Oscar’a Damgasını Vuran Ödüllerin Kime Gitmediği Oldu

Oscar’a Damgasını Vuran Ödüllerin Kime Gitmediği Oldu
28 Şubat akşamı Hollyvvood’da, Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi (AMPAS) 88. Ödül törenini düzenledi. Başka bir deyişle, “Oscar’lar sahiplerini buldu”. Dünyanın dört bir köşesinde tanınan, sevilen yıldızlar, pek de tanınmayan ama o yıldızların filmlerinin yaratılmasında anahtar rol oynayan teknisyenler, belki daha da az tanınan animasyoncular, belgeselciler, kısa filmciler, umutla Dolby Theater’in koltuklarını doldurdu.

Ve yine dünyanın dört bir köşesinde, gelenek olduğu üzere, “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” misali, farklı saat dilimlerinde milyonlarca izleyici kimin ne giyeceğini, kimin ödül alacağını, kimin konuşmasında ağlayacağım, Akademi’nin Leo’ya sonunda bir Oscar verip vermeyeceğini görmek üzere televizyonlarının başına kuruldu.

Oscar ödülleri ve törenini anlatmadan önce, belirtmek gereken birkaç husus var. Oscarlar, o yılın en iyi filmlerini veya oyuncularım belirlemiyor Belirlenen, Akademi’nin (çoğu erkek, çoğu beyaz, yaş ortalaması 63 olan) üyelerinin, o sene görebildikleri filmler arasından en takdire şayan hangilerini buldukları. Hal böyle olunca zaten İngilizce olmayan, ABD’de dağıtım şansı bulamayan, daha riskli ve deneysel olan neredeyse tüm filmler eleniveriyor. Öte yandan, oylama süreci de pek basit değil. Akademi, hepsi bir araya gelip de “bu sene şu kişiyi ödüllendirelim” diyen, bilinçli bir jüri değil. 6 bin civan üye, kendi başlarına birer oy pusulası dolduruyor. Diğer üyelerin ne oy verdiğini bilmedikleri ve sadece tahmin edebilecekleri için kimi zaman ödül sezonunun gidişatına göre karar veriyorlar -yani esas kazanmasını istedikleri adayın hiç şansı yok gibi görünüyorsa, oylarım ikinci tercihlerinden yana kullanabiliyorlar (Türkiye’deki seçmenlere tamdık gelebilecek bir durum). En iyi filmin belirlenme süreci daha da karmaşık. Üyeler, aday beş ila on filmi tercih sırasına diziyor. Eğer bir film yüzde 50’den fazla pusulada bir numaraya oturmuşsa otomatik olarak kazanıyor. Ama tabii bu kadar çok aday ile böyle bir durum çok istisnai olduğu için eleme süreci başlıyor. En az birinci sıra oyu olan film eleniyor, ona birincilik vermiş pusulaların oylan, her birinin ikinci sırasındaki filme gidiyor, ta ki filmlerden biri oyların yüzde 50’sini geçene kadar. Üyeleri bölen filmler olduğu senelerde (ki bu yıl The Revenant için bunu söylemek mümkündü), çok kişinin bir numarası olmasa da ikinciliğe yerleştirilen filmler, aradan sıyrılarak sürpriz yapabiliyor böylelikle. Tüm bu oylama süreci nedeniyle Oscar dağılımlarını ve tahminlerinin en iyi ekonomideki oyun kuramıyla açıklanabilecek olması muhtemel; ama o konuyu işin uzmanlarına bırakarak bu seneki ödüllere ve törene dönelim.

