Kürt Meselesi ve Siyasetinde Söylem-Siyaset Yaklaşımı

Kürt Meselesi ve Siyasetinde Söylem-Siyaset Yaklaşımı

İçini nadiren doldurabildiğimiz ‘Kürt sorunu’nun veya (sorun olarak görmeyenler
için) ‘Kürt meselesi’nin ne olduğu, hangi somut siyasi alanları içerdiği kamuoyunda uzun süredir devam eden bir arayıştır. Tarih içerisinde ‘doğu sorunu’, ‘terör sorunu’, ‘Kürt sorunu’ olarak farklı kavramlar içerisinde tartışılmış, tartışıldığı bağlam değişirken kendisi de değişen, ancak çözümsüzlüğü baki kalan bir mesele olmaya devam etmektedir.

Siyaset biliminin dilbilimi ile buluştuğu noktada yer alan ‘söylem teorisi’nin (discourse theory) en önemli kollarından biri olan ‘yasama söylemi’ (legislative discourse) bir ülkenin seçilmiş temsilcilerinin, belli bir meseleyi tartışırken satır aralarında söylediklerini analiz etmekle kalmaz, bu kişilerin algı ve anlayış biçimlerini açıklayarak gözlemciye bir nevi ‘toplumsal psikanaliz’ perspektifi sağlar. Dolayısıyla bu genel kuramsal ön kabul içinde bakıldığında TBMM tartışmalarında tanımlanan ‘Kürt meselesi’ istatistiksel olarak büyük bir başarı yüzdesi ile genel olarak Türkiye halkının bu meseleyi nasıl anladığı ve hangi konjonktür(ler)de tartıştığını araştırmacıya gösterir. Bu nedenle TBMM tutanakları ve o metinlerdeki söylemler irdelenerek bu konuda önemli ipuçlarına ulaşmak mümkündür. Bu teorik temele dayanarak, ben de Defining Turkey’s Kurdish (hıestiorı: Discourse and Poliücs Since 1990 (Routledge, 2015) [Türkiye’nin Kürt Sorununu Tanımlamak: 1990’dan Beri Söylem ve Siyaset] adlı kitabımda Türk, Avrupa ve Amerikan yasama söylemlerinde bu meselenin nasıl tanımlandığını karşılaştırmalı bir şekilde çalıştım. Sonuç itibariyle şu çıkarıma ulaştım: Aslında büyük bir heyecan ile aradığımız ‘Kürt açılımı’nın içini dolduracak ana başlıklar, kendi meclisimizde 10 seneyi aşkın bir sürede zaten tanımlanmıştır ve meclis tutanaklarında hal-i hazırda bulunmaktadır.

Bu bağlamda 1990-99 arasında (Kürt meselesinin en sorunlu olduğu dönemde) TBMM’de ‘Kürt sorunu’, aşağıda ayrıntılarım ele alacağım insan haklan, demokratikleşme, aşın (orantısız) güç kullanımı, güvenlik-terör, bölgesel kalkınma-eğitim, etnik-kültürel gerilim, ‘karanlık dış-güçler’ ana başlıkları ekseninde tanımlanmıştır. Bu yazıda, kitabın ABD ve AB ile ilgili bölümlerinden ziyade, konunun TBMM’de nasıl tanımlandığı ve tartışıldığı üzerinde duracağım.

İnsan Hakları: Bu başlık altında Kürt sorunu; işkence, gözaltı sırasında kaybolma, sivil kişilere karşı aşağılayıcı davranış ve şiddet kullanma gibi konular etrafında tartışılmıştır. Genellikle muhalefet partileri tarafından yöneltilen bu eleştiriler, özellikle Doğru Yol Partisi iktidarı sırasında ‘bu tip olaylar anayasa ve ceza kanunu tarafından yasaklanmıştır’ denilerek, pratikte nelerin yaşandığına pek itibar edilmeden geçiştirilmiştir. Bunun yanında fikir, yayın ve konuşma özgürlüğü de muhalefet partileri tarafından bu başlık altında gündeme taşınmış, buna karşılık hükümet üyeleri bu şekilde devlet politikasını eleştiren insan haklan örgütlerinin ekseriyetini ‘isyana teşvik’, ‘silahlı kuvvetler içinde itaatsizliğe teşvik’ ve ‘halk arasında husumet yaratma’ suçlan çerçevesinde ele almıştır.

