Merhum Kadir Has "Tek Dileğim, Üniversitemizin Benden Sonra da Büyüyerek, Yaşatılması"

Merhum Kadir Has
2006 yılının 25 Temmuz Salı günü, yaz sıcağının tüm şiddetiyle hüküm sürmekte olduğu İstanbul’dan, Monte Carlo’ya gidiyordum. Kadir Bey’le buluşacaktık. Israrla davet etmiş, benimle görüşmek istediği önemli konular olduğunu söylemişti. Doğrusu, merak ve heyecan içindeydim.

İstanbul-Nice arasını yaklaşık 2,5 saatte katettik. Uçağımız Cote d’Azur’e inerken, Türkiye’den Fransa’nın bu tatil kentine gelen yolcuları Akdeniz’in lacivert suları karşılıyordu.

Monaco Krallığı’nın başkenti Monte Carlo’ya ulaşınca, Kadir Bey’i telefonla arayarak, otele yerleştiğimizi haber verdim. Titreyen sesinden, konuşma güçlüğü çekmekte olduğunu fark ettim. Akşam, yemekte biraraya gelmek istediğini, ancak sağlık durumunun elvermediğini söyleyerek, “Sizi, bu akşam, Rezan ağırlasın” diyordu. Öyle söylemişti ama, akşam saatlerinde Rezan Hanım’la buluşacağımız restoranda bir sürprizle karşılaşmıştık. Kadir Bey, hasta haliyle, biz konuklarım ağırlamak için restorana gelmişti.

Çok zayıflamış, bakışları da değişmişti. Konuşmakta zorlanıyor, vücut hareketlerindeki ağırlık, hemen hissediliyordu.

Kadir Bey, kelimenin tam anlamıyla çok centilmen bir kişiydi. Hassastı. İnce düşünceliydi. İstanbul’dan davet ettiği konuklarım ağırlarken, hastalık engeline takılmak istememiş, zorlansa da kalkıp gelmişti.

Aslında Kadir Bey’in sofra muhabbeti, hem çok renkli, hem de uzun olurdu. Fakat bu defa, kısa bir sofra birlikteliği yaşıyorduk. Yemeklerimiz bitmiş, vedalaşmamız gerekmişti. Her zaman ailece sergiledikleri nezaketle, bizleri otelimize uğurluyorlardı.

“Kalıcı Hayır Eserlerimi, Üniversite Taçlandırdı”

Kadir Bey’le ertesi gün saat 11.00’de, bu defa konutunda biraraya geldik. Akşamki durgunluğu fazlasıyla devam ediyordu.

Düşünceliydi. Bir masanın etrafına geçtik, konuşmaya başladık. Daha çok kendisi anlattı. Evlatlarına ve adını taşıyan Üniversite’nin Rektörü’ne hitaben kapsamlı birer mektup yazmak istediğini açıkladı. Mektupların içeriğinde bulunması gereken konuları, tek tek not ettirdi.

Kadir Bey’i dinledikçe, hüzünlenmeye başladım. Adeta, uzun bir yolculuğa çıkışın işaretini veriyordu. “Bu mektuplar acaba o yolculuğun hazırlığı mı?” diye düşündüm. İlerleyen dakikalarda gördüm ki, evet öyle idi...

Kendisine, şifalar diledim. Bu arada, nezaket ölçüleri içinde rahatsızlık nedenlerini sorma ihtiyacı hissettim. Şunları söyledi:

“Biliyorsun, burada dünyaca ünlü bir doktorum var. Kardiyal rahatsızlıklarım tekrarladıkça, uyguladığı tedaviden şifa buluyorum. Havalar çok sıcak. Bu durum, rahatsızlığımı tetikliyor. İstanbul’da da hava sıcakmış. Hem doktorum burada olduğu için, hem de iklim şartları nedeniyle bir süre daha Monte Carlo’da kalmak istiyorum.”

