Mühendisin Güncesinden: Bir Sahtekarlığın Analizi

Mühendisin Güncesinden: Bir Sahtekarlığın Analizi

Efendim, ben elektrik-elektronik mühendisiyim, yani mühendislik dalları içinde en çok gözle görülemeyen enerjiyle çalışanlardanım. Hem de iletişim, üstüne üstlük telsiz iletişim dalında uzmanlaştığım için uzaktan, gözle görülemeyen enerji göndermek, almak, enerjiyi istenen uygulamaya, bilgiye çevirmek benim işim.

Son yıllarda popüler kültürde yer edinen enerji modası ile ilgili bir hiciv yazmak ne zamandır aklımdaydı; zira ‘yaşam koçu, bilinçaltı uzmanı, şifalı enerji hocası,’ gibi kimselerin ortalara çıkmasından, medyada söz sahibi olmasından, “enerji gönder, al, ver, çok negatif” gibi sözlerin bilinçsizce ve inançla kullanılmasından rahatsız oluyorum. Bu modanın eğitim sistemimizin bitim ve matematik temelindeki boşluktan ortaya çıktığım bitip çok üzülüyorum.

Bu yazıyı yazmadan önce eleştireceğim şeyi daha iyi tanımam gerektiğini düşündüm. Birkaç tanıdığın birden sözünü ettiği ‘Reiki enerjisi uzmanı’ hocaya gidip onu sonuna kadar konuşmadan dinlemeye karar verdim. Gidince gördüm ki sorun, cehalet yansıtan moda terimlerden de, sahtekârların bilimsel temeli zayıf toplumumuzun zamanını ve parasını çalmasından da büyük: Sahtekârların kişileri yönlendirip kullanması kadar tehlikeli.

Traji-komik deneyimimin sizi güldürmesi ve düşündürmesi dileğiyle o günü anlatacağım.

Önce şunları söyleyeyim. Ben “görmediğime inanmam,” diye bağnazlık yapmam, bitimin deneyimlerimizi, gözlemlerimizi bugün değilse yarın açıklayabileceğini düşünürüm. Elden bırakılmasının çok tehlikeli olduğunun altım çizdiğim şey, bilimsel yaklaşımdır. Tekrar edilebilen, test edilebilen, ölçülebilen etkileri görüldüğü için kanıtı ortada olan şeye bilimsel olarak “mümkün” denebilir. Hani benim mesleğin temelindeki elektronu da modelledikten çok sonra görebildik ya, demek ki teori sonradan gelse de, tutarlı deney sonuçlan, etki-tepki ilişkileri hipotez olarak saygın kabul edilebilir. Bitim evreni açıklamaya, mühendisler bilgiyi insan hayatının yararına sunmaya çalışır. Örneğin New Jersey Institute of Technology’de Profesör Edip Niver (Elektrik ve Bilgisayar Mühendisliği Bölümü), insan beyninin değişik koşullar altında yaydığı elektromanyetik enerjiyi ölçüyor. Bu enerjiyi etkili hale getirip felçti hastalann bilgisayar kullanımını sağlamak için uzmanlar seferber.

Reiki ‘dersi’ne kayıt olmak için e-mail yazmak gerekti, 200 TL verme taahhüdü ile şu bilgiler isteniyor: Ad, soyad, kızlık soyadı, saatine kadar doğum tarihi. Gereğini anlamadım, çekindim, dostum Profesör Lisa Riolo’yu aradım. Lisa, Indiana Üniversitesi’nin Fizik Tedavi Bölümü’nün başkanlığını yapmış, Amerikan Fizik Tedavi Kurumu’nun Nöroloji Kolu’nu yönetmiş, beyin-vücut ilişkisi üzerine araştırmaları, uygulamaları kabul edilmiş bir bitim inşam. Reiki ile ilgili her zamanki açıklığıyla kısaca şöyle dedi: “Yapılan araştırmalara göre bilimsel temeli yok ama epeyce plasebo (oyalama ilacı) etkisi görülüyor.”

