Yaşanmış bir hikaye: 2008 yazında bir sabah, Cibali Kampüsü amfitiyatrosu. Sokakla amfitiyatroyu ayıran duvarın demir parmaklıklarından birinden içeriye meraklı gözlerle bakan orta yaşlı iki kadın. Biri diğerine avluda, binada bazı yerleri işaret ederek bir şeyler anlatıyor. Onlar içeriyi, Cibali Kampüsü’nde güzel bir yaz sabahının keyfini çıkarmakta olan bir asistan da onları seyrediyor.
İki kadın tam uzaklaşırlarken yaklaşıp, “merhaba” diyor, içerideki. “Merhaba” diye yanıtlıyor iki kadın ve biri: “Eskiden çalıştığım fabrikayı gösteriyorum arkadaşıma. Çınaraltı’ndaki meşhur börekçiye gelmiştik, geçerken eski günleri hatırladım” diye ekliyor.
İşte böyle başlıyor sohbet, asistan onları içeri davet ediyor ve giriyorlar kapısından eski Cibali Tütün Fabrikası’nın. Birlikte yavaş yavaş, uzun uzun dolaşıyorlar binalar arasında, emekli tütün işçisi gezdiriyor onları geçmişinin gölgeleri boyunca.
Duvarlardaki solmuş resimler: Tütün Fabrikası’nda tütün saran kızların resimleri. Kaç hayat yaşanmış bu koridorlarda? Nazım Hikmet’in değişiyle “o vefalı, o çalışkan elleri” ile ekmeğini çıkartmış kaç emekçinin gülüşünün yankısı var hâlâ bu duvarlarda?
Asistan -şimdi uzman olarak görevini sürdürüyor- için çocukluğundan beri çok sevdiği Fabrika Kızı şarkısının anlamı elbette ki çok fazla, çünkü o eski tütün fabrikası binasına kurulmuş üniversitede çalışıyor yıllardır, gururla ve mutlulukla. Ama, şarkıdaki fabrika kızlarından biriyle, eski fabrika-şimdiki üniversitenin kapısında birbirlerine sarılarak ayrıldıkları günden beri daha da anlamlı o parça onun için.
Ah o şarkılar yok mu? Şarkılar kolektif bilinçaltımızın çok önemli bir yapı taşı. Zaman ve mekan sınırlarım aşarak, bir başka uzamda bizi birbirimize bağlıyor şarkılar. Henüz biz doğmadan önce yazılmış şarkılarla aşk acımızı dindiriyoruz, bugün içimizi dolduran şarkılar bir gün torunlarımızı neşelendirecek, biliyoruz.
Şarkılar, onları yazanlardan da, söyleyenlerden de uzun yaşıyor. Ve bazı şarkıları yapanlar o şarkıları kendilerinden önde tutmak için özel bir çaba harcıyor. Acaba kaçımız biliyoruz mesela, Zuhal Olcay’ın sesiyle tanıdığımız ve o bahsettiği güller kadar zarif bir ‘Güller ve Dudaklar’ın, Zerrin Özer’den her dinleyişimizde bizi ilk yaz aşkımızın anılarına taşıyan ‘Benim O Yaz’ın bestecisinin kim olduğunu?
İşte bu unutulmaz şarkıların yaratıcısı da ‘Fabrika Kızı’nın da söz ve müziğini yazmış olan o besteci Bora Ayanoğlu’ndan başkası değil. Bu şarkının hikayesini kendisinden dinlemek, bir şarkının peşinde bir arkeolojik kazı ve bir sözlü tarih çalışması girişimi gibiydi, ne kadar güzeldi.
Şarkılarda kadın hikayeleri: Ayanoğlu, Fabrika Kızı’nı 1969 senesinde, ailesiyle Aksaray’da oturdukları dönemde, Unkapanı’ndan geçerken hep gördüğü Cibali Tütün Fabrikası işçilerinden yola çıkarak yaratmış. Televizyon olmadığı için, şarkıların video küplerle bütünleşmediği bir dönemde, radyo zamanlarında yaptığı bu şarkının; sözleriyle insanların zihinlerinde bir film gibi canlanacak bir hikayeyi anlatmasını istemiş.