Demokratikleşme: Genellikle Avrupa Birliği üyelik süreciyle paralel ele alman Kürt meselesinin demokratik boyutu Meclis müzakerelerinde birkaç farklı temelde gündeme getirilmiştir. Bunlardan birincisi 90’larda zorunlu göç sebebi ile köylerini terk eden ülke içi göçerlerin seçimlerden önce kayıtlı seçmen olarak resmi seçmen statüsü kazanamadıktan, bu sebeple de özellikle Güneydoğu kentlerinde demokratik sürecin bu kayıtsız seçmenler sebebiyle sekteye uğradığı söylemidir. Demokrasi söyleminin insan haklan söylemi ile birleştiği noktada ise Türk Ceza Kanunu, Anayasa ve yerel idareler kanunundaki değişiklikler sıklıkla gündeme gelmiştir. Bu yasalardaki reformlarla (özellikle terörle mücadele kanunu) hem Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğinde pozisyonunun güçleneceği, hem de kendini Kürt olarak tanımlayan insanların devlete bağının güçleneceği iddia edilmiştir. Buna karşılık, belirtilen değişikliklerin yapılmasının, Türkiye’yi bölünmeye götüreceğini iddia eden hükümet üyeleri de o dönemde mevcuttur.

Aşırı (Orantısız) Güç Kullanımı: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Kürt sorunu içindeki rolünün sorgulanması açısından çok hassas bir mesele olan aşın güç kullanımı, ordu, polis veya devlete bağlı bulunan bazı güvenlik unsurlarının bölgede terörle mücadele sırasında sivil halka, köy ve kazalara karşı uyguladığı iddia olunan şiddet olaylarını içermektedir. Devlet politikasını sorgulayan bu söylem tipi, özellikle 1994’ten itibaren Meclis gündemine gelmeye başlayan köy ve orman yakma, öldürme amaçlı işkence ve zorla köy boşaltma iddialarını içermektedir. Bunun yanında Hava Kuvvetleri’ne bağlı birimlerin kullandığı benzin-bazlı NAPALM ve parça tesirli misket bombalarının Kuzey Irak köylerine yakın olduğu bilinen PKK kamplarına karşı kullanıldığı da bu söylem içerisinde sıklıkla öne sürülmüştür. Muhalefet partileri bu iddiaları ortaya koyarak hükümetin ordu üzerinde herhangi bir etkisi olmadığım göz önüne sermeye çalışmış; hükümet birimleri de çok açık olmadığı durumlarda iddiaları yalanlamış, iddiaların birkaç milletvekili tarafından desteklendiği durumlardaysa olayları ‘münferit’ olarak nitelendirmiştir.

Güvenlik-Terör: Güvenlik ve terör söylemleri genellikle TBMM’de iki amaç çerçevesinde kullanılmıştır. Bunlardan birincisi, PKK’nın saldırdığı köy ve kasabalara güvenlik güçleri tarafından yardım gönderilmediği ve hükümetin ‘insanları ölüme terk ettiği’ iddialarını içerir ki bu iddialar daha ziyade muhalefet milletvekilleri tarafından gündeme getirilmiştir. İkinci söylem altbaşlığı ise, PKK şiddeti ve terörü üzerinde dikkatleri toplamış ve ‘bu denli ağır bir vahşet’ karşısında bütün partilerin bir olup Türk Silahlı Kuvvetleri’ni desteklemesini istemiştir. Bu öneri de genellikle İçişleri Bakanları tarafından ortaya konmuştur. Böylelikle hükümet üyeleri güvenlik kavramına vurgu yaparak muhalefet üyelerini ‘birliğe’ çağırmış, muhalefet üyeleri ise hükümetlerin sorun karşısındaki aczini vurgulamaya çalışmıştır. Üniter devlet, devletin bekası ve devletin bölünmezliği söylemleri de bu söylem grubu altında konuşulmuştur.

