Bakın, bütün her şeyin ortak paydası buradan birkaç saat güneyde; Suriye’de yaşanan iç savaş. Meseleyi, doğru koymak, doğru analiz yapmak lazım. Bir süredir burada; yanı başımızda, Türkiye-Suriye sınırında; sınırın Suriye tarafında PKK ile El-Kaide savaşıyor...
“Türkiye’de pek kimse yazıp konuşmuyor. Herkes bakıyor. Ama, kimseler göremiyor. Ya da görenler; bilenler dillendirmiyor. Halbuki, hepsi bağlantılı. Burada; Hatay’da, Reyhanlı’da patlayan bombalar, Somali’deki Türk Büyükelçiliği’ne yapılan intihar saldırısı ve Beyrut’ta kaçırılan iki Türk pilotu... Bunların hepsinin altında özellikle Türkiye’deki istihbaratçılara, askerlere, hatta belki bazı üst düzey yetkililere verilen mesajlar var. Biz perde arkasında neler olduğunu, neler yürütüldüğünü bilmiyoruz. Ama o kişiler biliyorlar ve onlar verilen mesajları tamamen aldılar anladılar”....
Antakya’da ünlü ‘Habib-i Neccar’ Camii’nin avlusunda, bir duvarın kenarında çömelip, oraya gelen yerli-yabancı turistleri seyreden iri burunlu, pos bıyıklı, kasketli adam beni tanıyıp, doğruluyor ve “Merhaba, Mithat Bereket”, dedikten sonra dudaklarından dökülen sözler bunlar oluyor...
Ben de onu nazikçe selamlarken içimden geçirmeden edemiyorum: “Eyvah, çattık belaya! Tam da ‘kahve muhabbeti’nin; hiçbir bilgiye dayanmayan, herhangi bir kanıtı olmayan komplo teorilerinin ortasına düştük. Şimdi, bol bol memleketi, hatta dünyayı kurtarma edebiyatı dinler dururuz.”...
Adam sonra, Ortadoğu uzmanı bir akademisyen ya da tecrübeli bir savaş muhabiri veya yıllarca bu bölgelerde çalışmış bir istihbaratçı ya da subay edasıyla devam etti: “Bakın, bütün her şeyin ortak paydası buradan birkaç saat güneyde; Suriye’de yaşanan iç savaş. Aslında, meseleyi doğru koymak, doğru analiz yapmak lazım. Bir süredir burada; yanı başımızda, Türkiye-Suriye sınırında; sınırın Suriye tarafında PKK ile El-Kaide savaşıyor...”
Adam, bu son cümleyi söyledikten sonra bir ara verip, adeta kafasını boşluğa çevirip ufka bakıyor. Belli ki söylediği bu son sözlerin bende yarattığı etkiyi merak ediyor. İşte o an, bu adamın sıradan bir “geyik muhabbeti” çevirmediğini anlıyorum...
Gerçekten de, adamın son yaptığı saptama öyle herkesin yapabileceği, söyleyebileceği türden bir şey değil. Bunları düşünürken, kafamdan iki örgüt ismi geçiyor: “El Nusra” ve “PYD”, yani Suriyeli Kürtler’in neredeyse tamamının desteklediği, “Demokratik Birlik Partisi”...
Sadece bir hafta içinde; Türkiye-Suriye sınırındaki Akçakale sınır kapısından 3 bin kişi birden giriş yapmıştı. Akçakale’nin tam karşısındaki Tel Abayd’daki çatışmalar yoğunlaşınca, Türkiye’de bulunan yaklaşık 400 bin Suriyeli mülteciye bu yeni gelenler eklenmişti... Ceylanpınar’ın tam karşısındaki Rasulayn kasabasında da benzer bir durum gözleniyordu. Suriye’nin önemli petrol ve gaz yataklarının da bulunduğu bu bölgeyi ele geçirmek için PKK’nın Suriye kolu olan PYD militanlarıyla, El-Kaide’nin Suriye’deki uzantısı olan El Nusra millitanlan dövüşüyordu....
Kafamda yıldırım hızıyla bunları düşünürken, esrarengiz adamla göz göze geliyoruz. “Bu adam herhalde istihbaratçı; bu kadar akıcı Türkçe konuştuğuna de göre kesin MIT’ten”, diye geçiriyorum içimden. Sonra, savaşlarda rastladığım MİT mensuplarının kendilerini “Başbakanlıktanım”, diye tanıttıklarını hatırlayıp soruyorum:
“Başbakanlıktan mısınız?”
