Kedilere nankör diyenlerden misiniz, vakur diyenlerden mi; kediseverlerden misiniz, yoksa uğursuz olduklarına inananlardan mı? Bir konuda herhalde kimsenin şüphesi yoktur; kediler yalnızlığa, karamsarlığa ve uykusuzluğa iyi gelir. Bundan ötürü mü bilinmez; ama yazarların, sanatçıların, ve bilim insanlarının birçoğunun kedi tutkusu yaygındır. Sait Faik'in cümlesini genişletirsek "bir canlıyı sevmekle başlar her şey"...
ANKARA VE VAN KEDİSİ
Bu yazıda, önce coğrafyamızın bize iki güzel hediyesi olan Ankara ve Van kedilerinden bahsedeceğim. Geçmişte Ankara şimdiyse Van kedim olduğu için, benzerlik ve farklılıklarının bilinmesini önemsiyorum. Uzmanlar "Angora" ile "Van" kedisini açıklarken her ikisi için nazlı olmaları, bulundukları bölgelerde negatif elektrik alanları olmaları nedeniyle başka yerde yaşamayacakları belirtiliyor; zeki, çevik, temiz, cana yakın, oyuncu ve sahibine bağlı olduğu vurgulanıyor. Birde iki türün mavi, yeşil, san-kehribar, kahverengi gözlüleri olduğu gibi "odd eye" (Diskromatopsi), denen iki gözü farklı renkli olanları (tek göz deniliyor) olduğundan karıştırılıyor... Her iki türde sağırlığın yaygın olduğu kanaati var ise de, tek gözlerde ve mavi gözlü kedilerde ancak yüzde 2-3 civarında sağırlık görülmektedir.
Kediler hep sevimli ve cana yakın duruşlarıyla öteden beri can dostlarımızdandır. Evcil kedilerin büyük kedilere benzer özellikleri ve masumluktan vahşiliğe değişebilen ifadeleri ve davranışları hayranlık uyandırdığı kadar korkuya da neden olmuş; kediler kutsal da lanetli de görülmüştür. Hatta bir zamanlar Batı dünyasında cadılık ve şeytanilikle eşdeğer sayılmıştır. Cadı avı ile birlikte yürütülen kedi kıyımı sonucunda Ortaçağ Avrupası'nda veba salgım olmuştur.
Buna karşın, Doğu'da kediler ve imgeleri genellikle yüceltilmiştir. Ayrıca, kediler, gerek estetik duruşları, gerekse büğe bakışlarıyla sanatçılara ve edebiyatçılara esin kaynağı olmuşlardır. Kedilerin gizemli özellikleri insanlığın mistik inanışlarına en çok katılan bir canlı olmasına da yol açmıştır. Kedilerin yer aldığı en bilinen örnek olarak, Eski Mısır'ın kedi tanrıçalarını, Mevlana'nın Mesnevisini, Hz. Muhammed'in ve Dalai Lama'nın kedisi hakkındaki çeşitli hikâyeleri, Hintlilerin Pança Tantra'sını, Namık Kemal'in zamanın sadrazamına mizah dergisinde eleştirisini kedi üzerinden gerçekleştirdiği "Hırrename"yi gösterebiliriz.
"Geçer sokaktan bakışsız bir Kedi Kara".
Van kedileri suda yüzmeyi ve suyla oynamayı sevmesiyle ünlüdür. Hatta bazılarının ön patilerinin aralarında perde bulunmaktadır. Ankara kedilerinden bir diğer farkı ise, tüylerinin daha kısa olması ve yüzlerinde, gözlerine doğru veya kulaklarında sarı-kızıl (kitaplara göre) veya gri lekeler (Van evi yetkililerine göre) bulunmasıdır. Birkaç beneği olan bu yavruların çoğu tek göz olur. Ancak, baştaki bu siyah ya da gri noktalar doğumdan sonra birkaç ay içinde kaybolur. Bu lekeler kimi kedilerde ise kalıcı olabiliyor. İki cins de beyaz olması nedeniyle -sokağa bırakıldıklarında- kamuflajdan yoksun kalmaktadır.