“İnsan Kadir Has”ı yıllardan beri çok yakından gözlemleme imkan ve ayrıcalığına sahiptim. İşte bu dönem içinde, bir gazeteci gözüyle pek çok özelliğini de keşfetmiş, kendisiyle değişik konuları konuşmuş, tartışmış ve kağıda aktarmıştım. Bu kez, farklı bir Kadir Has’la karşı karşıyaydım. İlk defa iç dünyasını açıyor, yazılacak mektuplara hem duygu yüklü, hem de gerçekçi mesajların kaydedilmesini istiyordu.

Üniversite yönetimi için yazılacak mektupların içeriğine ilişkin şunları söylemişti:

“Evladım, bilgiden başka hiçbir kuvvete itibar etmedim. Tabii, bunun için, aklın kullanılması gerektiğine inandım. Bir filozof demiş ki, ‘Akıl noksanlığı iki türlüdür; bunlardan birincisi delilik, İkincisi ise cahilliktir.’

Hayır işleri, babamdan bana mirastır. Onun fazileti, bugün benim servetimdir. Allah’a şükür, çalıştım, zengin oldum. Ama zenginliğin geçici bulutlara benzediğini de biliyordum. O zenginliğimi, halkımla paylaşmak istedim. Paylaşmanın en güzel yolu, eğitim ve sağlık alanında yapılacak kalıcı hayır eserleriydi. Ne demişler, ‘Sağlam kafa, sağlam vücutta bulunur.’ Kafanın sağlam olabilmesi için, insanın sağlıklı olması gerekir. Sağlıklı insanı da, yalnızca bilim yüceltir. Onun için diyorum ki, kalıcı hayır eserlerimizi taçlandırdığımız Kadir Has Üniversitemiz büyümeli, gelişmeli ve çağdaş dünya üniversiteleri düzeyine ulaşmalıdır.”

“Ne Kadar Çok Çalışırsan, O Derece Mesut Olursun”

Kadir Bey, Üniversitesi’ni anlatırken, adeta çocuklar gibi şendi. Yarım saat önce sohbete başlarken, konuşmakta zorlanıyordu. Ancak, Üniversite’yi anlatırken, yorgunluğu bir anda kaybolmuştu.

Kendisini çok mutlu eden Üniversitesi’nin geleceği için bir dileği vardı:

“Üniversitemiz 9. yaşını idrak ederken, bize yakışan bir yüksek öğretim kurumu oldu. Zor günler geride kaldı. Her

şey gönlümce ilerliyor. Artık gözüm arkada kalmayacak. Tek dileğim, Üniversitemiz’in benden sonra da büyütülerek, yaşatılması.”

85 yaşında, görmüş geçirmiş bir kişiydi. Şan, şöhret ve zenginlik arzusu çok gerilerde kalmış, kazanımlarını toplumla paylaşan ‘irfan sahibi’ bir insan olmuştu. Bilgece konuşuyor, şunları söylüyordu:

“Ne kadar çok çakşırsan, o derece mesut olursun. Aslında, hayatın değeri, uzun yaşamakla değil, iyi yaşamakla ölçülmelidir. Ben, hayatım boyunca iyi yaşama gayreti içinde oldum, bu arada cesareti elden bırakmadım. Ama bu, ölçülü bir cesaretti.

Tembelliğe hiç itibar etmedim. Doğrusu, tembel insanlara da acıdım. Çünkü, o tabiat, özgür insanı dahi esir yapıyor. Şunu unutmayalım; dünya âlemin en büyük imparatoru, sadece ve sadece menfaattir. Ancak, menfaatin esiri olduğunuz takdirde, insanlığınızı kaybedersiniz. İşte böyle durumlarda insanların binbir meziyeti de olsa, onu değerlendirirken, hep kötü tarafından bakarlar.”