Bölgesel Kalkınma-Eğitim: ‘Terör, eğitimsizliğin ve bölgedeki fakirliğin tezahürüdür’ diye özetleyebileceğimiz bu yaklaşım, Kürt meselesinin ideolojik ve insan hakları temelli tanımlarını reddeder ve meseleyi ‘geri kalmışlığa’ indirger. Her ne kadar bölgenin geri kalmışlığı ve feodal yapısı Marksist-Leninist bir ideolojiyi belli bir dönemde o bölgede popüler kılmışsa da, bu söylemsel tercih Arturo Escobar’m 1995’te yayımlanan Encountering Development: TheMaking and Unmaking of the Third World adlı çalışmasında belirttiği üzere, terörün ve şiddetin yapısal sebeplerini göz ardı ederek, bu tip olayları ‘iptidai’ ve ‘geri kalmış’ insanların yaptığı ‘şuursuz’ bir harekete indirgemektedir. Bu söylem 1990’larda Güneydoğu Anadolu Projesi’nin geliştirilmesi ve bölgede eğitimin yaygınlaştırılması ile Kürt meselesinin tamamen biteceğini ortaya sürerken, bu argümanın en önemli köşe taşlarım Süleyman Demirel (Cumhurbaşkanı olmadan önce) ve Necmettin Erbakan oluşturmuştur. Özellikle Refah Partisi milletvekillerinin bir bölümünün, Kürt meselesinin ancak ‘imam hatip eğitimi’ ile çözülebileceğini, laik eğitimin bu sorunun temelinde yattığını öne sürdüğünü de belirtmek gerekir.

Etnik Kültürel Gerilim: Belki de Meclis tartışmalarının en hararetli oturumları, Kürt meselesinin temelinde bir ‘Türk-Kürt çatışmasının’ yattığı öne sürüldüğünde ve bu sorunun etnik temelli olduğu iddiaları ortaya konduğunda yaşanmıştır: “Türk ve Kürt halkları tarihten beri beraber yaşamıştır. Kürtlerin ayrı bir kitle olduğunu tanımak bölgesel şiddet, ayrılıkçılık ve bölünme getirir” söylemi, devletin etnik kökenli sorunları algılayışının temel taşıdır. Ineke Van Der Balk’ın 2002 yılı araştırması Difference, devimce, threat? Mamstream and right- extremistpolitical discourse on ethnic issues in the Netherlmds and France’da belirttiği gibi, hem Hollanda, hem de Fransa’da siyasi muhafazakar-sağ söylem, etnik kimlikleri aynen bu şekilde tanımlamıştır. Öncelikle farklı etnik grup ile ana etnik grubun ‘ayrı’lığı ortaya konmaya çalışılmış, sonrasında da bu ‘aynı’lığın ortadan kalkması ve etnik aidiyetlerin telaffuz edilmesinin bir çatışma ve savaş ortamı getireceği iddia edilmiştir. Bu noktada etnik söylemin Türkiye’ye özgü olmadığım görüyor; ülke ve etnik sorunun içeriğinden bağımsız olarak muhafazakâr-sağ söylemler arasında büyük bir benzerlik olduğunu saptıyoruz. ‘Kürt devleti’ ve otonomi söylemleri de bu söylem grubuna dahildir.

