Kültür Varlıklarını Geleceğe Aktarmak, Onları Miras Alan Kuşakların Sorumluluğudur

Kültür Varlıklarını Geleceğe Aktarmak, Onları Miras Alan Kuşakların Sorumluluğudur
“İnsan yaşamına, yaşadığı çevreye, ürettiği kültüre; din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın saygı göstermeyi öğrenmeliyiz

“Kültür varlıklarının korunmasından çok bahsediyor olmamız, bu varlıkların ne denli büyük bir tehditle karşı karşıya olduğunun göstergesi.”

“Miras dediğimiz şey sadece somut öğelerden oluşmuyor. Somut olmayan değerleri de içeriyor.”

“Benim mirasım, senin mirasın, onun mirası değil de hepimizin, dünyanın ortak mirası fikrini yaygınlaştırabilmek önemli.”

7 Ocak 2015’te açılışı yapılan Kadir Has Üniversitesi UNESCO Kürsüsü başkanı Doç. Dr. Yonca Kösebay Erkan, kültürel miras ve bu mirasın korunması konusunda ufuk açıcı yorumlarını bizlerle paylaştı:

14-16 Ekim tarihleri arasında, Hollings Center'ın Çatışmada Kültürel Mirası Koruma: Mirasta Acil Durum Diyaloğu, 14-16 October toplantısına Kadir Has Üniversitesi UNESCO Kürsüsü olarak katıldınız. Bize toplantıda tartışılan konulardan biraz bahsedebilir misiniz?

Toplantı, kültürel miras konusunda çalışan uzmanlar ile Suriye ve Irak’ta sahada görev yapan arkeoloji uzmanlarını bir araya getirerek hem onların bu durumla nasıl baş ettiğini, nasıl koruma önlemleri aldıklarını dinlemek; hem de çatışma sonrası ortamda neler yapabileceğimizi birlikte planlamak açısından farklı tartışmaları bir araya getirmek amacını taşıyordu.

Pensilvanya Üniversitesi'nden, Suriye ve Irak’tan katılan uzmanlar vardı. Biz uzmanlar olarak başlangıçta konuya, kültür bilincini nasıl aşılarız, kültürel mirası nasıl koruruz gibi reflekslerle yaklaştık ama durumun gerçekte hiç öyle olmadığı ortaya çıktı. Çünkü insanların temel ihtiyaçlarında çok eksik var. Kültürel miras şu an için öncelikli bir konu değil. Bu jenerasyon için kayıp jenerasyon denecek büyük olasılıkla. Bu toplantıda, dünyanın bu sorunla nasıl baş edeceğinin alt başlıklarını tartışmaya çalıştık. Aynı zamanda tahrip edilen eserlerin yasadışı yollardan kaçırılması da önemli bir sorun. Türkiye Suriye’yle en uzun sınırı olan ülke, bu durumda Türkiye’nin yapması gerekenler ne olmalı? Bu sorunlar devletleri ilgilendiren konular; sivil toplum örgütleri ve uzmanlar bu konuda çoğu zaman fikir sahibi olamıyorlar, hatta bilgi sahibi bile olamıyorlar. Tartışılan noktalardan biri de, kültürel mirasın Suriye ve Irak’ta güvenli şekilde korunamadığı durumlarda, bunların geçici sergiler olarak yurtdışına çıkarılıp güvenli bölgeler oluşturularak oralarda korunması söz konusu olabilir mi? Bu bazı kişiler açısından kabul

edilebilir bazı kişiler açısından da asla kabul edilemez bir yaklaşım olarak görülüyor. Taşınırken tahrip edilmesi, yolda kaçırılması söz konusu olabilir. Gittiği yerde nasıl korunacağının bilinememesi ve ne zaman yerlerine geri götürülecekleri sorusu da var.

Bu konuda kürsünüzün çalışmaları olacak mı?

Kamplardaki çocukların kültürel miras açısından bilinçlendirilmesi için güncel teknolojinin olanakları çok yararlı olabilir. Kürsümüz yeni medyayı dünya mirası alanında kullanmayı hedefleyen bir kürsü olduğu için bu anlamda bazı çalışmalar yapılması mümkün olabilir.

