Martin Scorsese 1970’lerde ortaya çıkan, önce bağımsız sinema üreten, sonra da Hollywood ticari küresel film üretim sistemine dâhil olan yeni sinemacıların en önde geleni. Beraber yola çıktığı Coppola, Lucas, Spielberg, Cimino ve Friedkin gibi diğer sinemacı meslektaşlarının çok ötesine geçebilen bir sinema üslubu ile tüm dünyada bilinen bir isim. 1967’de ilk uzun metraj filmini çeken Scorsese, 2017’de 50. sanat yılını kutluyor. Bu nedenle tam da Scorsese’nin İrlanda’da yeni filmini çekeceği sırada 26 Şubat tarihinde başkent Dublin’de yapılan özel bir törende, İrlanda Sinema ve Televizyon Akademisi, kendisini Yaşam Boyu Başarı Ödülü olan John Ford ödülü ile onurlandırdı.
Scorsese, Ford ödülünü İrlanda Cumhurbaşkanı Michael Higggins'in elinden aldı. Törende John Ford sinemasının kendi sanatsal gelişimine katkısını iki saat kadar anlatan Scorsese’nin bu söyleşisinden bazı ana başlıklar şöyleydi:
Scorsese bir göçmen çocuğu. Dedesi İtalya’dan göçmüş. Anne ve babası, New York şehrinde, Queens semtinde, İtalyan mahallesinde büyümüş. Kendisi de 3. kuşak İtalyan göçmen. Bu, onun farklı kültürlere ayrıntılı bakışını da belirliyor. Küçük yaşta farklı kültürlerle teması, hem yabancı hem de yerel olmanın getirdiği çelişkiler, Scorsese’nin daima zaman ve mekândan bağımsız konulan anlatan karakterlerinin iç arayışta olduğu filmleri işaret ediyor. Scorsese’nin hayatındaki ikinci belirleyici etken ise Katoliklik. Küçükken astım rahatsızlığı oluşu onu hem sinemaya sürüklüyor hem de astım hastalığı küçük Scorsese’ye dini sorgulatıyor. Tanrı ve yaradılış ile ilgili sorunsalları düşünmek Scorsese’yi bir dönem rahip okulunda eğitime ve rahip olma hevesine sürüklüyor. Ancak, gerek ailesi ile evde İtalyan yeni gerçekçi filmleri izlemesi, gerekse de İtalya’dan 1950’ler ve 1960’larda gelen filmleri sinemada izlemesi, Scorsese’ye sinema aşkını aşılıyor. Unutamadığı ilk yabancı filmler eve yeni alınmış televizyonlarında ailesinin gözyaşlarıyla izlediği Bisiklet Hırsızları ve İtalya’ya Seyahat. Film yönetmenliğinin yanı sıra sinema sevgisi, sinema tarihçiliği ve koruma arşivciliği ile de tanınan Scorsese sinema tarihinin ilginç filmleri ile de küçük yaşlarda tanışmış. Alan derinliği, renklerin doygunluğu, karakterlerini psikolojik çıkmazları ile onu etkileyen İngiliz yönetmenler Pressburger-Powell İkilisi ve onların Archers şirketlerinden gelen filmlerdir. Bunlardan Kırmızı Pabuçlar (Red Shoes) ve Siyah Narissus (Black Narsissus) en önemlileri.
Scorsese söyleşisinin ana eksenini oluşturan, İrlandalı yönetmen John Ford’un Scorsese sinemasına olan etkisiydi. Buna göre Scorsese’yi John Ford’dan geniş çerçeveleri, karakterlerinin yalnızlığı, toplumdan kopuk oluşu ve her zaman bir iç arayışta olmaları çekmiş. Verdiği örnekler The Searchers, The Quiet Man ve The Informer gibi filmlerdi.
Scorsese’nin toplumsal gerçekçi Amerikan sinemasında favorisi ise Türkiye doğumlu Amerikan yönetmen Elia Kazan. Özellikle Rıhtımlar Üzerinde (On The Waterfront) ve Cennetin Doğusu (East of Eden) filmlerinde karakterlere olan yaklaşım Scorsese’yi etkilemiş. Öyle ki 1980’de yönettiği Kızgın Boğa (Raging Bııll) filminde Scorsese, Kazan’a gönderme yapar. Filmde Jake La Motta her şeyini kaybettikten sonra bir kulüpte stand-up şova çıkmadan önce Rıhtımlar Üzerinde filminde Marlon Brando’nun abisiyle yaptığı konuşmayı ayna karşısında taklit eder ve aynı zamanda kendi hayatının kayıplarını hatırlar. Scorsese’yi etkileyen diğer yönetmenler, Vittoria De Sica, Roberto Rosselini, W.F. Murneau (Sunrise filmi), Howard Hawks, William Wyler, Nicholas Ray ve Akira Kurosawa. Sinema eğitimini üniversitede alan ilk kuşak Amerikan yönetmenlerden oluşu onda ansiklopedik bir sinema tarihi bilgisi olmasının nedenlerinden. Scorsese, New York University de Tisch School of Art’da sinema bölümünün ilk mezunlarından. Scorsese lisans eğitimim İngiliz Edebiyatı ağırlıklı yapmış ve yüksek lisansı ise sinema üzerine.