‘Karanlık Diş Güçler’: TBMM’de 1990-99 seneleri arasında belki de en sık tekrar eden tanımlanışına göre, Kürt meselesini müphem ‘karanlık dış güçler’ yaratmıştır ve bu Türkiye’yi bölmek için yapay olarak çıkartılmış bir meseledir. Bu o kadar belirsiz bir tanımdır ki, söz konusu ‘karanlık güçler’in kim olduğu özellikle seküler-Kemalist ve muhafazakar-îslamcı partiler arasında bariz bir farklılık gösterir. Örneğin Refah Partisi dış güçleri ekseriyetle Amerika ve Avrupa Birliği olarak somutlaştırırken, aynı kavram Cumhuriyet Halk Partisi için Iran, Suriye, Suudi Arabistan ve Libya olmuştur. Gereğinden fazla çok tekrarlanan bu söylem, 1990’lann sonlarında birbiri ile kanlı-bıçaklı olan birçok ülkeyi aynı potaya koymuştur: Amerika, Avrupa, Iran, Suriye, Ermenistan, Yunanistan, İsrail ve Rusya, Meclis söyleminde birleştirilerek ortak düşman cephesi olarak ifade edilmiştir. Bu mesele 90’larda öylesine çığımdan çıkmıştır ki, 13 Eylül 1994’te güvenlik güçlerinin köy yakma iddiası karşısında Refah Partisi Sivas milletvekili Musa Demirci, bu yangınları Ermenistan'ın çıkardığım öne sürmüştür. Aynı konuşmada Demirci, ‘karanlık güçler’in bölgede önce bir Kürdistan kuracağım, sonra onu yıkarak Büyük Ermenistan’ı yaratacağım, sonra onu da yıkarak Büyük İsrail’i meydana getireceğini iddia etmiştir.

Üzerinde çalıştığım araştırmanın en ilgi çekici yanım yukarıda belirttiğim söylemsel çerçevelerin hangi partiler ve hangi milletvekilleri tarafından ne sıklıkta kullanıldığım ortaya çıkarmak oluşturuyor. Belki şaşırtıcı ama metinler irdelendiğinde görülüyor ki, Kürt meselesini güvenlik ve terör ekseninde tanımlayan bir milletvekili, güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı iddialarım dile getirmemiş, bu meseleyi kültürel ve dilsel haklar ekseninde tanımlayan vekiller de meselenin güvenlik boyutuna nadiren atıfta bulunmuştur. Bu çıkmazı yaratan ana neden 1990-99 döneminde ortaya çıkan en önemli sonucu da meydana getiriyor ki, o da şudur: TBMM’de Kürt söylemi ile ilgili farklılıklar miftetvekifterinin hangi partiye üye olduklarından ziyade, olağanüstü hal bölgelerinden gelip gelmedikleriyle ve iktidar partisine üye olup olmadıklarıyla ilişkilidir. Bir örnek vermek gerekirse, Doğru Yol Partisi milletvekilleri 90’lann hemen başında Kürt meselesini kültürel haklar ve demokrasi bağlamında tartışırken, iktidara geldiklerinde tamamıyla devlet söylemini benimseyerek bu meselenin güvenlik-terör sorunu olduğunu öne sürmüştür. Aynı şekilde Anavatan Partisi milletvekillerinin büyük bir bölümü iktidarda iken Amerikan Çekiç Güç operasyonlarım savunmuş, muhalefete geçince de Kürt meselesinin ‘karanlık dış güçler’ tarafından kaşındığım iddia etmiştir. Bu tek tek bütün milletvekillerini kapsamasa bile genel olarak partilerin tutumunu meydana getiren ana amildir. Dolayısıyla devletçi söylem veya yaklaşım denebilecek bir oluşum partilerin Kürt sorunu karşısındaki siyasal konumlarını da belirlemektedir.

Yukarıda belirtilen söylemsel çerçeveler bugün boğuştuğumuz konular ile ilgili yaptığımız tartışmaların farkında olmasak dahi çekirdeğinde yer almaktadır, ileride çatışmaların durması halinde yapılacak olan siyasal bir girişimin içinin neyle dolduracağı da en önemli sorulardan biridir.