Sonunda gittim. Restore edilmiş, dünya güzeli bir eski evin muhteşem manzaralı çatı katına çıkarken tütsü kokulan ve New Age müzik merdivenlerde yoğunlaşmaya başladı. Kapısında bekleyen beyazlar giymiş hanıma “Merhaba, ben Şirin” dedim. Bilgece gülümseyerek bir çocuğu yatıştırırcasına “Bitiyorum (sessizlik, gülümseme), hoş geldin Şirin,” dedi. Yolladığı e-mail’deki yasaklara aldırmayıp sabah asla vazgeçemediğim kahvemi içtiğimi oracıkta bu sakin anne figürüne itiraf edecektim ama herhalde onu da bilmeliydi. Gelenlerin kendini tanıtması, en sonunda da Reiki Hocası’nın sakin sakin, tane tane kendini anlatması öğleni buldu. Aralarında üniversite mezunu olmayan tek kişi üniversite üçüncü sınıf öğrencisi olan müstesna Reiki öğrencilerinin biri göz doktoru olmak üzere hepsi kariyer sahibi. Hocamız oturma düzeninden, tuvaletin, suyun yerine kadar bilgilendirmeyi anaokulu öğretmeni tavrıyla hep aynı ses tonu ve ayrıntıyla yaptı. Cep telefonlarım kapattırdı; sessize alınmasını değil, hepten “off ” şeklinde kapatılmasını istedi, “uçaktaki gibi” yapacağımız dersin operasyonunu rahatsız edermiş. “Elektromanyetik enerji kullanacağız anlaşılan”, dedim. İyi de kapısı penceresi açık bu eski çatı katı, elektromanyetik girişime karşı yalıtılmış görünmüyordu! Kendime sözüm var, oturup izleyeceğim, diye uyarmadım.

Reiki’nin tarihçesi, doktor değil ama fenafillah derecesinde düşünürlük haddinden kendine doktor payesi biçilmiş bir Japon dervişe dayanıyormuş, Dr. Usui. Reikici hocamızın evinde baş köşede nur yüzlü Usui’nin resmi duruyor, kendisini saygıyla anıyormuşuz, peki. Uykum gelirken sonunda kulaklarıma layık bir cümle duydum: “Reiki, bir din ya da inanç sistemi değildir. Enerjiye dayalıdır, enerjiye inanmamak olmaz. Enerji pek tabii vardır.” Doğru. Ancak Reiki’deki ‘ki’ yaşam enerjisi, ‘rei’ de ‘farkında, bilge, akıllı’ demekmiş; hocamız “evrenin sevgi dolu enerjisi, akıllıdır, bilgedir, bizi sevgiyle sarar” deyince tepem attı. Dünyadan azıcık çık, evrene bak seni nasıl seviyor radyoaktif enerji, kavrulur gidersin! Bizi seven yüce güçlere, koruyan meleklere inanmak iyi hoş da, bu okumuş yazmış insanların gaipten ekstra enerji marifetiyle sevecenlik hissetmeye para harcaması çok acı. Hani bu inanç meselesi değildi de fiziksel enerjiden söz ediyorduk? Buyurun atom bombası, çok enerji, tekmili birden, sevecen mi?

Dünya çapında medar-ı iftiharımız Profesör Pınar Mengüç’ü düşündüm. Sayamayacağım kadar ödülü, patenti, makalesi olan Amerikan Makine Mühendisleri Odası Şeref Üyesi Pınar Hoca, hayatının büyük bölümünü ortamdaki güneş ve genel ısı enerjisini kullanılabilir enerjiye çevirmeye adamasına rağmen rahatsızlanınca tıp doktoruna gidiyor. İlahi Pınar Hocam, şifa elinin altındayken! Mühendis işte. Pınar Hoca, Reikici gibi ilim irfanın semtinden geçmeden kısa yoldan enerjiye hükmedeceğine ille de ölçülebilen enerjiyle ilgileniyor.

Enerji ‘üstadı’ Reikici ise şimdi de enerjinin fiziğiyle ilgili teknik terminolojiyi salata yapıp sunuyor, tam “güler misin, ağlar mısın.” Pek zarif, pek yumuşak el hareketleriyle havaya bir sinüs dalgası çizip sonra onu eliyle aşağı itiyor; “dalga boyunuzun düştüğünü hissedersiniz ya bazen” diyor, “hani frekansınız düşer bazen...” Dalga boyu ile frekansın birbiriyle ters orantılı olduğu lisede öğrenilmiyor mu? Neden bu üniversite görmüş Reiki öğrencileri başlarım sallıyorlar? Deli olacağım. Sanırım hocamız bir şeylerin genliğinden (amplitüd, büyüklük) söz etmeye çalışıyor. İyi de, enerjinin türü yok ki ortada, ölçümü olsun. Sözünü ettiği enerjinin birimi nedir? Joule? Kalori? Watt-saat? Kendime sözüm var diye sormadım. Niye kimse sormuyor?

