Khas'ta 60 Kuşağı Esintisi: Refik Durbaş ile Şiire Dair

Khas'ta 60 Kuşağı Esintisi: Refik Durbaş ile Şiire Dair

Khas İletişim Fakültesi’nde sinema üzerine dersler veren yönetmen Ali Özgentürk’ün davetlisi olarak üniversitemize bir söyleşi için gelen 1960 kuşağının ünlü şairlerinden Refik Durbaş ile bir söyleşi gerçekleştirdik.


1960 kuşağı şairlerindensiniz. İkinci Yeni’ye yakın şiirlerden sonra toplumcu şiire yöneldiniz. Bu yönelimi bugün neye bağlıyorsunuz?

Her zaman şuna inanmışımdır: Şair ya da yazar, çağının tanığı olmalıdır. Elli yılı aşan yazı hayatımda bu düstura önem verdim. Bu önermeyi tersten okuyacak olursak, şairin şiirini, üretimini de günün toplumsal, siyasal, ekonomik ve elbette sanatsal koşullar etkilemektedir.

Ben 60’lı yılların başında şiir yazmaya başladım. İlk şiirim 12 Şubat 1962’de İzmir’de bir gazetenin (Ege Ekspres) sanat sayfasında yayımlandı. Önümüzde ikinci Yeniden başka bir şiir yoktu. Elbette Cumhuriyet sonrası yazılan, şairleri, şiirleri de okuyorduk. Yalnız 40 kuşağının devrimci - solcu şairleri bu okumaların dışındaydı. Çünkü hemen hepsi yasaklıydı. Ama ikinci Yeni bize en yakın dönemin şiiriydi ve etkileri o günlerde hâlâ sürüyordu.

27 Mayıs ihtilali, toplumda olduğu gibi, kültür ve sanatta da bir dönüşümün başlangıcı oldu. Özellikle Türkiye İşçi Partisinin kurulmasıyla, önce sol literatürün kitapları yayımlanmaya başlandı. Ardından başta Nâzım Hikmet olmak üzere 40 kuşağının sosyal gerçekçi şiirinin önü açıldı.

Tabii şiire başladığım yıllarda İkinci Yeninin etkisi altındaydım. Fakat dünyada başlayan 68 olayları Türkiye’ye de yansıyınca, o yıllarda üniversitede öğrenciydim, olaylar doğrudan şiirimi de etkiler oldu. Zaten bir emekçi çocuğu olarak ben de bir emekçiydim. Hem işlerde çalışıyor, işportacılık, dergi, gazete dağıtıcılığı gibi, hem de okumaya çalışıyordum. Günün toplumsal koşullan ile içinde bulunduğum hayat bir karışım oluşturdu. O günlerin şiirleri işte bu karışımın örnekleridir.

1960’lı yıllarda “Evrim" ve “Alan’67” dergilerini yayımlıyorsunuz, ama ilk kitabınız “Kuş Tufanı” 1971 tarihini taşıyor. Bu gecikmenin nedenlerine değinir misiniz?
Evrim dergisini ben yayımlamadım. O yıllarda lise öğrencisiydim, derginin hazırlığında bulundum. Alan’67 ise 60 Kuşağı’nın dergisi olarak yayımlandı. 15 şair ve öykücü parasal katkıda bulunarak dergiyi çıkardık. Sahipliği ve sorumlu yazı işleri müdürlüğü de benim üzerime kaldı.

Kuş Tufanı, bir imecenin kitabıdır. O yıllarda şiir kitabı yayımlayan çok az yayınevi vardı. Genç şair olarak kendini onlara kabul ettirmek çok zordu. İkinci bir yol, kitabı kendi paran ile bastıracaktın. Benim de doğrusu param yoktu. Bu arada kuşağımın birçok şairi ilk kitaplarını çıkarmışlardı. Benim kitabımı çıkarma önerisi Sait Maden’den geldi. Ve Sait Maden, kitabın kapağını yaptı, kâğıdım aldı. Bekir Yıldız’ın matbaası vardı, o dizgisini yaptı. Şiirlerimi, yazılarımı yayımladığım Soyut dergisi sahibi Halil İbrahim Bahar kitabın kâğıdını aldı. Aramızda olmayan üç abimi de sevgi ve saygıyla anıyorum. O sırada Cumhuriyet gazetesinde çalışmaya başlamıştım, bana yalnız cilt parası vermek kaldı. Kitabın adını Kuş Tufanı olarak Kemal Özer koydu.

Özellikle şairler dergi çıkarmayı seviyorlar. Sizce bu sevginin kaynağı nedir?
Kimi şairler için bu yargı geçerli olabilir. Benim bir de Yeni a dergisi sorumlu yazı işleri müdürlüğüm var. Benim dergiciliğim, dergi çıkarmayı sevmekten değil, günün koşullarının buna beni zorlamasından. Sorumluluğu kimse üzerine almayınca, taşın altına ben elimi sokmak zorunda kaldım biraz da... Dikkat ederseniz, dergi çıkarma serüveni de 70’li yıllarda sona erdi zaten.

Genellikle orta alt sınıf insanları şiire taşıdınız. Babanızın mesleği nedeniyle onunla birlikte çeşitli yerlere gitmeniz, değişik insanları tanımanız da etkili olmuştur şiirlerinizdeki geniş coğrafyaya ve insan çeşitliliğine, değil mi?
Doğrudur, orta alt, hatta alt sınıfları şiire taşıdığım, çünkü ben o sınıfların bir bireyi idim. Onların arasında yaşadım, onlardan biriydim. Başka ne yazabilirdim ki?

Yalnız babamın mesleği değil, köylerde çalışıyordu çünkü, asıl gazetecilik hayatımın şiirlerime etkisi oldu. Gazetecilik yaparak hem Türkiye’nin, hem Batı dünyasının bir ülkesini ve kentini dolaşmak olanağım oldu. Bu da tabii şiirlerime yansıdı sanıyorum.

Gazetecilik de yaptınız. “Şair ölümle, gazeteci hayatla hesaplaşır” denir. Siz bu dengeyi nasıl sağladınız?
Dengeyi sağladım mı? Farkında değilim. Bugün de hem şiir yazıyor, hem gazetecilik yapıyorum. Biliyorsunuz her hafta BirGün gazetesinde yazıyorum. İkisini de hayatimin sonuna kadar bırakmayacağıma göre, bir başka deyişle “denge” beni bırakana kadar bu böyle devam edecek gibi...

Yazmaya başladığınız dönemden bugüne farklı kuşaklara tanıklık ettiniz. Size göre şiirimizin en hareketli, verimli dönemi hangisiydi? Her dönemin, her kuşağın kendine özgü ve özgül koşullan var. Şiir harekettir, berekettir. Her dönemde şiir, yazıldıktan sonra zamanın eleğine dökülür, zaman bunları eler. Üste kalanlar yarın da kalmış olur. Türk şiiri dün de, bizim gençlimizde de (60’lı yıllardan bugüne kaç şair kaldı?), bugün bir devinim içinde. Gardım iyi alan, kroşesini isabetli vuran, elbette zamanı da nakavt edecektir.

Şiirimizi bugün nasıl değerlendiriyorsunuz? Dikkatinizi çeken genç isimler var mı?
Gençlik iyidir, güzeldir, haklıdır. Cumhuriyet’ten günümüze, hazırladığımız beş cilttik şiir antolojisinde (Abdullah Özkan ile Cumhuriyet Dönemi Türk Şiiri) ilk kez en genç şairlere yer veren biri olarak ne söyleyebilirim? Üstü, aramızda kalsın!