2016 Akademi Ödülleri’ne esas damgasını vuran, ödüllerin kime gittiğinden ziyade, kimlere gitmediği oldu. Adaylar 14 Ocak 2016 sabahı, Kaliforniya saatiyle 5:30’da açıklandı (ödül töreninin aksine, bu duyuru esnasında dünyanın geri kalanının uyanık olması ve haberleri kendilerine “normal” gelen bir saatte alması göz önünde bulunduruluyor). Sonuçların duyurulmasıyla beraber de itirazlar yükselmeye başladı. Zira aynı 2015 adaylıklarında olduğu gibi dört kategorideki 20 oyunculuk adayı arasında, beyaz olmayan tek bir kişi yoktu, potansiyel adaylar olmasına rağmen. Nasıl geçen sene Selma’daki oyunculuklar ve yönetmenlik es geçildiyse, bu sene de çok konuşulmuş olmasına rağmen nedense Akademi’nin dikkatini çekmemiş performanslar vardı. Bunların belki de en önemlisi, İdris Elba’ya bilahare Oyuncular Birliği (SAG) Ödülleri’nde En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu heykelciğini getirecek olan rolüydü. Yine aynı filmdeki (Venedik Film Festivalinden ödüllü Beasts of No Nation) rolüyle Oscar’lardan bir gün önce verilen bağımsız sinema ödülleri Independent Spirit’lerde En İyi Erkek Oyuncu ödülünü alan Ganalı 15 yaşındaki Abraham Attah Akademi için fazlasıyla tanınmamış bir sima idi belki, ama Will Smith’in NijeryalI bir doktoru canlandırdığı Concussion’daki performansının tamamen göz ardı edilmesine ne demeli? Yine benzer şekilde, Latin Amerika veya Asya kökenli hiçbir oyuncu söz konusu dahi edilmedi. Hatta 20 aday arasında en “koyu” renkli olanın İsveçli Alicia Vikander olması da bir espri konusu haline geldi. Tabii sorun sadece adaylıklarda değil, ABD nüfusunun artık sadece yüzde 65’i beyazlardan oluşurken filmlerdeki karakterlere baktığımızda bu oranın hala yüzde 100’e yaklaşıyor olmasında.

Bu tartışmalar sürerken, ödül törenini sunacak ismin aylar öncesinde tanınmış siyahi stand-up komedyeni ve oyuncu Chris Rock olarak duyurulmuş olması, törene dair merakı da arttırdı (ancak yeterince arttıramamış olacak ki, ödül töreni son sekiz yılın en düşük izlenme oranlarım aldı -ancak bunu kimi siyahi liderlerin boykot çağrılarından ziyade, aday filmlerin gişede fazla başarı kazanmamış olmalarına bağlamak mümkün). 28 Şubat gelip çattığında, izleyiciler ödülleri kimin alacağı kadar, Rock’un konuya ne kadar değineceğini de merak ediyorlardı. Rock, değinmekle kalmadı, -tabiri caizse- bodoslama daldı Hollyvvood’daki ırk ve temsil problemlerine. Hk cümlesinden itibaren tüm açılış monoloğu bu konuya ayrılmıştı. Salondaki kitlenin gerilimi ve kimi noktalarda irkilmeleri, televizyon başındaki izleyiciler tarafından bile gözlemlenebiliyordu. Rock, azınlıkların 50 yıl önce de filmlerde ve adaylıklarda pek görünmediğini, ancak o zaman “linç ve tecavüz gibi başka dertlerle” uğraştıkları için bu konuda fazla ses çıkarmadıklarını söyleyerek başladı. Ardından da bu yıl In Memoriam bölümünde, “geçtiğimiz yıl ölen sinemacıları anma” montajı yerine “sinemaya gitmek isterken yolda polis tarafından öldürülen siyahi vatandaşları anma” montajı yapılacağım duyurduğunda salonda alkışlarla karışık bir inanamama halini gözlemlemek mümkündü (sonunda In Memoriam, alışıldığı şekliyle yapıldı). Tören boyunca hem Rock’un esprileri, hem de ödül alanların farklı sosyal konulara dikkat çekmeleri devam etti.

