gölge düşürmez "hayalilerini yansıtır. Üstelik perdeye hayallerinin silüetlerini değil bütün renkleri ve gerçeklikleri ile kendilerini yansıtır.

KARAGÖZ SANAT MIDIR?

Karagöz Osmanlı toplumunun en yaratıcı seyirlik türüdür. Peki neden bir zanaat olarak tanımlanmıştır?

Çünkü bir zanaat haline getirilmiştir de ondan. Gerek tanzimat aydınlarının bu üstün sanatı aşağılayıp batı formlarına itibarı, gerekse Karagöz'ün muhalifliği nedeniyle maruz kaldığı baskı, gerçek sanatçıların bu sanattan elini eteğini çekmesine neden olmuştur. Böylece Enderun Hayalüerinin yerini köşebaşı oyuncuları almıştır. Köşebaşı oyuncuları, gerek tasarım olarak Karagöz figürlerinde, gerekse oyun metinlerinde tam bir kopyacılıkla işi esnaflığa dönüştürmüşlerdir.

Karagöz sanatının en önemli kısmı oyunun metinleridir. Bu metinlerde tıpkı klasik komedya ve tragedyada olduğu gibi bir akış formatı vardır. Nasıl böyle bir format Aristophanes'in komedyalarım bir zanaat haline dönüştürmez ise Karagöz sanatçılarının da bu adaba uygun ortaya koydukları eserler bir edebiyat ürünü sınıflandırması dışına atılamaz.

Hayali sıfatı, her Karagöz oynatan kişiye verilen bir paye değildi geçmişte. Bu paye için özgün ürünlere imza atmak gerekiyordu. Hayaliler kendi metinlerini yazan sanatçılardı. Kendi özgün metinlerini yazan bu sanatçılar doğal olarak bu metinlerine uygun olarak tasvirlerini de tasarlamakta ve deriden yapmaktaydılar. Bunların yanında birde tasarlanmış özgün metnin ve buna ait tasvirlerin bir performansla seyirciye sunumu vardı. Burada Hayali tüm metni tek başına oynardı. Oyunlardaki bir başka hüner ise oyunlarda kullanılan şarkıların bizzat hayali tarafından canlı olarak söylenişiydi. Yani icrada da yüksek kabiliyet ve hüner ön planda idi.

Günümüzde ise Karagöz sanatı, kimisi bir şekilde tiyatroya bulaşmış, kimisi tiyatrodan bile habersiz ama cesur(!) ya da bir süre bir ustanın yarımda çalışmış kişilerin elinde, ustadan alınmış kopya oyunların, yine bire bir kopya ile yapılmış ve hazır boyalarla boyanmış tasvirlerin ve banttan çalınan müziklerin bir araya geldiği,
zanaat tanımından bile uzak basit bir gösteriye dönüşmüştür. Hatta kimi oynatıcılar deri işleme geleneğini bırakıp plastik tasvirlere yönelmişlerdir. Yeni metin yazmak yerine eski metinler "güncelliyoruz" kılıfı ile, sağı solu kırpılıp, içeriği ruhu katledip sözüm ona "çocuk oyunu" olarak sergilemektedir. Kimisi daha da ileri gidip "canlı Karagöz" adı altında ucube kostümlerle sahnede garip oyunlar oynuyor. Bu nedenlerle de günümüzde Karagöz, estetikten uzak, edebi değeri olmayan, sanatsal inceliklerden yoksun basit bir çocuk oyunu olarak algılanmaktadır. Oysa Karagöz'ün çocuk oyunu olmadığı, yaşamın tam da içinde yer bulduğu, hatta her daim toplumsal ve siyasal yaşamın nabzını tuttuğu bilinmektedir. Kimi seyyahlar bunu yazılarında şöyle anlatmaktadırlar:

GERARD DE NERVAL (Fransız şair):

"Hep muhaliftir. Yetki sahiplerinin her yaptığında bir eleştiri konusu bulacak aklıselime sahip bir halk adamıdır. Polis, akşam karanlığı çöktükten sonra kimsenin fenersiz sokağa çıkmamasını emredince Karagöz, mevzuatta "Fenerde mum olması gerekir" demediği için feneri mumsuz taşıyarak yetkililerle küstahça dalga geçer."