Reikici hoca, avuçlarımızı çukurlaştırıp karşı karşıya tutup “enerjiyi hissetmemizi” söyledi. Sonra herkes ne hissettiğini anlattı: “Mıknatıs gibi bir şey, ısı, kalp atışı, elektriklenir gibi, sanki karıncalanıyor...” Bu pek kalitatif ifadeleri hocamız hep aynı bilge gülümsemeyle “evet, bunların hepsi normal” diye karşıladı. Evrenin sevecen enerjisi tepemizden girip ellerimizden akıyormuş. Bu sevecenliğin ve şifanın ısı mı, elektrik mi, manyetik mi olduğunu öğrenmek isteğiyle kıvranıyorum. Neden kimse sormuyor? İlkokuldan beri enerji türleri müfredatta yok mu? Enerji transferinde mutlaka kayıp olur, ne kadarını kaybediyoruz? Enerji şekil değiştirir, hani sudan elektrik üretilir. Potansiyelini, kaybını, kinetiğini ölçmeyi biliyorum, nükleerden sevecene nasıl dönüştürürüm, bilemiyorum, üzgünüm.

Reiki Hocamız “Stanford Üniversitesi’nin araştırmasına göre” diyerek dediklerini destekliyor ama kaynakça göstermiyor!

Stanford’ın hangi bölümü, hangi araştırma merkezi, hangi hocası, hangi fonla yaptı bu araştırmayı acaba? Profesör Niver’in araştırmasını General Motors destekledi, beyin enerjisindeki değişimi anten sistemiyle algılayıp uzun yol sürücülerinin uykuya daldığım fark ederek hayat kurtaran alarm sistemi geliştirsin diye. Bunun gibi bilimsel araştırma sonuçlarına erişim bedavadır.

En çok Reikici hocanın ruhani üstünlük taslamasına sinirlendim. Bir ara “ben düşüncelerinizi okuyabiliyorum” buyurdu; ama benimkileri okuyamadı. Günün sonuna doğru utanmadan sınıftan birinin ölmüş annesini adıyla anarak “ondan haber getirdi.” Herkes unuttu mu, kızlık soyadına kadar bütün bilgilerini önceden yazdıklarım? Birinin annesinin adım bulmak dakikalık iş! Maalesef herkes etkilenmiş göründü.

Yazıyı yazana kadar da olsa seyirci kaldığım üfürükçülüğe; buna mahal veren cehalete, engel olamayan eğitim sistemine çok kızgınım. Reikici sahtekârın o gün vergisiz kazanç sağlamasından öte, uyduruk bir boyutta üstünlük iddiasıyla politik ve toplumsal konularda (elbette burada tekrar etmeyeceğim) görüşlerini saygıdeğer bir edayla sunup inanma ihtiyacındakilere dinlettiğini gözlerimle gördüm. Dilerim siz de görüyorsunuzdur tehlikenin büyüklüğünü.

Bilimsel temeller ortadayken para, zaman ve (hadi söyleyeyim) enerji harcamaya değecek yerleri doğru seçmek insanın hayata karşı sorumluluğudur.

Geçenlerde evime gelen dostlarım bana bir hediye getirdiler. “Hem kahve seviyorsun hem çok meşgulsün, sana Türk kahvesi makinesi getirdik, yarım dakikada oluyor!” dediler. “Düğmesine basınca bir kenarından fal da yazsın çıkarsın,” dedim. Gülüştük.

Yakınlarda Türk kahvesi makinelerinin üreticisinin Ar-Ge ekibiyle sohbet ettik. Fal esprisini onlara da yaptım; teknik açıdan nasıl gerçekleşebileceğini konuşurken “hocam, yapardık da ‘fal bakan şirket’ olmak istemedik,” dediler. Meslektaşlarını buradan da saygıyla, teşekkürlerimle selamlıyorum.

Kahve makinesinin 19 patentli enerji akışının sahtekârlarınkinden daha çok merak edildiği bir toplum özlemiyle.