Türkiye'de son yıllarda kültürel mirasa olan ilgide bir artış söz konusu mu? Bunu diğer ülkelerle karşılaştırırsak nasıl bir yerdeyiz?

Ülkemizde kültürel mirasın korunmasına olan ilginin arttığı doğru. Ama bunun sebeplerini iyi irdelemek gerekiyor. Biz korumadan ne kadar çok bahsediyorsak, tehdit de o kadar büyüktür. Örneğin II. Dünya Savaşı sonrası koruma tartışmaları çok alevliydi çünkü çok büyük bir yıkım vardı. İstanbul’da da o kadar büyük bir tahribat var ki buna bağlı olarak biz bugün yoğun olarak korumadan bahsediyoruz.

Bu ilgiyi, kurumlar düzeyinde ve günlük hayatta bireylerin ilgisi düzeyinde ikiye ayırmak gerekli mi?

Bireylerin ilgisindeki artışı gözlemliyorum ama bunun da arkasında bazı sebepler olduğunu düşünüyorum. İçinde bulunduğumuz politik ortam Osmanlı kültürünü çok yüceltiyor. Buna bağlı olarak Osmanlı eserlerine çok büyük önem veriliyor. Ama İstanbul için konuşursak, İstanbul Osmanlı’dan ibaret değil; çok katmanlı bir şehir. Bunun her katmanı en az Osmanlı kadar değerli ve saygıyı hak eder.

Osmanlıyı çok yücelttiğimiz zaman koruma uygulaması adı altında bazı yanıltıcı faaliyetler içinde de bulunabiliyoruz. Şöyle ki, geçmiş yıllarda yıkılmış yapıların yeniden inşası sıklıkla gündeme geliyor. Bu tür bir “sahte eski yapı” üretilmesi gelecek için çok sağlıklı olmayacaktır. Çünkü bugünün koruma yaklaşımı, tarihi yapıları birer bilgi deposu olarak değerlendirmemizi gerektiriyor, onların özgünlüğü bizim için çok önemli. Özgün olmayan sahte yapıların ne tür bir bilgi deposu olarak algılanacağı bir soru işareti. Gönlümüzde olan tabii ki korumaya olan ilginin, bilincin artması. Bunun eğitimle, doğru bir şekilde, toplumun her katmanını kapsayacak şekilde olmasını arzu ediyoruz. Tarihte buna benzer seçmeci yaklaşımlar çok olmuş, ama sonuçları çok pozitif olmuyor.

İstanbul demişken, örneğin Tarlabaşı, Sulukule gibi projeleri düşünecek olursak bu projelerle ilgili kültürel miras bağlamında ne düşünüyorsunuz?

Koruma uzmanlarının anladığı anlamdaki koruma sadece ön cephenin korunmasından ibaret değildir. Bizim için parsel boyutu, yapım sistemi, malzemeler, kullanılan teknoloji, orada yaşayan insan grubunun sosyal niteliği bunların hepsi oradaki mirası yaratan unsurlar. Miras dediğimiz şey sadece somut öğelerden oluşmuyor, somut olmayan değerleri de içeriyor. O açıdan bütün bunların yok sayılarak, sadece bir söve (tüm dekoratif bina süsleme elemanları) ve pencere düzeninden ibaret hale indirgenmesi ve kendi gerçekliğiyle hiç bağdaşmayan bir mimari programla hayatımıza sunulacak olması eleştirilecek noktalardan bazıları. Kentlerin değişmesi kaçınılmaz. Değişimin hızı ve nasıl yönetildiği önemli bir konu. Biz korumacılar olarak değişim olmasın demiyoruz kesinlikle; ancak değişimin yönetilmesi gerekir. Kültür varlıklarının sahip olduğu değerleri geleceğe aktarmak istiyoruz, yoksa onlar bizim için birer tuğla parçası değil. Koruma pratiği geçmiş için değil gelecek için olan bir faaliyettir. Misyonumuz bize ulaştırılmış olan mirası geleceğe aktarmak, bu yapılardan öğrenilecekleri, bu yapıların sahip olduğu değerleri anlayabilecek ve takdir edeceklere ulaştırmak çabasıdır.

insanların doğdukları yerde yaşamaya hakları var, kendi kültürlerini yaşatmaya hakları var. O yüzden, günümüzde, uluslararası ölçekte kültür varlıklarının korunması insan haklarının bir alt başlığı olarak ele alınıyor. insanların kültüre erişim hakları var, kültürlerini korumaya yaşatmaya hakları var ve bu haklarının da yasalarla güvence altına alınması gerekir.