GÜNÜMÜZ EDEBİYATINDA KEDİ
Çok sayıda öykü, masal ve romanda kediler eğitim ve mizah aracı ya da edebi anlatım aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle de çocuklar için çok sayıda kedi kitabı vardır. Yetişkinler için yazılanlardan dört popüler örneği özetleyeceğim:
İlk örnek, son yıllarda Dan Brown'un çok okunan "Da Vinci Şifresi". Tapınak Şövalyeleri üzerine çok şey anlatıldı ama ritüelleri içinde kedileri bir esin kaynağı olarak gördükleri üzerinde pek durulmadı. Tapınak Şövalyeleri'nin sahip olduğu gücün bir gün her krallığa ya da Vatikan'a yönelmesinden korkan Fransız Kralı IV Philip ve dönemin papası gizli bir plan yapar ve 1307'de Fransız Kralı, şövalyeleri toplantı bahanesi ile denetimindeki bir kaleye çağırıp yüzlercesini yakalayarak, birçoğunu işkence ile öldürür. Tapınak Şövalyeleri'ne engizisyonda yönlendirilen suçlamalardan biri de "kedileri idolize etmek, kedilere tapınmak ve kedilerden ilham almaktı." ...
İkincisi, Almanya'da yaşayan Akif Pirinçci'nin "Felidae" adlı masalımsı bir dedektif romanı ki Almanya'da '1989 en iyi polisiye ödülünü kazanmıştır. Kitapta dedektif kedinin gözünden, kedilerin arasında geçen seri cinayetlerin öyküsü anlatılıyor. Kedilerin insanlar gibi davranabilmeleri bu romanı bir ölçüde fabla (hayvanlar yoluyla düzyazı veya şiir biçiminde ders vermek için yazılan anlatı) benzetiyor.
Roman kahramanı Francis, sahibi Gustav ile yeni bir eve taşınır. Çevreyi tanımak için evin bahçesinde dolaşırken bir kedi ölüsüne rastlar ve bu kedinin ensesinden ısırılarak öldürüldüğünü anlar. Mahallenin kedileriyle tanışarak bilgi almaya çalışır. Yeni tanıştığı kedilerden birini izleyerek kedilerin bir ayinini gözleme olanağı bulur. Bu ayinde orada olmayan başka bir kediye peygamber muamelesi yapılmaktadır. Araştırmaları, çevredeki birçok kedinin son senelerde kaybolduğunu veya öldürüldüğünü ortaya çıkarır. Sonunda Francis avlanmak için girdiği evlerinin bodrum katında Profesör Julius'un günlüğünü bulur ve profesörün o binada eskiden tıbbi araştırmalar yapan bir bilim adamı olduğunu öğrenir. Ameliyatlarda oluşan kesiklerin dikişsiz yapıştırılması için bir sıvı bulmaya çalışan profesör denek olarak sokak kedilerini kullanmıştır; ancak bir kedi dışında hiçbir denekte başarı sağlanamayınca proje iptal edilmiştir. Denek kedinin mutasyona uğradığı tespit edilmiştir ve Francis, aynı kediye daha önce gözetlediği ayinde tapıldığım fark etmiştir. Francis katilin kim olduğunu ve cinayetleri niye işlediğini bulur... Bu eğlenceli romandan bile ırkçılık karşıtı dolaylı bir mesaj da çıkarılabilir; üstelik, kitabın içeriğiyle ve akıcı üslubuyla uyumlu bir biçimde.
Üçüncü roman, Oya Baydar'ın "Kedi Mektupları" ki 1992'de Yunus Nadi roman ödülünü almıştı. Yazar bu kitapta, birbirinden uzak evlerde ama birbirini tanımış olan çeşitli kedilerin insanlara koku olarak bıraktıkları mektuplar yoluyla iletişim kurmasını ve sahiplerinin yaşadığı ilginç ilişkileri bir dönemin geri planıyla birlikte anlatır. Bu romandaki kediler kendi aralarında bir Sahiplerin Sırlarını Araştırma Grubu kurarak yanlarında yaşadıkları insanların şu güzelim hayatta neleri dert ettiklerini de öğrenmeye çalışıyorlar. Yani, birbirlerinden çok farklı olsalar da insanlar kedileri, kediler de insanları anlamaya çalışıyor burada da.
İşte size kısa bir alıntı:
"İnsanların hayatta olabilecek en doğal, en sıradan şeyleri bile nasıl büyütüp trajikleştirdiklerine bir kez daha şaştı.. .Kedilerle insanlar arasındaki en büyük fark bu işte: Biz yaşıyoruz, onlar hayatlarıyla adeta dövüşüyor."
Gerçekten de kediler koku ile iletişim kurar, hatta etrafta ne olup bittiğinden haberdar olur; çünkü koku izleri kedilerin adeta gazeteleri gibidir.