Ayanoğlu, şarkısına feminist çevrelerden o dönemde ve bu dönemde “neden kadın evde sarhoş kocasını beklesin, neden evde yün örsün” gibi çeşitli eleştiriler geldiğini söylüyor ve bunu şarkının özünün tam kavranılmamış olmasına bağlıyor.
Bu eleştirileri “elbette ki kadının asli görevi bu değil” diyerek yanıtladığını belirtiyor ve aslında şarkısının bütün bunların da bir eleştirisini içermesini hedeflediğini vurgulayarak “ben dünyayı kadınların düzelteceğine inananlardanım” diye de ekliyor.
O dönemde yazdığı, Hümeyra’nın seslendirmiş olduğu ve “çünkü adım kadın, dinletemem sözümü” gibi sözleriyle akıllarda kalan ‘Adım Kadın’ (1972) gibi birçok şarkısını kadınlar için yazdığını vurguluyor besteci.
Nesrin Sipahi tarafından seslendirilmiş olan ‘Kara Mehmet’te de (1968), bir kadın hikayesi anlatmıştı Ayanoğlu. Kocası tarafından terk edilmiş, çocuklarıyla çaresiz ve savunmasız kalmış, üzerinde erkeklerin tehdidini hisseden bir kadındı bu şarkıdaki. Asu Maralman tarafından yorumlanmış olan ‘Recep’te (1973) ise terk edilmenin karşısında edilgin bir konumda olmayı kabullenmeyen, hakkım aramaya, intikamını almaya kararlı bir kadın vardı. Bu şarkılarıyla “kadınların ezilmişliğini kendilerine hatırlatıp, onları haklarım aramak için teşvik etmeye” çalıştığının altım ısrarla çiziyor Ayanoğlu.
Türkçe pop’un ilk proleteri: Fabrika Kızı, bir emekçinin hayatının zorluklarını anlatan bir şarkıydı. ‘Bak Bir Varmış Bir Yokmuş: Hafif Türk Pop Tarihi’ (İletişim, 2003) adlı kitabın yazarı, müzik eleştirmeni Naim Dilmener, şarkıyı “proleter sınıfı Türkçe popa dahil eden ilk örnek” olarak tanımlıyor; zira Ayanoğlu, Fabrika Kızı’nı Cem Karaca’nın ‘Tamirci Çırağı’ (1975) şarkısından daha önce yazmıştı.
Besteci, yine Alpay’ın seslendirmiş olduğu ‘Tren’ (1970) adlı unutulmaz şarkısında da büyük umutlarla Anadolu’dan İstanbul’a gelen göçmenlerin dramını dokunaklı bir biçimde anlatıyordu: “Bir dünya bulacaktı sanki, sihirli kollarını açan ona; ama bilmez ki şehir, toprak gibi dost değildir her insana” diyen bu şarkıda, hayallerini gerçek kılmasına izin vermemiş büyük şehirden bir trene binip köyüne dönmekte olan bir adamın, şehre yeni gelmekte olan umut dolu bir aileye bakarken akimdan geçenler yine sinematik bir hikayenin içinden aktarılıyordu.
Ayanoğlu, Fabrika Kızı’nı yazdığı zamanlarda şarkı söylemekten çok beste yapmayı sevdiğini ve o zamanki şarkılarım hep tanınmış yorumculara söyletip, mümkün olduğunca kısa süre içinde dinleyicilerine ulaştırmaya çalıştığım belirtiyor. Ayanoğlu, o yıllarda plak şirketlerinin Türk sanatçıların yaptıkları bestelerden ziyade, yabancı şarkılara Türkçe sözler yazılarak yapılan aranjmanlara ilgi gösterdiklerini hatırlatıyor.
Ama, Fabrika Kızı’nın harikuladeliğinden olsa gerek, Öztürk Serengil aracılığıyla tanıştığı Disko Plak bu şarkıyı kabul ediyor ve Ayanoğlu, Alpay ile tanıştırılıyor. Alpay’ın yorumladığı şarkı birden, radyolarda sabah akşam çalınan bir hit’e dönüşüyor. Fabrika Kızı isimli 45’lik (1970) kısa süre içinde birçok satan olurken, Alpay’ın kariyerinde de yeni bir dönemin başlamasına vesile oluyor.