Bu haklar anlamında ülkemiz sizce nerede?

Bugünden çıkarılacak dersler var. Biz başkalarının acısını kendi acımız gibi görebildiğimiz noktada insanın yaşadığı çevreye, ürettiği kültüre din, dil, ırk ayrımı yapmaksızın saygı göstermeyi öğreneceğiz diye tahmin ediyorum. Bu tür unsurlar kültür mirası gündemde olduğu zaman, özellikle dünya mirası çerçevesinde, ayrıştırıcı öğeler olarak karşımıza çıkmamalı. Örneğin, Romanların İstanbul’daki varlığı tarihin bir bölümüne ışık tutuyor. Etiyopyalıların Afrika’daki varlığı tarihin bir başka noktasına işaret ediyor. Bunların birini diğerinden üstün tutmak doğru bir yaklaşım değil.

Türkiye'de, 15 alan UNESCO dünya mirası listesinde. Daha çok yerin olması gerekmez mi sizce? Bu konuda yeterli adım atılmıyor mu?

Dünya Mirası Listesi’nde yer alan alanlar üstün evrensel değere sahip olan alanlardır. Ama bu listenin dışında kalanlar arasında üstün evrensel değere sahip olanlar yok mudur? Mutlaka vardır. Bu bir başvuru süreci, prosedüre ilişkin bir mesele. Türkiye, kültürel miras açısından çok zengin bir ülke. Tabii ki dünyanın ortak mirası sayılabilecek on beşten çok fazla eserimiz var. Ama dediğimiz gibi bu bürokratik bir mesele; maddi kaynaklar ve öncelikler etkili olabiliyor. Ama son yıllarda bu konuda kazandığımız ivme bizim için çok sevindirici. Son birkaç yıldır ardı ardına çok değerli alanlarımızı Dünya Mirası Listesi’ne kaydettirebiliyoruz. Benim mirasım senin mirasın onun mirası değil de hepimizin, dünyanın ortak mirası fikrini yaygınlaştırabilmek önemli. Bu konu daha iyi anlaşıldıkça ülkemizde zaten sürmekte olan iyi girişimlerin sayısı ve niteliği de artacaktır mutlaka.

2016’nın Temmuz ayında UNESCO’nun 40. Dünya Miras Komitesi İstanbul’da toplanacak. Bu ülkemiz ve İstanbul için çok büyük bir fırsat. Çünkü bu tür çok taraflı toplantılar dünyanın gündemini belirliyor. Kültürel miras konusunda en yeni en hararetli tartışmalar bu ortamlarda yapılıyor. Kürsü olarak benim yapmak istediğim bu toplantının geniş kitleler tarafından takip edilebilmesini sağlamak. İstanbul’daki izleyici kitlesi -burada çok farklı gruplardan söz etmek mümkün: akademisyenler, gazeteciler, çocuklar, ilgili halk kitleleri olabilir onların bu toplantıdan öğrenecekleri mutlaka vardır. Ama uzmanların yürüttüğü bu toplantının dili herkes tarafından çok kolay anlaşılamıyor. O yüzden dünya mirasının ne olduğu, bu toplantılarda neler tartışılacağı, önemli kavramlar nedir, neler gündeme gelecektir Temmuz ayına kadar bu konuları toplumun farklı kesimlerine anlatacak projeler üretmek istiyoruz. Toplantılar yapılabilir, eğitimler olabilir, şu an planlama aşamasındayız, ama Temmuz 2016 İstanbul için önemli bir tarih.