Son yılların herhalde en “sosyal içerikli” töreninde en akılda kalan bölümlerden biri de Lady Gaga’mn performansı oldu. ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’m taciz ve tecavüze karşı başlatılan sorumluluk kampanyasını duyurduğu Lady Gaga, üniversitelerde bu vakaların yaygınlığı ve nasıl sümen altı edildiğine dair belgesel The Hunting Ground için yazdığı “Til It Happens to You” şarkısını, sahnede onlarca taciz ve tecavüz kurbanının katılımıyla seslendirdi. Lady Gaga’nm harika performansından sonra ödülü Spectre filminin şarkısı “Writing’s on the Wall” ile Sam Smith’e kaptırması, gecenin hayal kırıklıklarından biri oldu. Çok fazla sürprizin yaşanmadığı gecede bir diğer hayal kırıklığı ise Akademi’nin “emektar” oyuncuları ödüllendirme geleneği nedeniyle Yardımcı Erkek Oyuncu Ödülü’nü (yedinci defa canlandırdığı Rocky Balboa rolü ile) alması beklenen Sylvester Stallone’un yüzünden okunuyordu ödül sahibi duyurulduğunda: Bridge of Spies filmindeki Sovyet casusu rolüyle Mark Rylance. Diğer oyunculuk ödülleri, sezonun başından beri verilen her ödülü toplamakta olan isimlere gitti. En İyi Yardıma Kadın Oyuncu The Danish Girl ile Alicia Vikander, En İyi Kadın Oyuncu Room ile Brie Larson, ve tabii heyecanla beklenen En İyi Erkek Oyuncu, ilk adaylığından 22 yıl sonra beşinci adaylığıyla heykele ulaşan Leonardo DiCaprio oldu. DiCaprio ödül konuşmasını ağırlıklı olarak küresel iklim değişikliğine dikkat çekmek için kullanmasıyla da çevrecileri mutlu etti.

En İyi Yönetmen ödülü, geçen yıl da aynı ödülü almış olan Meksikalı Alejandro Gonzâles Inârritu’ya gitti. Böylelikle Inârritu, 1940-41 ’de John Ford’un, 1949-50 yıllarında Joseph Mankiewicz’m başardığı bu zor işi gerçekleştirebilen üçüncü yönetmen oldu. Eğer filmi The Revenant da En İyi Film ödülünü almış olsaydı, iki yıl üst üste En İyi Film’i yönetmiş olan ilk yönetmen şerefine de nail olacaktı, ancak Boston Globe gazetesinin Katolik kilisenin çocuk istismarının üstünü kapatmasını ortaya çıkarma hikayesini anlatan (ve alçakgönüllü sinema diliyle The Revenanfm tam tersi bir noktada duran) Spotlighf m gecenin sonundaki galibiyeti bunu engelledi. Spotlight, Oyuncular Birliği ödülünü de almış olması nedeniyle The Revenant ve The Big Short ile birlikte ödülü alabilecek filmlerden biri olarak görülüyordu. Ancak gecenin başından itibaren zaten alması beklenen En İyi Orijinal Senaryo’dan başka bir ödüle uzanamaması (ve gece boyunca ağırlıklı olarak Mad Max: Fury Road ve The Revenanfm diğer ödülleri paylaşmaları), zihinlerde bir şüphe de uyandırmıştı. The Big Short ise yine alması beklenen En İyi Uyarlama Senaryo’dan başka ödüle kavuşamadı.

Türkiye’deki sinemaseverler içinse bu senenin daha özel bir yönü de vardı. Fransa-Abnanya-Türkiye-Katar ortak yapımı Mustang, Yabancı Dilde En İyi Film dalında Oscar’lara Fransa tarafından aday gösterildiyse de, Türk asıllı yönetmeni, Türkiye’de geçen ve Türkçe bir hikaye olması ve Türkiye’den bir oyuncu kadrosu barındırması nedeniyle merakla takip ediliyordu. Deniz Gamze Ergüven’in filmine, Macaristan’dan gelen Son of Saul karşısında pekte yüksek bir kazanma ihtimali verilmiyordu gerçi ama; yine de bir sürpriz olursa bu kategorideki en güçlü ikici aday olarak görülüyordu Mustang. Sonuçta sürpriz olmadı, Lâszlo Nemes’in Auschvvitz’deki bir Sonderkommando’nun öyküsünü anlattığı film, beklendiği gibi ödüle uzandı. Bize de yine önümüzdeki yıllara bakmak kaldı.