Kadir Bey, Çok Titizdi, Kaliteli Yaşama Özen Gösteriyordu

Kadir Bey, hayatta büyük başarılara imza atmıştı. Böylesine meziyetli bir kişinin özel hayatı da gıpta edilecek bir düzeydeydi. Kaliteli yaşamı çok seviyor, buna özen gösteriyordu. Kıyafetleri konusunda çok titizlenirdi. Elbiseleri, hep ısmarlama yapılırdı. Yani, konfeksiyon giysilere itibar etmezdi. Elbisesinin yanı sıra, gömleği, kravatı, ayakkabısı ve çorabına kadar herşeyini titizlikle seçer, bu giysilerin birbiriyle uyumlu olmasına dikkat ederdi. Özel terzisi Ahmet Bozkurt, kendisine “Kadir Bey, yediğiniz kendiniz için, giydiğiniz ise millet için..demiş, buna hem çok gülmüş, hem de hak vermişti.

Kadir Bey’in hem iş yeri, hem de evinde sergilediği titizlik ve düzen ise, gerçekten görülmeye değer bir başka özelliği idi. Kadir Has Vakfi’nın merkezindeki makam odası, klasik bir müzeyi andırıyordu. Orada kullanacağı okuma gözlüğünün kutusu dahi masasına milimetrik bir düzen içinde yerleştirilmişti. Zatî eşyalarının yer değiştirmesini istemez, her tarafın pırıl pırıl olması için itina gösterirdi.

Kadir Bey, zamanı da çok iyi kullanırdı. Hem Vakıf binası, hem de konutunda, ayrı ayrı sekreterleri vardı. Konuk ağırlamaları, program dahilinde yürütülürdü. Ziyaretçilerine büyük bir misafirperverlik gösterirdi.

Kadir Bey’in bir başka özelliği ise, £fikr-i takip’ sahibi olmasıydı. Hafızası güçlüydü. Üstlendiği konuları takip edip, sonuç almak için titizlenir, meselelerin halli konusunda, görevlendirdiği kişilerden sürekli bilgi alırdı.

Konutunda bulunduğu saatlerde, Kadir Bey’in genellikle istirahat ettiği zannedilirdi. Oysa konutu, aynı zamanda bir ‘home office’ gibi çalışırdı.

Yaşamı boyunca, siyasete hiç heveslenmemişti. Siyasi olayları ise, en ince ayrıntısıyla yakından takip ederdi. Devlet büyüklerinden itibar görür ama devletle iş yapmazdı. Cumhurbaşkanlarını, başbakanları, komutanları, kısacası sivil ve asker, devlet ricalini, hem Küçükyalı’daki, hem de Sanyer Alsit’teki villalarında ağırlamaktan büyük mutluluk duyardı.

22 Mart 2007 Perşembe Günü “Dağılalım” Dedi, Bir Daha Toplanamadık

Kadir Bey, 26 Temmuz 2006 Çarşamba günü, yakınlarına ve Üniversitesi’nin Rektörü’ne mektup yazarken, sanki yol hazırlığı yapıyordu. Yazım bitmiş, imza aşamasına gelinmişti. Eli titriyordu. Her zamanki ağırbaşlı tavrı içinde göz göze geldik. Rahatlayınca, gülümserdi. O haline büründü. Kimbilir, neler düşünüyordu. Sormadım, kendisi de bir şey söylemedi.

Saatlerce konuşmuştuk. Söylediklerini ayrıntılı bir şekilde not almıştım. Bu uzun mesai sırasında yorulmamıştım. Yorulmamıştım ama, hüzünlenmiştim.

22 Mart 2007 Perşembe Saat 12.00... Monte Carlo’da yaptığımız uzun görüşmenin üzerinden 237 gün geçti. Bu defa Kadir Has Üniversitesi Mütevelli Heyeti toplantı salonunda biraraya geldik. Yine baş başa görüşmeyi arzu etmişti. Her zamanki ciddi ama sevecen haliyle konuşmaya başladı. Bilgece anlatıyordu. Herhalde Monaco’da yarım kalan mesajları vardı. Yeni bilgiler paylaştık. Geleceği konuştuk. Yorgun olduğunu söyledi. “Mütevelli Heyet toplantısı var ama, katılmayacağım. Yemek yiyelim, dağılalım” dedi. Öyle de yaptık.

Dağıldık ama, bir daha toplanamadık.