Van Depremi’nin ardından başlayan üzücü süreçte Sosyal Medya, Türkiye’nin sesi-soluğu, eli-ayağı ve vicdanı oldu. Twitter, bütün Türkiye’nin takip ettiği bir duyuru panosu gibi çalıştı ve çeşitli kanaat önderleri tarafından yapılan duyurular ve öneriler, yardım için yurttaşların vicdanlarına seslendi. Facebook ve çeşitli bloglar ise daha ziyade örgütlenme amacıyla kullanıldı.
Van’da belediye binasından içeri girdiğimde karşılaştığım manzara gerçek üstüydü. Adeta bir fabrikaya benzeyen girişteki devasa salonda kızlı-erkekli yüzlerce genç bir makine düzeninde tıkır tıkır çalışıyordu.
Elimdeki yardım malzemelerini nereye bırakabileceğimi sorduğum delikanlı, elindeki megafonla “41 numara ayakkabı! Kim alıyor?” diye bağırdı. Az ötede kalkan ele doğru yürüdüm. Elin sahibi genç kız, ayakkabıları teslim aldı ve içinde erkek giysileri de olan bir koliye koydu.
Koli üzerine yazılmış listeye “1 çift ayakkabı” da eklendikten sonra bandandı ve bir genç; koliyi aldı ve bahçede Van’a hareket edecek TIR’ın yanındaki yüzlerce benzerinin yanma koydu.
VAN İÇİN NE YAPABİLİRİM?
Van Depremi’nin üzerinden 24 saat geçmeden organize edilen yüzlerce yardım organizasyonundan sadece biri bu idi. Peki bu düzeni kim, nasıl kurmuştu? Nereden gelmişti bu insanlar? Ve daha bir çok soru işareti.
YENİ MEDYA RAKAMLAR (DÜNYA-TÜRKİYE) Cep Telefonu Hattı: 6.000 M (TR: 61 M)
Mobil Internet: 1.000 M (TR: 6M)
Internet Kullanıcısı: 2.100 M (TR: 35 M) Blogspot: 1.000 M (156 M Blog sayfası) Facebook: 800 M (TR: 30 M)
Twitter: 200 M (TR: 5M)
Linkedln: 135 M (TR: 1 M)
Tüm bu gelişmeleri gören yurdumuzun o pırıl pırıl gençleri de bu seyyar yardım noktalarına koştu; hatta bir kısmı Van’da gece- gündüz demeden çalıştı. Ayrıca, sosyal medyalarda paylaşılan “Giysi göndermeyin, ilaç gönderin” gibi mesajlar sayesinde toplanan yardımların etkin sevk ve idaresi becerilebildi.
Öyle ki hemen tüm ülke, kendi oturduğu yerde nerelerden yardım yapılacağım, o yardım noktalarına nasıl ulaşacağını ve hangi eksikleri tamamlaması gerektiğinin bilinciyle koştu o merkezlere. Organizasyonlarda kimi aksamalar olsa da Van’daki depremzede, ülkenin desteğini yanında hissetti.
KÖTÜ NİYETLİLERE SANAL TECRİT
Umarım bu gelişmeler, Sosyal Medya’yı “bir ahlaksızlık yuvası” olarak niteleyen bazı geleneksel medya mensuplarının da aydınlanmasına vesile olur. Elbette Sosyal Medya’da her şey anlattığım kadar olumlu gelişmedi. Bu acı süreci bile kendi kişisel zevklerine ve kurumsal çıkarlarına alet etmek isteyenler de oldu.
Hepsinin yanıtı ise şu iki sözcüğün içinde: Sosyal Medya.
23 Ekim 2011’de Türkiye tarihinin en acı sayfalarına bir sayfa daha eklenmişti. Van’dan gelen trajik haber ve görüntüler ülkenin tamamının dikkatini oraya çevirdi. Türkiye’nin büyük çoğunluğu “Van için ne yapabilirim? Ne yapabiliriz?” derdine düştü.
İşte tam bu noktada, Sosyal Medya’nın bilgilendirme ve örgütleme gücü devreye girdi. İlk birkaç saat içinde Van’dan sosyal medyalara akan ve paylaşılan haberler, trajedinin boyutlarını tüm çıplaklığıyla ortaya koydu ve önce Şişli Belediyesi’nin bir yardım kampanyası başlattığının duyulmasıyla başlayan hareket, giderek birçok kurum, kuruluş ve yurttaşın katılımıyla büyüdü.
GİYSİ GÖNDERMEYİN, İLAÇ GÖNDERİN
Burada Twitter, bütün Türkiye’nin takip ettiği bir duyuru panosu gibi çalıştı ve çeşitli kanaat önderleri tarafından yapılan duyurular ve öneriler, yardım için yurttaşların vicdanlarına seslendi.
Facebook ve çeşitli bloglar ise daha ziyade örgütlenme amacıyla kullanıldı. Çeşitli kurum ve kuruluşlar Facebook’ta kurdukları gruplar üzerinden Van’daki enkaz kaldırma çalışmalarına katılımdan yardım toplama ve bağış kampanyalarına kadar birçok organizasyonu hayata geçirebildi.
İstanbul’daki bilgisayarının başında oturup “enkaz altındayım” şeklinde tweet atan ve bu insanlık trajedisini kendi markalan için bir sıçrama tahtası olarak kullanmak uzak kuruluşları da gördük bu süreçte.
Ancak ülkemiz çoğunluğunun sağ duyusu bir kez daha galip geldi ve bu örnekler önce Sosyal Medya’da afişe edildi, sonra da bu kişi ve kurumlara karşı sanal bir tecrit uygulanmaya başladı.