Fabrika kızlarından teşekkür: Ayanoğlu, şarkının böylesine büyük kitlelerce bu denli sevilip sahiplenilmesinde dönemin politik atmosferinin bir etkisi olduğunu düşünüyor ama şarkısının ülkenin dört bir köşesinde, sloganlaştırılmadan çalınıp söylendiğini, bunun bugün de böyle devam ettiğini belirtiyor. Sanatçı, 1970’lerde hâlâ sakladığı çok fazla mektup almış bu şarkıya ilişkin.
Samsun Tütün Fabrikası’nda çalışan işçi kadınlar şarkıya teşekkürlerini dile getiren notun altına yüzlerce imzayı sığdırabilmek için tuvalet kağıdı rulolarım kullanmışlar.
Ayanoğlu şöyle anlatıyor hikayenin devamım: “Bu şarkı her yerde çalındı, daha sonra da yasaklandı!” 12 Mart’tan sonra plak satışı durdurulmamış, ama şarkı artık radyo hoporlörlerinden yükselemez olmuş. Daha sonra da televizyonda hiç yer verilmemiş şarkıya.
Konserlerde hep çalıp söylemişler Fabrika Kızı’nı, zaman zaman “sizi daha içeri almadılar mı” diyen emniyet görevlileri çıksa da. Şarkının TRT’nin sakıncalılar üstesinden çıkması 1990’ları bulmuş ve sonrasında yüzlerce radyoda tekrar çalınmaya başlamış. “Ama Fabrika Kızı kendi hikayesini kendi yazdı” diye ekliyor besteci:
“insanlar onu benimsedi, sevdi. Eline gitarı alan bunu öğrenir ilk defa...”
...Ve bir dilek: Şarkı başlangıçta Alpay tarafından söylenildiği için uzun zaman onunla özdeşleşmiş, ama daha sonra Ayanoğlu kendisi de yorumlamış şarkısını ve Alpay’ınkinden biraz daha farklı olan bu yoruma bir albümünde yer vermiş. “Alpay’ın sesinden yıllarca yaşayacaktır bu şarkı” diyen besteci, şarkının Haramiler grubunun 2002 yılında çıkardıkları “Kar Yağıyor Bugün Ankara’ya” adlı albümlerinde yer verdikleri yorumunu da çok beğenmiş olduğunu söyleyerek, ekliyor: “Önemli olan şarkının yaşaması...”
Fabrika Kızı’nın Ahmet Kaya tarafından izinsiz olarak kullanılmış olmasıyla ilgili olarak ise şunları söylüyor sanatçı: “Datça’da, arabanın radyosunda tesadüfen duydum bir gün, Mavi Otobüs adlı şarkısına onun bir kolajım yapmış, koymuş. Altına Söz-Müzik: Ahmet Kaya diye yazmış.” Bunun kendisinden izin alınmadan yapılması nedeniyle mahkemeye başvurmuş ve davayı kazanmış olan besteci, müzikte telif haklarının çok fazla ihlal edildiğini ve kendisinin bu emek hırsızlığına karşı mücadelede bir aktivist olduğunu hatırlatıyor.
“Fabrika Kızı artık bir klasik oldu... İnsanlar bestecisi kim belki bilmiyorlar. Ben ismimi hep şarkıların gerisinde tuttum. Çok popüler olmak hiç hoşuma gitmeyen bir şeydi, bize hep öyle öğrettiler” diyor Ayanoğlu.
Cibali Tütün Fabrikası’nın kapısından girip, içini hiç dolaşmamış ama üzerlerinde beyaz önlükleri, başlarında boneleriyle ‘rec’de çalışan işçi kadınların görüntüsünün belleğinde hâlâ çok canlı olduğunu söylüyor.
Belki bir gün, o kapıdan içeri ilk adımını, artık çok uzaklara dağılmış olsalar da okulun duvarlarındaki resimleriyle hep o binanın içinde olan fabrika kızlarının şarkısını söylemek için atar Ayanoğlu, kimbilir...