“Hayır, değilim”, diye kestirip atıyor adam.
Sonra da öylece devam ediyor:
“İşin daha da ilginci, Suriye’deki bu El-Nusra-PYD ya da El- Kaide-PKK savaşının tam ortasında sıkışmış kalmış bir Türkiye var.”
Sanki, söylediklerini iyice belletmek istercesine tane tane, neredeyse hece hece söylemişti adam, bu son cümleyi...
O an, konuyla ilgili bildiğim her şey zihnimden büyük bir hızla geçmeye başladı:
Arapça adı “Jabhat an-Nusrah li-Ahl ash-Shâm”; yani, “Büyük Suriye Halkı İçin Destek Cephesi.”... Ama, herkes bu örgütü “Jabhat al-Nusra”; yani “El-Nusra Cephesi” olarak tanıyordu. Nispeten yeni kurulmuş bu örgütün ortaya çıkışı Suriye’deki iç savaşla doğrudan alakalıydı. Kaç kişi oldukları tam bilinmiyor, ancak, tahminlere göre, bu yılın başlarında sayılan 5 bine ulaşmıştı. 2011 Martı’ndan itibaren Suriye’de start alan karışıklıkta muhalif grupların en etkilisi durumundaki örgüt, pek çok kentte düzenledikleri bombalı intihar saldırılarıyla tanınmaya başlamıştı. El Nusra, kendi ağzından resmi varlığını ilk kez 2012 başında duyurmuştu. Çoğunluğu Suriyeli Sünni müslümanlardan oluşan El Nusra’nın başında Ebu Muhammed Fatih El Gulani (ya da Arapça telaffuzuyla Julani) vardı. İşin ilginci, o günlerde El- Kaide’nin Irak’taki kolu olan Irak İslam Devleti Orgütü’nün lideri Ebu Bekir El Bağdadi, El Gulani’nin kendilerine bağlı olduğunu ve Gulani’yi de kendilerinin Şam’a gönderdiklerini açıklamıştı... Gerçi, Ebu Muhammed Fatih El Gulani'nin tam olarak nereli olduğu bilinmiyor; ama soyadındaki “Gulani”den dolayı Golan Tepeleri’nden olması kuvvetle muhtemel. El Nusra’nın tek bir hedefi var: Esad rejimini yıkmak ve yerine Şeriat kurallarının geçerli olduğu bir Büyük Suriye İslam Devleti kurmak... Örgüt,bu El-Kaide bağlantısı yüzünden, ABD ya da Birleşmiş Milletler tarafından da “terrorist” olarak görülüyor...
“Türkiye işin başında El Nusra’ya destek verdi. Sünni ve Radikal İslamcı bu örgüt tam da, AKP iktidarının göğsünü gere gere destekleyebileceği bir felsefeye sahipti. Ancak Beşar Esad, Türkiye sınırındaki Kürt köylerini boşaltıp buraları PKK’nın Suriye kolu olan PYD’ye bırakınca iş değişti. Ankara tabiri caizse iki camii arasında binamaz kaldı”.
Adam tam da bu noktada bazı kelimeleri sanki Fransız aksanıyla söylüyor. O anda adamın bir Fransız ya da Türk asıllı bir Rum, Ermeni veya Musevi olduğunu düşünüyorum. Karar veremiyorum. Zaten ne önemi var ki... Derken, adam sözlerine devam ediyor: “Türkiye, Kürt sorununa siyasi bir çözüm bulmak amacıyla PKK ile MİT üzerinden diyalog başlatmıştı. Ve AKP hükümeti, yeni bir ‘Demokratikleşme’ paketini, diyalog sürecinin ikinci aşaması çerçevesinde açtı. Bu koşullar altında PKK, Ankara’dan El Nusra’nın PYD’ye saldırmasını engellemesini istiyor. Fakat, hükümetin PYD’ye, yani PKK’ya yardım ettiğini iç kamuoyuna anlatması güç olur. Hiçbir şey yapmaması da PKK ile diyaloğu tehlikeye atabilir. Öte yandan, El Nusra ise Türkiye’ye belli mesajlar vermeye devam ediyor. Reyhanlı’daki bombalama eylemlerini El Nusra militanlarının düzenlediği çok konuşuldu. Aym günlerde, 28 Temmuz’da, El Kaide’nin Somali’deki kolu olan El Şebbab’ın Somali’deki Türk Büyükelçiliği’ne “Şeriat devletini engelliyor”, gerekçesiyle saldırıp polis Sinan Yılmaz’ı şehit ettiğim de unutmayalım... Ve bunun karşılığında Şii gurupların (Türkiye’nin) El Nusra bağlantısına tepkileri geldi. Lübnan’da iki Türk pilotunun adı hiç bilinmeyen bir Şii grup taralından kaçırılmasına ne demeli?”