Bilge Karasu ise, denemelerinde kedilerinden bahsetmekle kalmaz; kendini en iyi yansıtan öykü kitaplarından birinin adını "Ne Kitapsız Ne Kedisiz" koymuştur. Karasu'ya göre, "Kedi sevmek, kedinin, kendisini seven (kendisinin de sevdiği) kişi karşısındaki umursamaz bağımsızlığını baştan kabul etmek demektir... Kedi köle olmaz, efendidir ve kendi canı istediği zaman sokulur size; canı istemiyorsa, çağrılarınızı karşılıksız bırakır. Üç beş okşayışla mırıltılar, gırıltılar başlar, bunlar gitgide yükselir; karşılıklı bir dengeye dayalı bir birliktelik kurulmuştur artık."
Öyküde heykelle heykeltraşın ilişkisinde olduğu gibi, kedi ile sahibi arasındaki ilişki bozulur... Bir gün gelir kedi usanıp gider, sonra hiçbir şey olmamışçasına geri döner, bütün bağımsızlığıyla... Kediler böyledir işte - evde evcil, dışarıda yabanıl. Zaten büyüleyici olan bu ikili yaşamı değil mi?
PİSİ PİSİ
"Kimse bilmiyor/Yaşadıklarını./ Mamalarla beslenirken/Bazıları,/ Sokakta yaşayanların/Hiçbir zaman / Olmayacak/"Pisi pisi"den başka/Adları".*
KEDİ SÜTÜ/A Minör-Opus 15*
-Sessiz bir gece için süit-
"Kapağı açık kalmış /Bir piyanonun/Tuşları üzerinde, /Gece yürüyüşüne çıkan /"Aç bir kedinin/Çıkardığı seslerdir/Kedi süiti."
Şehirleşmeyle yaşam alanları daralan kediler betonlaşmaya, trafiğe direnmekteler; diğer evcil hayvanlar gibi nesir olan hayatımızı şiire dönüştürürler. Günümüzde kediler üzerine çevrilmiş sayısız film, kitap, dergi, "Cats" gibi bir müzikal, kediseverlerin yüzlerce internet sitesi bulunmaktadır. Belki gündemin bunca yoğun olduğu coğrafyamızda kedilerden, onların meziyetlerinden, haklarından bahsetmek çok anlamlı değil... Ancak, şurası kesin ki doğaya, insana, çevreye, hayvana karşı işlenen suçlar sevgi ve saygı eksikliğinden kaynaklanıyor...
Bir şeye nereden ve nasıl bakarsak, gördüğümüz manzara da durduğumuz yerdeki bakışımıza benzer. Bazı şeylerin manzaralarının ortası, grisi yoktur... ya ak ya kara gözükür. Tıpkı kimi insanların kedilere yaklaşımları gibi: "Ben köpekçiyim; kuşçuyum ve kedi sevmem" diyen çok kişiye rastladım. Oysa, ne gerek var evcil hayvanlara taraf tutarcasına bakmaya. İster yakından ister uzaktan sevelim, yeter ki onların yaşam hakkına saygı gösterelim...
Kedilere nankör diyenlerden misiniz, vakur diyenlerden mi; kediseverlerden misiniz, yoksa uğursuz olduklarına inananlardan mı? Bir konuda herhalde kimsenin şüphesi yoktur; kediler yalnızlığa, karamsarlığa ve uykusuzluğa iyi gelir. Bundan ötürü mü bilinmez ama yazarların, sanatçıların, ve bilim insanlarının birçoğunun kedi tutkusu yaygındır. Sait Faik'in cümlesini genişletirsek "bir canlıyı sevmekle başlar her şey"...
KEDİ VE ÖLÜM*
"Cenaze törenlerini/Sevmez kediler,/ Bu yüzden orda, burda/ Raslanmaz ölülerine./ Anlayınca öleceklerini/ Kaybolurlar ortalıktan,/ Üzmek istemez sahiplerini. / Ve böyle gösterirler hep,/ Evlerden daha çok/ Evdekileri sevdiklerini.../
KEDİ İDİ ADI
Bu adı/Ona kimse vermedi/Çağırdılar,sağırdı,duymadı Kedinin mırmırları/Onun/Hem düşünmesi/Hem de duyma’sıdır. Bunu/Benim yazmam/Da/Benim mırmırlarımdır. Duyan/Bunu yazmaz/Uyan/Bunu yazan bir kedidir.
Özdemir Asaf