Scorsese kendi filmlerini yazan bir yönetmen değil. O’nun yaratıcılığı sinemanın diline estetik hakimiyetinden kaynaklanıyor. Scorsese’nin beraber çalıştığı ekip de yıllar içinde tarzının oluşmasına bir etken. Filmlerinin kurgusunu, çok sevdiği İngiliz yönetmen Michael Powell’in da eşi olan Thelma Schoonmaker yapıyor. Görüntü yönetmeni sıklıkla ya Robert Richardson ya da Michael Ballhaus. Yapım tasarımcısı Dante Ferretti. Beraber çalıştığı oyuncular da kariyerinin ilk yansında Robert De Niro, Joe Pesci diğer yansında ise Leonardo di Caprio. Yapımcı olan eski eşi Barbara de Fina ile birlikte mutlu, geniş ve üretken bir İtalyan ailesi gibiler.
Anlatım olarak Scorsesinin imzasını taşıyan öğeler şöyle sıralanabilir:
Uzun plan ve hızlı kamera hareketi. Özellikle Sıkı Dostlar (Goodfellas) filminin açılışında kesilmeden karakterlerini bir restoranın içinde gazinoya kadar takip eden plan Scorsese’nin en sevilen ve yeni kuşak yönetmenlerce gönderme/atıf yapılan çekim planıdır. Örneğin True Detective dizisinin ilk sezonunda polisin uyuşturucu baskını yaptığı sahne tek bir plandır ve Scorsese usulü kesilmeden çekilir. Karakterlerin ve olayın akışını bölmeden anlatmayı tercih eder bu yaklaşımla. Scorsese filmlerinde sağa ya da sola hızla kamera hareketi/pan ile de anlatıma bir dinamiklik getirir. Özellikle sinemasal anlatımda zamanın yavaşlatıldığı ve aniden tekrar hızlandığı planlar olan Kızgın Boğa filminde bu yaklaşımı çok kullanır.
Mafya/Aile Öyküleri. Aynı mahallede büyüyen arkadaşlar ve onların mafyaya karışmaları Scorsese’nin sürekli geri döndüğü bir konudur. Bunda New York’ta İtalyan mahallesinde suça karışan gençlik arkadaşlarım gözlemlemesinin etkisi olduğunu söyler. Aynı zamanda mafya hikâyeleri aile, ev ve dostluk bağlamım da anlatıldığı hikâyelerdir. Bu Katolik olma ve İtalyan yetiştirilme biçimi ile örtüşünce Sicilya kökenli Amerikan gangsterlerin hayatlarını anlatmak Scorsese için kaçınılmaz olmuş.
Yolunu kaybeden yalnız karakterler: Taksi Şoförü (Taxi Driver) filminde amaçsızca dolaşan Travis ya da Kızgın Boğa filmindeki Jake La Motta, After Hours’un sokaklarda kaybolan karakteri ve The Departed’daki kimliğini gizleyen hırsız/polisler hep toplumdan ayrışan, farklı duruşu olan ve uyuşamayan yalnız karakterlerdir Scorsese filmlerinde. Bunun sebebi belki de eskinin vahşi batısında geçen western türünü şehir hayatının, yabancılaştırması ile paralellikler kurmasıdır. Travis Vietnam savaşının yarattığı travma ile gündüz bir işte çalışamaz ve geceleri yalnız kalmak için taksi şoförlüğü yapar. Ancak genelde de insani ilişki kurmaya çalışır. Bir seçim ofisinde çalışan gönüllünün kız arkadaşı olması için uğraşır. Senatörün sekreteri ile işler yolunda gitmeyince de ilişkisine engel olduğunu düşündüğü senatörü öldürmeye kalkar. Orada başardı olamayınca küçük bir kızı istismar ağından kurtarmak için birkaç insan öldürür. İronik olarak Travis “doğru” kişileri öldürdüğü için toplum tarafından kahraman ilan edilir. Benzer şekilde Kızgın Boğa’daki Jake La Motta eşiyle kardeşiyle toplumla anlaşamaz ve hep kavga eder. Bu sebeple elindekileri kaybeder ve hatta hapse düşer.