Adamın bu sözleri, son olayları adeta bir film şeridi gibi gözlerimin önüne getiriyor; sanki her şey daha anlamlı geliyor...
Nedeni ne olursa olsun, dış politikada “Batı’dan Doğu’ya kaydığı” söylenen “eksen”in sonuçta Türkiye’nin başına yeni sorunlar yarattığını düşünüyorum. Öyle ya, “Ortadoğu’da tribünde oturmayacağız, sahaya inip aktif oyuncu olacağız “, demenin bedeli, Arap-İsrail sorununa batmak, Irak’taki kan gölünün içine çekilmek, Mısır’a kafa tutmak veya Suriye’deki iç savaşa taraf olmak mı olmalıdır?
Sonuç bu olmamalı...
Son vahim haber Suriye’den geldi: 11 İslamcı muhalif grup, ortak bir açıklama yayınlayarak ülkedeki tüm muhalif grupların Şeriat çatısı altında birleşmeleri çağrısında bulundu. Daha da önemlisi, muhalif grupların ana ittifakı durumundaki “Suriye Ulusal Koalisyonu”, 100'den fazla ülke tarafından “meşru muhalefet” olarak kabul edilir ve Suriye muhalefetinin en önemli temsilcisi olarak tanınırken, bu gruplar tarafından reddedildi.
Onbinlerce militana sahip olduğu bilinen ve Suriye'deki iç savaşta giderek daha fazla varlığım hissettiren bu 11 İslamcı muhalif örgüt şunlardı:
El-Nusra Cephesi, Ahrar el-Şam, Liva el-Tevhid, Liva el-lslam, Şukur el-Şam, Hareket Facr el-Şam el-îslamiye, Hareket el-Nur el-Islamiye, Kataib Nur el-Din el-Zinki, Liva el-Ansar, Tecammu Fastakim Kama Ummirat Halep ve ünlü 19'uncu Bölük...
Bu gelişme, El-Nusra Cephesi gibi El Kaide yanlısı, cihatçı örgütlerin Suriye savaşında merkezi bir konuma geldiğini açıkça ortaya koyuyor.
Görünen o ki, bölgede daha aktif bir dış politika izlemeye çalışan Ankara, her geçen gün “yalnızlaşıyor” Ötadoğu’daki belirsizlik, giderek daha çok canımızı yakıyor. Bölgede, bugün “dost” olarak kabul ettiğiniz ülkeler ya da örgütler, bir gecede “düşman” olabiliyorlar. Bunlara karşılık Batı dünyasında daha istikrarlı ilişkiler ön plana çıkıyor. Sonuçta yine Amerika’dan, Avrupa’dan, kısacası Batı’dan medet umuluyor. Örneğin, Suriye’de Esad’a karşı Batı’nın geniş çaplı bir operasyon yapması isteniyor. NATO’un harekete geçmesi bekleniyor. Bölgenin kaygan zemininde doğru dürüst dış politika yürütmeye çalışmak yerine, “önceliği” yeniden Batı’ya vermek daha akıllıca bir tercih olarak beliriyor.
Antakya’da bulunan Habibi Neccar, Anadolu’da yapılan ilk camii olarak bilinir. Roma dönemine ait bir pagan tapınağının üzerine inşa edilen camiye, bir de Hristiyan bir marangozun adı verilmiştir. “Neccar”, Arapça’da marangoz demektir. Ben bunları ve adamın söylediklerini düşünürken adam elimi sıkıyor; müsaade isteyip hızla oradan uzaklaşıyor...
Bense, yeni yeni düşüncelere gark oluyorum... ister istemez...