LOUİS ENAULT (Fransız yazar):

"Otoriter bir yönetim altındaki ülkede Karagöz, sınırsız özgürlüğün temsilcisidir; sansür tanımaz bir vodvilci, inançsız, yasak tanımaz, söz dinlemez bir gazetedir. Sultan'dan gayrı imparatorlukta kimse yoktur ki bu taşlamalı davranışlardan kurtulabilsin."

JOSEPH PİERREAGNES MERY (Fransız yazar):

"Avrupa ülkelerindeki gazeteler dahi bu denli saldırgan değildir. Amerika, İngiltere, Fransa gibi ülkeler bile siyasal sataşmalar bakımından daha sınırlıdır; buna karşın Karagöz, mutlakiyetle yönetilen Türkiye'de başı boş bir günlük gazete gibi... Üstelik yazılı değil sözlü olduğu için daha da ürkütücü...

Başka yerde Karagöz'ün söylediklerinin tek bir satırım yazan ya tutuklanır ya da sürülürdü, oysa Karagöz'e hiçbir şey olmadı."

KARAGÖZ ŞİMDİ NEREDE?

Maalesef ki özgün metinler elyazmaları olarak kütüphanelerde, özgün tasvirler koleksiyonerlerin elinde ve büyük kısmı yurtdışında müzelerde. Dolayısıyla insanlar bunları görmedikleri bilmedikleri için bir kıyas yapma olanakları yoktur. Ünlerine konulan kötü örneklerle yetinmek zorunda kalıyor ve doğal olarak ilgi ve sevgilerini yitirmektedirler. Ülke yöneticileri, akademisyenler ve üniversiteler bu konuya eğilmek istemediği için de maalesef bu işi sürdüren Karagözcüler kendi ustalarının verdikleriyle yetinmektedir. Bu işe soyunan hayali adayları görgü ve birikimlerim geliştirecek zengin arşivlere ulaşamıyorlar. Onları eski hayaliler gibi birer sanatçı haline getirecek bilgi ve belgelerden ve sistemli bilimsel bir eğitimden mahrum kalmaktalar.

Geleceği görmek geçmişi bilmekten geçiyor ise eğer Karagöz paha biçilemez bir kültür hazinesidir. Metinleri, musikisi, felsefesi, konulan, dili, toplumsal olaylara yaklaşımı, tekniği ve komedisi ile... Toplum yapısı, toplum-mahalle yaşamı, gelenek görenekler, giyim kuşam, dönemin toplumsal ve siyasal yaşamı hakkında inanılmaz bir kaynaktır Karagöz. Eski niteliğine kavuşmuş, yetkin sanatçıların elinde olan Karagöz bugünün yaşamında da aynı işlevi yerine getirecek ve toplumun geleceğine ve gelecekteki "özgün tiyatrosuna" önemli katkılar sağlayacaktır. Geleneğe ve geleceğe sahip çıkmak zanaat haline dönüşmüş bu oyunu tekrar eski niteliğine kazandırmaktan geçer.

Yunanistan 2009 yılında UNESCO'ya Karagöz patenti için başvuru yapınca Kültür Bakanlığı bir katalog hazırlamış ve Karagöz Türk Gölge Oyunu olarak patentlenmiştir. Somut Olmayan Kültür Mirası listesine dahil edilmiştir. Kültür Bakanlığı taraf ülke olarak bu kültürü yaşatmak, desteklemek, geliştirmek için çalışmalar yapmak, müze açmak gibi yükümlülükleri kabul etmiştir. Doğal olarak bu durum son yıllarda Karagöz'de bir diriliş, bir hareketlenme başlattı.

Fakat bu hareketlenme Karagöz'ü ölmüş, yok olmuş bir değer olmaktan, Ramazanlar'da hatırlanan bir çocuk oyunu olmaktan kurtarmamıştır. Tam tersine daha yüksek sesle öldüğü, yok olmak üzere olduğu söyleniyor. Hemen ardından da biz sahip çıkıyoruz, biz yaşatıyoruz gibi cümleler seslendiriliyor.

Bu çelişkili gibi görünen durum akla şu soruları getiriyor: Karagöz'ün öldüğüne kim niye inanmak ve inandırmak ister? Karagöz'ün ölüsü mü "Canlısı'!!! mı daha değerli? Karagöz'ü yaşatmak mı Karagöz'den yaşamak mı? Karagöz'ü öldürsekte mi yaşatsak öldürmesekte mi yaşatsak? Karagöz'ün ölüsünü mü yesek, "canlısını"mı yesek yoksa birbirimizi mi yesek?