Tarihi Kişilikler ve Erkek Dünyası: Scorsese’yi etkileyen tarihsel olaylar veya yakın tarihin ilginç kişilikleridir. Aviator filminde Howard Hughes, The Wolf of Wall Street’te Jordan Belfort, Kızgın Boğa’da Jake LaMotta ve hatta son filmi Sessizlik (Silence)’deki rahipler gerçek hayattan alınmadır. Scorsese’nin eleştirilen bir yanı da filmlerinin erkek ağırlıklı oluşu ve kadın karakterlerin arka planda kalmasıdır. Gene de bu bakışa istisna olarak 1974 yılında yönettiği Alice Burada Oturmuyor (Alice Doesn’t Live Here Anymore) filminde kendi hayatını kendi tercihlerine göre yaşayan kadın karakteri (Ellen Bursyn) ile feminist çevrelerce takdir edilmiş bir filmdir. Casino filminde Sharon Stone’nu ve Masumiyet Çağı’nda Winona Ryder’i başarı ile yönettiği performansı da unutulmamalı.
Müzik Sevgisi: Scorsese popüler kültürle de içiçedir ve Michael Jackson’un ünlü BAD şarkısının klibini de yönetmiştir. Scorsese’nin müzik sevgisi The Last Waltz grubunun konser filmini yapmasında ya da caz ve blues tarihini anlattığı belgesellerde görülebilir. Klip yönetmenliğinin dışında belgesel yönetmenliğine de ilgi duyan Scorsese’nin bu ilgisinin temelleri Woodstock festivalim belgesel film olarak kaydeden ekibin içinde olmasına kadar götürebiliriz. Müzik ile uğraşan ve 1960’larda dinlediği Rolling Stones, Bob Dylan ve George Harrison gibi sanatçıların da hayatlarını belgesel olarak anlatmıştır.
Yeniden Yapımlar: Scorsese bir dönem devam/yeniden yapım filmleri de yapmıştır. 1962 yapımı Robert Rossen’in yönettiği The Hustler filmine ithafın Paul Newman’ın canlandırdığı hızlı Eddy karakterini 1986 yılında Paranın Rengi (Color of Money) filminde yeniden anlatır. Benzer şekilde 1962 yapımı Cape Fear filmini 1991’de yeniden uyarlar. Orijinal filmde katil ve avukatı canlandıran iki önemli sanatçıya (Gregory Peck ve Robert Mitchum) da yan rol verir.
Kostümlü Dram: Kostümlü dönem filmi ya da tarihi film de Scorsese’nin sevdiği bir tür. Nikos Kazancakis’in çok tartışmalı romanından uyarladığı Günaha Son Çağrı (The Last Temptation of Christ) 1988 yılında oldukça tartışılmış ve gösterildiği sinemalar önünde protesto edilmişti. 1993 yılında Edith Warton romanından uyarladığı Masumiyet Cağı (Age of Innocence) hikâyesini akıcı biçimde anlattığı ilginç bir dönem filmidir.
Dev Bütçeli Filmler: 2000’li yıllarda Scorsese Miramax şirketinin de desteği ile çok büyük bütçeli yapımlara yönelir. Bunlardan New York Çeteleri (Gangs of New York) 100 milyon dolar bütçeyi geçtiği ilk filmidir. Bunu 2004’te The Aviator izler. 2007 de Hong Kong filmi Infernal Affairs’ten uyarladığı The Departed daha düşük bütçelidir, ancak bu film Scorsese’ye uzun yıllardır aday olup da alamadığı Oscar’da En İyi Yönetmen Ödülü’nü getirir. Daha önce 6 kez aday olup bu ödülü alamaması espri konusu olduğundan geçmişte Oscar almış üç eski arkadaşı Steven Spielberg, Francis Ford Coppola ve George Lucasin sahneye beraber çıkarak Scorsese’ye ödülü vermeleri de Oscar tarihinde nüktedan bir anıdır. Shutter Island ve Hugo da büyük bütçeli ve teknolojinin en üst seviyede kullanıldığı filmlerdir.
Sinema Arşivciliği: Scorsese’nin Türk sinemasına bir katkısı da Hollywood arşivlerinde çürümekte olan film negatiflerini kurtarma amacıyla kurduğu Dünya Sinema Vakfı üzerinden Fatih Akın’ın tavsiyesi üzerine onattırıp restore ettirdiği Metin Erksan’ın Susuz Yaz filmidir. Scorsese’nin 1970’lere kadar geri giden eski film negatiflerini koruma, restore etme ve yeni teknoloji ile yeniden gösterime sokma çabalan vardır. Dostu Coppola ile Abel Gance’in Napoleon filmini onartır. 1980’lerde Ted Turner’in siyah beyaz filmleri renklendirme projesine karşı çıkar.
1942 doğumlu Scorsese şu an 75 yaşında ve İrlanda’da The Irishman isimli filmini çekiyor. Planladığı filmler var. Yapımcılığını yaptığı diziler (Boardwalk Empire) ve diğer projeler ile genç sinemacılara örnek olacak şekilde faal.