YAŞAR BİR AFET YÖNETEMİ
Deprem sürecinde 600’ü aşkın insanımızı yitirmenin acısıyla
kederlendik. 200’e yakın insanımızın enkaz altından kurtarılması
ise bu acıların, bir nebze de olsa, tesellisi oldu. Ancak bir deprem
coğrafyasında yer alan ve bunca deprem felaketi yaşamış bir ülkenin
afet yönetimi konusunda hâlâ sıkıntı çekmesi, herkesi üzen -hatta
öfkelendiren- bir durum.
Tabii bunu, deprem bölgesinde zor şartlarda zamana karşı yarışan afet görevlilerinin moral ve motivasyonlarını da olumsuz etkileyecek bir öfke patlamasına dönüştürmemek ve ders çıkarılacak rasyonellikte bir eleştiri yapabilmek de, hepimizin vicdani sorumluluğu olmalı.
İSTANBUL’DAKİ BİLGİSAYARININ BAŞINDA OTURUP “ENKAZ ALTINDAYIM” ŞEKLİNDE TWEET ATAN VE BU İNSANLIK TRAJEDİSİNİ KENDİ MARKALARI İÇİN BİR SIÇRAMA TAHTASI OLARAK KULLANMAK İSTEYEN, ÜSTELİK BUNU AÇIK AÇIK YAPAN İŞ AHLAKINDAN UZAK KURULUŞLARI DA GÖRDÜK BU SÜREÇTE.
GELECEĞE NOT DÜŞÜYORUM
Artık enkaz ve kurtarma çalışmaları tamamlandığına göre kendi mesleki penceremden birkaç değerlendirme ile geleceğe not düşmeye çalışayım.
Öncelikle 17 Ağustos Depremi gibi ülkeyi her açıdan sarsan ve derin izler bırakacak şiddette bir depreme karşın teknolojik anlamda bize deprem sürecinde olumlu katkı verecek hiç bir hazırlık yapmamışız.
Depremi önceden tahmin etmeye çalışan kimi cihaz ya da sistemlerin ne durumda olduğunu bilemiyorum ama Van Depremi’nde teknolojik olarak hiçbir katkı yoktu.
Bunun sorumlusu da, sadece günü kurtarmaya odaklı zihniyetlerimizdir. Teknoloji ve bilişim ile ilgili bakanlıklar, Sivil Toplum Kuruluşları, üniversiteler, teknoloji ve bilişim şirketleri, telekom operatörleri ve diğer tüm kuruluşlar, sadece kendi kurumsal ve ticari kaygılarıyla hareket ettikleri için Van Depremi’ne hiçbir sıra dışı katkı yapamadılar.
Kendi hesabıma örneğin GSM operatörlerinden deprem bölgesindeki yurttaşları ‘konuşturmayı becermek’ten çok daha fazlasını beklerdim. 1999’dan bu yana 12 yıl geçti. Sadece yakınlarımızı arayıp “ben iyiyim!” diyebilecek kadar mı ilerleyebildik.
Nerede göçük altında kalan abonelerin yer ve adreslerini saptayarak bir haritada hepsini toparladıktan sonra kriz merkezine aktarabilecek bir bilgi akışı?
Ya da öncelikle büyük yerleşimlere odaklanan Afet Yönetim Merkezi’nin haberi bile olmayan uzak köylerden basit bir SMS ile ulaşacak yardım taleplerini yine harita üzerinde görselleştirecek bir katma değerli hizmet?
Aslında bunlar öyle çok karmaşık teknolojiler de değil. Ancak ticari önceliği olmayan ve nasıl olsa ‘uzakta olan afet’ düşüncesiyle gündemlere bir türlü alınmayan projeler bunlar.
Burada sorumlu hepimiziz. 99 depreminden beri aklımda olan bu ve buna benzer projeleri ilgili kurumlara sunamayan bendeniz, gündemine bile almayan tüm kamu ve özel kurumlar ve en çok da ‘sivil toplum’ adı altında yapılanıp ihale takip etmekten öteye iş yapmayan kuruluşlar. Artık hepimizin bu rehavetten kurtulma, uyanma ve harekete geçme vakti!
Deprem sürecine teknolojik olarak en çok katkıda bulunduğunu düşündüğüm (benim gördüğüm yegane) teknolojik hizmet ise ‘Google Kişi Bulucu’ oldu. Depremin hemen ardından Google firmasında çalışan Türkler tarafından, Japonya’daki depremde kullanılan benzer bir hizmetin ülkemize göre özelleştirilmesiyle devreye alınan Kişi Bulucu, Van’da depremden etkilenen insanlarla, onları arayan yakınları ve kuruluşlar arasında yeni bir iletişim kanalı açtı.
Bu süreçte 3 binin üzerinde kişiye ilişkin iletişim sağlanabildi. Google, bununla da yetinmedi ve deprem gecesi kendileriyle iletişim kurarak önerdiğimiz ‘gelen yardım ve kurtarma çağrılarını tek bir Google Haritası üzerinde online görselleştirme’ özellliğini de zamana karşı yarışarak hizmetine ekledi.
Bu servisin daha üzerine eklenecek çok özellik var elbet. Ancak öncelikle tüm kurumsal kimlik kaygılarımızı bir kenara bırakarak ön koşulsuz ve birlikte çalışma ve afet yönetme zihniyetine ulaşmamız gerekli.
Sonuç olarak, gelin bu olumlu ve olumsuz deneyimlerden dersler çıkaralım ve Van Depremi’nde kaybettiğimiz, yaralanan, yurttaşlarımızın ve yakınlarının acılarını milletçe paylaşalım. Van Depremi’nin yaralarını, kardeşliğimizin yaralarıyla birlikte saralım.